Türkan Feyzullah
Kayaloba, Kırcali
1983 -1984

Kurşuna dizildiği vakit 18 aylıktı henüz. Ne Türklük biliyor­du, ne BulgarIık, ne milletten anlıyordu, ne milletçilikten, ne va­tanseverlik duygusundan tatmıştı, ne de ihanet etmişti. Kendisi kadar küçüktü dünyası. Doğduğu dağın havası, suyu, bağrı yanık annesinin gözyaşları gibi temizdi. Evet, adını biliyordu bak. Türkan deyince, hemen kulak veriyor, şakıyarak pıtıl pıtıl çağırana varıyor, boynuna sarılıyordu. Ninesi Kerime bacmın da anlattığı gibi, pek de canlıydı hani. Emeklemeden yürümüş, kekelemeden anne, baba demişti. Televizyondan, radyodan, annesinden veya Turhan ağabeyinden bir me1odi duymasın, hemen ellerini kaldırıp oynamaya başlıyordu.
Süt gibi beyaz, tombul bir yüzü vardı. Henüz bitmiş saçları sarı­caydı. Gözleri, annesininkilere çekmişti, çakır ve pır pır. Sağ olsaydı hani, on sekizinde akıllı ve güzel bir kız olacaktı şimdi. Belki bir işletmenin öncüsü, belki bir üniversitenin alacısı olurdu. Maalesef, on sekizinci ayı bile henüz tamamlamamıştı! …
Ebeveynleri, protesto yürüyüşüne hazırlanıyorlardı. Türkan kı­pırtmalarından işi anladı ve vardı annesini şalvarından yakaladı. -Bunu nabacağız ya? diye sordu Fatma eşine. Baksana nasıl sarıldı bana. Kalacağı bile yok!. .. 

-Götüreceğiz tabii, dedi Feyzullah da. Zaten bırakamayız ki, ihtiyarlar da geliyorlar bizimle. Mahallede kimse kalmıyor. Fatma, gitti dolaptan yün bir giysi aldı, acele kızını giydirip sırtladı. Kapıda amcasıyla karşılaştılar.
-Nereye kızım, diye sordu amcası minik yeğenini okşayarak. Nereye götürüyorlar seni?
-Kızı bötü, diye yanıtladı küçük Türkan kendi dilince.
Evet, “Kırmızı botuş alacağız sana” demişti ona annesi. Mahalleden indiler, Kayalobalılara katıldılar. Türkan’ı kah annesi taşıyordu, kah babası. Mogilane ‘ye yaklaşınca, ırkçılar belki çocuk ve kadın isyancılara dokunmazlar ümidiyle anasının sırtında kaldı.
K.ayaloba’lılar, Mogilane ve Kitna halkını gergin bir durumda buldular. Bir yandan isyancılar birleşmeye, diğer yandan da milis ve iç müdahale askerleri, onların bu özenini engellemeye çalışıyorlardı. çarpışma başladı, iki taraf birbirine girdi. Asker ve milis, eli boş insanları gaddarca dövüyordu. Türkan’ ın babası Feyzullah, duramadı, soydaşlarının yardımına koştu, ama bir grup asker ve milis onun üzerine de atılarak: cop, tekme ve yumruk1a vurmaya başladılar. Bunu gören eşi Fatma, küçük Türkan’ı sırtında “Bırakın kocamı ka­tiller, biz Türk’üz, bize dokunmayın!” diyerek hemen sıçradı ve eşini kurtarmak üzere ileri atıldı. Ve silahlar takırdadı, birdenbire birkaç kişi yere yuvarlandı. Fatma, hala ne olduğunu anlayamamış, eşini savunmaya çalışırken yandan biri:
-Kan, kan akıyor Fatma abla! diye bağırdı biri. Sizden  akıyor.
Fatma, panik bir şekilde bakındı, onda bir şey yoktu, hemen sırtından küçük kızını kucağına aldı ve ne görsün! Katil, kurşunlarını onun omuzu üzerinden sırtındaki küçük kızının taa anlına rastlamıştı, üstü başı kan içindeydi …
Minik Türkana şimdi “Türkan Çeşmesi” anıtında ve anılarımızda büyüyor …

      

 

 


Sunyto Mehmet
28.12.2011/17:40h

Reklamlar