Rafet ULUTÜRK

Belki de her zamankinden daha hızlı değişen bir dünyada yaşıyoruz. “Soya dönüş” trajedisinden 30 yıl; Rusya’nın Osmanlıya son saldırısından buyana 136 yıl geçti. Bugünkü gerçekliği görebilmemiz için suyun aynasına baktığımızda, günümüzü belirleyen derinlik benim yaşımın üç katı. Bir insan kendisi yeni bir şey söyleyecek durumda değilse, konuya ilişkin son söylenenlerden yararlana bilme hakkına sahiptir.

Bulgaristan Müslümanları Baş Müftüsü Sayın D-r Mustafa Hacı, Sofya’da çıkan Müslümanlar dergisinin 12. sayısında şöyle diyor: “Bence Bulgaristan’da asimilasyon politikası 30 yıl önce başlamadı. Bunun tarihi çok daha önce başlamıştır.  Ancak Aralık 1984 yılında Kırcaali ve Deliorman’daki Türklerin isimlerini değiştirmeye başladıkları zaman herkes bu sinsi politikayı anladı. Dolayısıyla aynı zamanda bu tarih direnişin güçlenme tarihidir.  Bu tarihleri asla unutmamak gerekir ki, benzer olaylar tekrarlanmasın, bitti ise tabi”

Tarihten süzülen mirasta bizim için çok acı gerçekler var. Biz Bulgaristan topraklarını gelip geçerken yurt edinmemiştik. Biz Bulgaristan’da yaşarken kırıcı, dökücü, yakıcı yıkıcı insanlar değildik. Bizim damarlarımızda akan kan o zamanları da asalet kanıydı. Sıra geldi istihkâmlarda beraberce harp ettik, esir kamplarında çürüdük, yaralandık, vurulduk, öldük… Unutmayınız lütfen en kötü günlerde yoktan var eden bizdik. Sizler Komunist yöneticiler okullarımızı aldınız, vakıflarımıza el koydunuz, camilerimizi kapattınız, ağzımıza kilit vurdunuz, konuşmamızı bile yasak ettiniz. Unutmayın Bulgaristan Türklerini artık 2. kuşak ana dilinde okuma yazması olmayanlar yaratan ve bu bakıma Avrupa Birliği’nde de kendinizi rezil eden millet sizsiniz.

Ve anma vesilesiyle anımsadığımız aylarda, memleketimiz bir uçtan bir uca ateşlerde yanmıştı. Çiğnediler, ezdiler, bitirdiler bizi, desek bu bile azdır. Siz bize kimsenin birbirinin adını bilmediği, soramadığı, ne de kendi adını söyleyebildiği yıllar yaşattınız. Akrabalıklarımızı, yakın dostluk bağlarımızı balyaladınız. Akrabalığı, hısımlığı aramaz olmuştuk. Sağ sağlım olduğumuza dua ediyorduk… Ölülerimiz öldüğünde acımızı değil düşüncelerimiz bu mevtayı nasıl olurda Müslüman üsüle göre gömeriz diye düşünürdük

Kırk beş yıl tatlı masallarla uyutulmuştuk. Yüzümüze inen yumrukla uyandık. Ardından 30 yıl da efsane dinledik. Ne var ki, tüm bu yıllarda ne köklerini, ne kökenlerini bulan çıktı. İnsanlar haysiyetini, dinini, dilini kaybetti. Milli özgünlüğünü kaybedenler, için için ağıladılar.

1984 Aralığında kırbaçlarla, silahlarla, tanklarla yürüdüler üstümüze. Neden?  Memleketi mamur ettiğimiz, fabrikalarını, yollarını, elektrik santrallerini, su barajlarını, sulama kanallarını, içme suyu borularını döşediğimiz için mi!?   Maden ocaklarına indiğimiz, otoban yolları, bir yakadan bir yakaya boy atan köprüleri yaptığımız, atom elektrik santrallerinin temellerini kazdığımız ve duvarlarını diktiğimiz için mi!?  Tarlaları ektiğimiz, biçtiğimiz, ürünü topladığımız, ambarlara doldurduğumuz için mi!? Davarlarını, sığırlarını güttüğünüz, sütünü sağdığımız, etini sağladığımız için mi!? Biz mi kördük, onlar mı nankördü.

Evet! Biliyorum siz de böyle düşünüyordunuz da, 1989 Aralığında karşımıza dikilen 150 yıl zehirlenmiş beyinlerin kan kusarken “Hıncımızı alıyoruz!” dediğini nasıl unutalım?

Onlar bizi kendi kalıplarına sokmaya çalıştılar. Rejon neyse una uyacağız diyenler oldu, ama halk bunu kabul etmedi. Değişen dünyaya ayak uydurmak, kimliksiz, isimsiz, dinsiz, kültürsüz, geçmişsiz ve geleceksiz köle olmak anlamına getirilmek istendi, ama olmadı.

Ne yazık ki, geçen yüzyılın büyük çatışması isim adına, din adına, özgün halk kültürümüz adına, ana dilimiz adına, mezarlarımız adına ve daha neyimiz varsa hepsi adına verildi. 136 yıldan beri devam eden bu kavgada bastığımız toprağı altımızdan aldılar. Bu konuda biz başkalarını hesaba çekmeden önce, ilk başta hep kendimizi hesaba çektik. Doğru yolda olduğumuza inanmadan ileri adım atmadık.

Şimdi biz bugün Bulgaristan’ın bir Avrupa ülkesi olduğunu basa basa söylerken gurur duyuyoruz. Avrupa ülkesi olmak istiyorsak, bütün vatandaşların haklarını, Bulgar’ın, Çingenenin, Pomak’ın ve Türkün tüm haklarının eşit olduğunu, adalet arşının herkes, her etnik ve dini azınlık için tam anlamıyla eşit ölçtüğünü kabul etmek ve uygulamak zorundayız. Başkasının lokmasında, hakkında gözün olmayacak.

Biz Bulgaristan’da kanunların çiğnenmesine kesinlikle karşıyız. İmtiyaz istememiz de söz konusu değildir. Şunu kabul edelim ki, Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlara yasal haklarını tanımama ve üzerlerinde psikolojik baskılar devam ediyor. Pazarcıkta maskeli polis baskınında tutuklanan ve yargılanan din adamlarından bazılarının Baş Müftülük görevlisi olduğu dikkat çekicidir. Irak ve Suriye’de İsrail’in kışkırttığı “İslam Devleti” tehlikesini Bulgaristan’a taşımak yanlıştır. Dini bütün insanlarımızın terörist olmadığını ve olamayacağını herkesin anlaması gerekiyor. Tüm hakları ve özgürlükleri tanına ve yasallaşan halkların içinden terörist falan çıkmaz. Hele bizde hiç…

Olayların içinde yetişen ve bir halkın bir asır boyunca zorlanmasına tanıklık eden Rodoplu Salih Bozov gibi büyük bir yazarın çok okunan İSİMLERİMİZ ADINA başlıklı kitabında SOYKIRIM  (GENOSİD) KAVRAMINA 136 DEFA YER VERİLMİŞ. Her yıl bir (genosid) yapılsa 136 yılda 136 (genosid) gerçekleştirildiği gün ışığına çıkıyor.  İnsanın insana yapabileceği kötülüklerin en kötüsünü yaşayan Pomak Müslüman Kardeşlerimizin bu Vatana ne kadar derin ve ne kadar yürekten bağlı olduklarını, her şeye dayanmalarında, her zaman kötülüklere göğüs germelerinde ve başa geleni çekerken asla yakınma yolları aramamalarında görüyoruz. Ben, bugün artık 136 yıl toprağından koparılamayan soyların asla koparılamayacağına kesin inanıyorum.

Daha 1912 genel saldırı ve zulmünde Rodop yamaçlarından İskeçe’ye kaçan Pomakların çilesi şarkı olmuştu:

Huriye’nin Hüseyin’e söylenişinden alınmıştır:

“Beni İskeçe’den kaşır

Darı Dereye götür

Aslan Hüseyin’im, götür.”

Hüseyin’in Huriye’ye söyleyişinden

“Dinimizde kaldıysan

Seni Darı Dereye götürüp

Telli duvaklı gelin yapacağım”

Kadı sordu kalem yazdı:

“Beyaz kız Huriye,

Zorla mı getirdiler seni,

Yoksa kendin mi geçtin bu yolu?

Huriye’nin kadıya cevabı:

“Kendim geldim,

İslam’ı da kendim seçtim.

Türk’e sevdalandım, sevdim.

İslam’dır imanım,

Türk giysilerinle gezerim.”

 

1912’de değiştirilen Rodop Pomaklarının isimleri 1913’te geri verildi. Bu büyük edinim o yıllarda Osmanlı’nın Sofya Büyük Elçiliğinde Askeri Ateşe olan Mustafa Kemalin son derece büyük hizmetleriyle gerçekleştirilmişti.

Tüm halk isyanlarını sanata yansıması vardır.

1936’da Rodoplu Bulgar faşistler örgütlendi ve Pomakların adlarına, dinlerine yaşam biçimine yeniden saldırılar başladı. Bu gaddarlık 1945’e kadar şiddetlenerek devam etti.

O zaman da şöyle bir şarkı dilden dile dolaştı durdu:

Faşistler dernek kurdu,

Adına nazikçe “Vatan” dedi.

İsimlerimiz gene değişecek!

Değişti benimki,

Değişti ölmüş neneminki,

Değişti ölmüş yengeminki,

Dedem bir daha döndü mezarında!

Cüppe kalmadı sırtta,

Fesler çamurlu yerde.

Alaca şalvarlar kesildi.

Kafamıza takılan külahtı.

Kadınların başı açık kaldı.

İkinci Dünya Savaşı öncesi, özellikle de Büyük Atatürk’ün vefat etmesinden sonra başlayan ikinci isim ve kimlik değiştirme saldırısına tepki olarak dillenen bu halk türküsü, tulum eşliğinde de söylenirdi.

Biz bunları anlatırken önümüzdeki beyaz kâğıda tarihin bize yaşattıklarını dökerken, (genosid) gibi başka milletlerin sözlerinden söz çalarak kendi başımıza gelenleri yansıtmamız,  bambaşka bir kültüre sahip olduğumuzu kendiliğinden anlaşılıyor. Başımıza gelenlerin tarifi dilimizde yok. O derece vahim. Hele de 1972–73 Gotse Delçev, Kornitsa ve Mesta (Kara Su) boyları olayları en dramatik ve en trajik yıllardı. İnsanlar yıllarca sürüldü, ezildi, hapislerde çürütüldü.

Mesela yazar Salih Bozov Rodoplu Pomakların geçen yüz yılda başlarına gelenleri yazarken  “camide namaz kılarken başı kesilenleri”, “insanların kış günü köprülerden buzlu akan ırmak sularına atıldığını”, öldürülen saygın kişilerin naaşlarının “aileleri teslim edilmediğini”, haydutların gelinleri “çocuklarının gözü önünde zorladığını” ve daha nelerden söz ediyor. Tüm bunların Bulgar Çarı’nın, Baş Piskoposluk Konseyi ve Başbakanın bilgisi dâhilinde ve emriyle yapıldığı biliniyor. Papazların zorlamasına tepkili halk, cami minarelerinin yıkılmasına, cami ve medreselerin kilise haline getirilmesine zor sabrediyor. Onların Müslüman dinleri 3 defa Hıristiyan diniyle değiştirilirken, 3 defa da Türk ve Müslüman isimleri Bulgarlaştırıldı. Yaşam tarzları, adetleri, oturup kalkmaları vs. vs. devamlı baskı altında değişiklik görmek zorunda kaldı. Bu işlerin özrü, affı vs. hiç olur mu!

Bu yazımızda bu olayı özellikle Aralık 1984’ten başlayarak Bulgaristan Türklerinin faciası olarak öncelikle ele alıyoruz. Tekrar etmemesi için anımsıyoruz. Birbirimizin çekilerinden ders çıkarıyoruz. Paylaşarak dertleşiyoruz ve yeni gelen tehlikelere göğüs germeye hazırlanıyoruz.

BAF-BULTÜRK Dernekleri öncülüğünde, 18 – 20 Mayıs günlerinde İstanbul’da Bulgaristan’da 136 Yıl Ulusal Temizleme ve Soykırım konulu ve çok geniş katılımlı uluslararası bilgi şöleni düzenlenecek. İstanbul, Bursa, İzmit, Ankara, İzmir ve diğer soydaş derneklerinin hepsinden konuklar bekleniyor. Hatıralarını, önerilerini, tespitlerini ve uyarılarını paylaşmak isteyenlere kürsü serbesttir.

Yalnız Türklerin ve Pomakların isimleri değiştirilmedi. Belene ölüm kampında yalnız Türkler yatmadı. 1950’lerde Bulgarlar da o kamplardaydı. Totaliter rejime karşı başkaldıran Bulgar demokratlar da hapishanelerde çürütüldü. Onlardan da kurşunlananlar. Sonra 1985’te başlayan demokratik haklarımız, adalete dayanan bir düzen, insan kardeşliği, hoşgörü uğruna mücadelemizi birçok Bulgar dayanışma örgütü destekledi. Bu nedenle günümüz Bulgar demokratik güçlerinden, toplumsal dönüşüm atılımlarında öncülük edenlerden bir heyet de bilgi değiş tokuşu yapacağımız şölenimize davet edilmiştir. Davamız ortaktır.

Bu toplumda değişmesi, dönüşmesi, temizlenmesi, arıtılması gereken çok şeyler var…

Bir daha aynı trajediyi yaşamamak adına susarken birlikte düşünelim.

Ne yazık ki, değişen pek bir şey yok!

Reklamlar