Tarih: 25 02 2019
Yazan Neriman KALYONCUOĞLU
Konu:  Silah gücüyle isim ve kimlik değiştirme kavgamıza karşı yine tüylenmeye başladılar.

Bizim geleceğimiz geçmişimizde gizlidir. Kitaplara düşmemiş, halkımızın belleğinde yazılıdır.

Razgrat’a bağlı Caferler (Sevar) kendi yağınla kavrulabilen büyük köylerimizden biridir.  Kazların çırpındığı, ördeklerin yüzdüğü köy gölü, sebze üreticilerin “Elmalı Barajı”, rüzgârların harman dövdüğü alandaki YEL DEĞİRMENİ, pervaneler Caferler tablosunda özel renklerdir.

Deliorman göbek köylerinden biri olan, “Evet” yerine “Tii” diye diye anlatan, annelerini “Nine” diye çağıran bu köyde, yaşlıların sohbetinde Nazım Hikmet özel bir yer alır. 1985’in dondurucu Şubat sabahında isim değiştirme çılgınlığında köyden çıkan jandarma cesedi, çoook derinlerden kaynayan yerlilerin kimlik ruhunu hissettirmek için tınlayan bir ince sazdır.

Caferler, ezan sesi, şairler ve ozanlar ocağıdır. Ağaç Denizi’ne yayılmış bu büyük köyden öz davamız adına hapis yatmış, sürgün görmüş, hatta İslimye (Sliven) Kadın Hapishanesinde çile çekerken derdini türkülere yanmış genç kız ve gelinlerimiz vardır.

Bu Deliorman güzeli bir de yıllarca Bulgar sürgün bakmış bir ocaktır.

Komünistler iyilik bilse, aile kültürlerinde minnet duygusu olsa,  1985 Şubatında Deliorman incisi bu köyü kuşatmaya yüzleri varmazdı. Gönülleri kapanırdı. Hakikatten Bulgar’da gönül borcu duygusu olsa 1985’in Şubatında bu köye ne girer, ne sokakları kuşatır,  ne de hane hane kapı çalar veya bir kimsenin kılına dokunurdu.

Beni bu satırları yazmaya zorlayan bildiğim bir öyküdür.

Faşist zulmün doruk yaptığı 1942’nin kış ortasında Caferler muhtarlığı önünde karı çiğnenerek düzlenmiş alana dikilen 2 jandarmanın önünde elleri kelepçeli, seyrek sakalı uzadıkça uzamış, şapkasız baş karman çorman, ayakları çorapsız, pantolonu yamalı bir genç getirilir. Anti-faşist savaşımın genç kurbanlarından biridir! Meriç ırmağının Edirne yönüne doğrulduğu söğütlükte yakalanmıştır. Harmanlı mahkemesi kararıyla Deliorman’ın Sevar köyüne süresiz sürgün edilmiştir.

At vagonlarında 20 gün yolculuk ettikten ve öteki badireleri başarıyla atlattıktan sonra, sosyalizm yıllarında Prag’da mühendislik okuyan ve Bulgar Silahlı Güçlerinde en üst rütbe olan Generalliğe yükselen Diçev, o kış sabahı ilk kez beyaz sarıklı ve beyaz kuşaklı bir köy muhtarı görmüştü. Bulgarcası pek olmayan yaşlı muhtar jandarmanın uzattığı evrakları aldı ve soğuktan donmuş kurşun kalemi diline değdirip ısıttıktan sonra imzaladı ve geri uzattı. Silahlı jandarmalar kelepçeleri açtılar. Tutukluyu muhtara doğru ittiler. Beklerken lastik ayakkabılar kara yapıştığından toparlanamadı. Kardan koparacak takati de olmadığından bir ağaç gibi düşerken muhtar onu kolundan tuttu ve jandarmalara “Allah ısmarladık” dedi.

Aksakallı, beyaz kuşaklı yaşlılar heyeti toplandı. Aydan aya nöbetleşerek bakalım bakmasına da önce… önce sirkeden, bitten, kile-den, pastan püsten temizleyelim ve yüzü gözü açılsın, iyi oğlana benziyor, kararı aldılar. Köy kenarında at ahırına götürdüler oğlanı, katıkla terbiyeli tarhana, tere yağda pişirilmiş yumurta ve taş fırınında iyice kabarmış bir somun geldi.  Kazanlardan en kalaylısında su kaynatıldı. Berber Ali oğlanı baştan aşağı soydu, sabunladı köpürttü, baştan aşağı tıraş etti, saçları kılları tırnakları yaktı. Beyaz Amerikan dokumadan don, uzun gömlek, aba potur, yün çorap, başına ve beline beyaz kuşak sarılınca sürgün, sürgün olmaktan çıktı,  Caferli gençlerden biri oldu. Yerliler ona, o da onlara, işe, köye, hayvanlara iyice alıştı. Yel değirmeni gövdesi ve pervaneler rüzgârdan yana döndürülürken her defasında onu da çağırıyorlardı. Caferler ağızı Türkçeyi sökmüş, pervane ayarı yapmayı öğrenmiş ve hatta bu işi yapabildiğinden gururluydu. Çocukluğunun geçtiği Harmanlı ’da su değirmenlerine “Karaceyka” diyorlardı, aynı işi görseler de yel değirmeni ayarları farklıydı.

O, 1985’in soğuk Şubat sabahından birinde bir askeri Jeep’le gelip stop ettiği “Değirmen Alanı”ndan lambalarını ve ocaklarını henüz yakmamış, olacaklardan habersiz Caferlere bakarken, rüzgârın taşıdığı donmuş kar tanecikleri yüzüne saçma gibi vuruyordu.  Ötmeye usanmayan rüzgârın sesi ise ona  “Sen ne yapıyorsun? Yıllarca bu köyün ekmeğini yemedin mi? Onlar senin canını kurtardılar!” uyarısında bulunuyordu.

Durdu! Bir sigara, iki sigara daha… ve sonunda onu okutan, ona maaş, sıcak daire, istikbal veren, onu General yapan totaliter yükün altında tamamen ezilmiş olduğunu fark etti. Donmuş kirpikleri birbirine yapışmış gözlerinin önüne beyaz sarıklı, beyaz kuşaklı köy muhtarı dikildi. Öteki dünyadan gelmiş biri gibiydi. Yaşlı muhtarın ayağı kaydı ama o elini uzatıp onu tutamadı.

 Emirlerini verdi.

Sabah saat yediydi. Köyün hayvan çiftliğinde süt sağma ve buzağıları emzirme işi bitmişti. Fatma kız elindeki kürekle ahırı temizliyordu. Jandarmanın ahıra girdiğini fark etmemişti. Üniformalı genç elini kızın sarı saçlarına dolamaya uzanırken, Fatma’nın savurduğu kürek kafasına rastladı. Meraklı oğlan hayvan pisliği içine boylu boyunca uzandı.

Fatma tutuklandı. Aylarca sorgulandı. İsim değiştirme işinden, köyün kuşatıldığından, hiçbir şeyden haberi olmadığını tekrar tekrar anlattı. Dinleyenler hep yazdı. Sonunda Sofya Askeri Mahkemesinde devlete el kaldırma, isim değiştirmeye karşı çıkma ve bir jandarmayı “istemeyerek” öldürme suçundan 9 yıl ağır hapis aldı. İslimye (Sliven) Kadın Hapishanesine kapandı.

Bu gelişmeleri uzaktan ama adım adım izleyen General Diçev Fatma’nın salıverilmesi için uğraştı. Her işte geçen sözü bu defa geçmedi. Bir defasında Sliven Hapishanesine uğradı. Hapishane gardiyanlarının odasında Fatma ile görüştü. Aylarca tarak görmemiş sarı saçları kış sonu birbirine dolanmış kirli yün gibiydi. Gözleri ağlamaktan çökmüştü. Elleri nasırlı, parmakları yara bereliydi.

“Sana ne iş yaptırıyorlar?” diye sordu gelen.

“Tabut yapıyorum!” cevabını aldı. Takım elbiseli adamın bir general olduğunu, onların köyüne sürgün edildiğinde hanelerinde kaldığını, yemeklerinden yediğini bilmediği gibi, köylerini basan silahlılara emri veren subayın da o olduğunu nereden bilebilirdi?

General “Tabutlar çok mu, büyük mü!” dedi hafifçe…

“Tii!” dedi Fatma, “Adaleti gömeceklermiş, çok büyük!”

General rüzgârın tamamen döndüğünü sanki yeni yeni anlıyordu.

İki gün önce gazetede okuduğu bir haberden, Caferler Yel Değirmeninin kuzey rüzgârına dayanamayıp yıkıldığını öğrenmişti. Okurken, artık insanların rüzgârın nereden estiğini bilmeleri istenmiyor, diye düşünmüştü.

Rüzgar dönecekti, ama ne zaman?! O, o an General olduğundan utandı.

Saygılarımla,

Paylaşmayı unutmayınız…

Reklamlar