sevilcan-yuce Sevilcan YÜCE

Konu: Şiirimiz siyasi mücadelemize her zaman bayrak olmuştur.

Şiir yaprakları açıp özün dünyaya sarılışıdır. Şair olmak hiç de öyle kolay bir şey değildir. Sen hoşuna gitmeyenlere “bırak canım” deyip geçersin, şair onu işlemek, süzmek ve kötü olanın içinden gelen iyi olana ışık verip yol gösterme zorundadır. Bir de, iyi olarak kabullenmiş olanın kurallarına göre yaşamak, kuralı olmayana kural yaratıp onu yaşatmak zorundadır. Şairlerin yazdığı çizdiği ile toplumda yaşananların uyuştuğu ya da uyuşacağı diye bir şey yoktur.

Fakat büyü şairi olan haklar büyük halklardır. Korkunç İvan’dan beri kendi halkına uyguladığı zulme bakıldığında Rus halkının kanlı geçmişine büyük bir halk denecek bir taraf yoktur. Ne ki, bu halkın kötülükleri bir yana atarak olumlu olanı araması var ya imrenilecek taraf budur. Gogol, Puşkin, Tolstoy bu yüzden sevilir.

Toplum bir deniz gibidir. Güneşte parlayan dalgacıklarla, dipteki dünya arasında dünyalar kadar fark vardır. Bu bizde de böyledir. Bu arada her halkın bir öz anlayışı vardır ki, biz sırtını sıvazladığımızı ardından eleştiririz.

Eleştiri her zaman daha iyi olanı aramaktır.

Bunu yapabilen şairlerimiz toplumun en cesur insanlarıdır.

Şair Nuri Adalı toplumu eleştirdiği için 24 yıl yatmadı mı?

Zindandan geçmemiş şair gösterebilir misiniz.

Şairlerimiz toplumun önde gidenleridir.

Bu konuda iki usta şairimizi birlikte okuyalım.

 

niyazi_makak Niyazi Makak

 

Bulgar BAŞBAKANI B.BORİSOV’A

Öyle bir hışım gibi geldin, neler vadetmedin
Avrupa standartını yakalayacaktık hani
Avrupa nerede biz nerede, nedir acep niyetin
Seçmenler baş tacı edip öne koydular seni

İmalât kısıldı kaldı, ekonomi ise dibe vurdu
Alt tabakada açıldı kapanmaz en derin yaralar
Zenginlik istemezler, az le memnun olurdu
O az da, yetmez olmaya başladı bu aralar

Gümrüklerden gelir emekliye zam demiştin
Emekli de inanmıştı sana, sözlerini kaale alarak
Yoksa düzenbaz olmakta sen de mi piştin
Emekliye yaptığın zam da ne, devede kulak

Batının kölesi oldu gençler, uçar oldu yuvadan
İstikbalimizden bezginiz artık, umutlar kırıldı
Birliğe tam üye olalı dokuz yıl geçti aradan
Olmadı sayın başbakan, halimizi soran olmadı

Fakirlik gırtlağa dek geldi, düşünürüz kara kara.
Biz, seçmenler de kavli karar alırız seçime az kala
Bu defa emin olman gerek. Sen düşersin dara
Sürüsüz çobana dönersin Borisov haberin ola.

 

Bulgaristan Türkleri için;

niyazi_makak Niyazi Makak

YARANAMADIK

Azınlık hakları denilince orada irkilirim
Bu ülkenin eşit haklı vatandaşı olamadık
Hafızamızda acı izleri kaldı o kara günlerin
Karşıt görüşlülere ne yapsak yaranamadık
Maden ocakları bizim oldu,inşaatlar bizim
Tarım arazilerinde toz yuttuk yıllar boyunca
Kinleri bitmedi gitti hala,onlaradır sözüm
Gerilir yüzleri birden eşit haklılık aranınca
Hani bir partimiz varmış bizleri de savunan
Çeyrek asır geçti,mecliste keyf çatarlar
Konuştukları hava gazı,vaatleri bir bir yalan
Toplantılarda gösteriş yapıp.caka satarlar
Her ulusun bir kültürü vardır,o ulusu var eden
Türk kültürünü yok saydılar bizi savunanlar
Yıllardır susuyorlar,soruyoruz,acep neden?
Susma süreniz dolmadımı hala,daha nekadar?
Azınlık hakları denilince orada irkilirim
Bu ülkede eşit haklı vatandaş olamadık
Hafızamızda acı izleri kaldı o kara günlerin
Karşıt görüşlülere ne yapsak yaranamadık.

……………………………………………………………….
naim Naim Bakoğlu

EL SALLA

Kimin gözü kimin aşında belli değil
Kıskanarak bakarız elin çinisine!
Zenginlerin aç gözünde bir hiçtir sefil
Koyunlar gibi gideriz hep çan sesine!

Merhabalar bile rengini değiştirdi
Selam verip almamın ardında şüphe var!
Yaşam bizleri bilmem neye dönüştürdü
Doğallıklarından uzaklaştı insanlar!

Hal hatır sormak da unutuldu bir kere
Hastalar sağlamı taşır halsiz sırtında!
Bir de umutlar besleriz halâ boş yere
Yarınlar da olmuyor acının farkında !

Düşen düştüğü yerde kalır, kaldıran yok,
Basıp geçerler, bırakıp seni bu hal’la –
Günümüzde gözler çıkaran baldıran çok,
İnsanlık bak gidiyor, el salla, el salla!

***

Ve eğri doğru, haklı haksız, özgür köle, öz biçim, karanlık aydınlık bitip tükenmeyen edebiyat konularıysa bizim şairlerimizin kaynadığı kazan budur.

Bu konuda görüşlerimiz farklı olabilir. Hakkımızda yazılıp çizilenlerden birçoğunun doğru olmadığına, kullanıldığımıza, bizim adımız kullanılarak çok kötü işler yapıldığına, fakat pirincin taşını ayıklamak için henüz gücümüz yetmediğine, toplumun korkularından sıyrılmadığın ve bizi destekleyip gerçeklerden yana olanların henüz saf tutmadığın ben de inanıyorum. Bu bir edebiyat tartışması değil, siyasi tartışmadır, bu işlerde edebiyatçılarımız yalnız kullanılmışlardır. Aşağıda zikredilen bir bildiri var, onu imzalayanlar bakan olmuştur, imzalamayanlar göç etmiş ya da Sofya’da aydan aya emekli maaşını bekler.

 

BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN YENİ EDEBİYATI

Galip Sertel ile ilgili görsel sonucu Galip Sertel

R U M E L İ

“Çıkayım Gideyim Urum Eline ”
-Halk Türküsü-

“Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır”
Yahya Kemal Beyatlı
“Balkan memleketlerine ait Türk şiiri, Türk romanı, Türk içtimaiyat ve etnografya ilimleri de, Türk tarihi kadar millî vicdanda derin akisler bırakmaya namzet mevzularını henüz bulmamış ve şaheserlerini yaratmamış. Tuna boylarından kopup gelen muhacir kafilelerinin asırlardan beri alınlarının teri ve ellerinin emeğiyle şenlendirdikleri ana-baba yurtlarını bırakıp kaçmaya mecbur edilen Türk köylülerinin felâket destanı, dünyanın hiçbir yerinde oynanmamış olan bu müthiş facianın azametiyle mütenasip bir şekilde bestelenmemiştir…
Fakat şayan-ı hayrettir ki bu ehemmiyet ve vü-satta bir işin neşriyat ve matbuat hayatımıza ak-setmiş bir humma ve hazırlığını görmek mümkün değildir…
Büyük kahramanlık devrinin tabutunu merhale merhale omuzlarında taşıyarak gelen göçmen kafileleri için, eğer bestekâr olsaydım, bir göç marşı bestelerdim; içinde o kadar derin ve büyük bir ıztırap kaynaşırdı ki, ölüm marşları bunun yanında bahar neşideleri gibi kalırdı.

ömer lütfi barkan eserleri ile ilgili görsel sonucu Ömer Lütfi Barkan

ömer lütfi barkan eserleri ile ilgili görsel sonucu

RUMELİ; ülkemiz insanı için her zaman tarihimizin, kültürümüzün ve kimliğimizin kopmaz bir parçası; dallarında efsaneleşmiş ve destanlaşmış anıların çiçek açtığı bir özlem ağacı; yürek ocaklarında için için yanan küllenmemiş bir közdür.

RUMELİ;lk fatihleri olan Ece Beğ, Fazıl Beğ, Ak Sungur, Akçakocaoğlu ve daha nicelerin kılıçlarına şiddet, Koca Sinan’ın mübarek ellerine marifet, Koca Yusuf, Kara Ahmet, Kurtdereli Mehmet gibi cihan pehlivanların bileklerine kuvvet veren mucizevi bir tözdür.

RUMELİ; gül yüzlü güzellerin düşleriyle süslenmiş göz alıcı el işlerinden, canfes yeleklerin kıvrak dikişlerinden, güneşi kıskandıran bin dallıların sırmalı nakışlarından sessizce gülümseyen ölümsüz bir sevdadır.
RUMELİ; Viyana’dan Çatalca’ya değin gerisin geriye akan kara, kanlı bir ırmak, sahipsiz kalmış şehit mezarlarına rahmet akıtan vefalı mehtap, bozgun kasırgalarında savrulan göçmen kuşlarının yükselttiği acı sedadır.
RUMELİ; koskoca Devleti Âliyyei Osmaniye’yi omuzlayan bahtsız bir teneşirdir.
RUMELİ; nesillerin tüketemediği bitimsiz renkli bir şiirdir.
Ahmet Emin Atasoy, Rumeli Motifli Türk Şiir Antolojisi,Asa Kitabevi,Bursa,2001.

* Burada “Rumeli, Yunan toprağı anlamında değil, Rom İmparatorluğundan bize kalan topraklar anlamındadır.

Ve gelmiş geçmiş bütün peygamber ve azizlerin hüsnükabul ve hüsnüniyet buyruklarına rağmen ;
Ve İsa’dan bin dokuz yüz seksen beş yıl sonra;
Ve Tuna boyunda ve Dobruca’da ve Deliorman’da ve Rodoplar’da binlerce Türk’ün köyü, evi, bağı, bahçesi kuşatıldı tankla, topla, tüfekle askerle;
Ve yolu, suyu, rızkı kesildi;
Ve bir komünist hükümetinin emriyle Müslüman adlar değiştirildi biteği Hıristiyan adlarla;
Ve direnenler oldu ve tutuklananlar oldu ve hunharca öldürülenler oldu ;
Ve sığınabildiğim kucaklayıcı zamanadır bu yakarışlar;
Ve ocak 1985
Ve silistre
Amin!

Galip Sertel, Zamanla Beş Gerçek, şiir
Ve bir belge:

Bulgar İsimlerini Yeniden Alan Bir Grup Aydın ve Toplumcunun Beyannamesi
(alıntı) Bu Beyanname o aydınlar tarafından kaleme alınmamıştır. Aydınlarımızın isimleri bu beyannamenin altına eklenmiştir. Bu belgeyi imzalayanlar yalnız birkaç kişidir, onlardan biri de bugünkü Kültür Bakanı Vejdi Rşidov’tur. Sisi kaldırmak gerek. Herkesi suçlayamayız.

***

·       Not:Siz sayın Sertel Silistreli olduğunuz için ekliyorum.

Çocuklarımız Türkçe okumasın, kafaları karışıyor, mektubunu BKP MK Politik Bürosun yazan ve meclisin böyle bir kanun çıkarmasını isteyen bir Silistreli Türktür fakat bu tüm Silistrelilerin bu görüşte olduğu anlamına gelmez.

***

“Gerçeği savunmak için sesimizi yükselterek, yalanları ve iftiraları hiddetle reddederek aşağıda yazılanları beyan etmekteyiz:

Evet, biz Bulgar kökenlerimize tamamen yabancı olan isimlerden, gönüllü, buna inanarak ve tamamen şuurlu olarak vazgeçen Bulgarlar’ız.

Bizler için Bulgar adı, varlığımızın devamının teminatı ve istikbale yürüyüşümüzde manevi garantidir.

Bulgar isimlerimizle gurur duyarak, biz Sosyalist anavatanımıza sadakatle ve candan hizmet vererek, bu isimlerimizi layık surette taşıyacağız.

Bulgar milli ruhunun yeniden doğuşunun ifadesi olan bu doğal sürecin çarpıtılması, bizim milli onurumuz ve insan haklarımıza kabaca ve kabul edilmez bir müdahaledir.

Türk irticai çevrelerinin “göç sorunu” spekülasyonlarına kesinlikle karşıyız. Soy ve vatan lehine kesin tarihi seçimlerini yapmış Bulgarlar için, yabancı bir ülkeye göç etmeleri mantık dışıdır,bu anlaşılmalıdır. Bu olmayacaktır!

Seçim yapılmıştır, o kesindir ve geri dönüş yoktur!”

Sofya,26 Temuuz 1985’de “Oteçestven Front” (Vatan Cephesi) gazetesinin 12187 No’lu sayısında yayınlanmıştır:

Ve yukarıdaki Beyanname’den , “Seçim yapılmıştır,o kesindir ve geri dönüş yoktur!” iddiasına bir yanıt:

***

Tekrar ediyoruz:

·       Not: Bu Beyanname en güvendikleri adamlar Ahmet Doğan, Osman Oktay vb imzalatılmamıştır. “DS” ve BKP tuzağı bilinçli kurmuştur. İşledikleri suçları bir grup Türk aydınına ve birkaç müftüye yükleme hazırlığı görmüştür bu belgeyle. Olayların özüne inilmelidir. Sofya aydınlarından böyle bir beyanda bulunan yoktur ve olmamıştır. O listede 18 nokta nokta imzasız yer vardır.

***

“Haziran güneşi Silistre’nin tren garına sıcak sıcak oturmuş, dargın dargın bakıyor coplu, köpekli, kalaşnikoflu polislere, eski sobalara, isli borulara, kırık dökük mobilyalara, eşya kapkacak, giyim, ayakkabı dolu bavullara, çuvallara ve binlerce Türk’ün ruhunda bir bıçak yarasının derin izleri gibi, gözün gördüğü yerlere kadar uzayıp giden raylara…
Göç buradan başlıyor…
Göç deyip zorla uğratılıyorlar…Oğul gidiyor,ana baba kalıyor.. Evlât kalıyor, baba gidiyor…Kardeş gidiyor, kardeş kalıyr …
Orada, Silistre garında, Haziran güneşinin yakıcı öğle sıcağında, gerilmiş sicim iplerinin boyunda, oğlunu uğurlayan bir anne, kalaşnikoflu polislerin karşısına çökmüş, uful uful söyleniyor kendi kendine…  arken belden kopuyor, ayrılırken yürekten …Ayrılık acısı başka…Siz nerden bileceksiniz…”
Oğul, gelin, torunlar iplerin öte yanında…Biraz evvel çağrılmışlar trene binmek için…Ağlıyarak el sallıyorlar gerilmiş sicimlerin önünde oturmuş, harabeye dönüşmüş anneye…
Megafonla tek tek çağrılıyor cetvelde adları yazılı “turizimciler”…Kulakları sağırlaşmış bir dede annesine çıkışıyor:
“Bizi çağırdılar mare…İşitmedin mi ?… Galiba fidan dediler…”
1985 de, Bulgaristan’da ad değiştirme kampanyasında Türkler’in çoğu, hükümetçe teklif edilen o Hıristiyan adları değil de, ağaç, çicek adları almışlar ve bunları da işitmek istemiyorlardı.
“Galiba fidan dediler mare…”
Vagonlara bindirilecek “turizimcileri” çağıran emniyet yetkilisi:
“Şurada,beş senedir adlarınızı öğrenemediniz…Ne geri zekalı,kalın kafalı insanlarmışsınız yahu!” diye mızmızlanırken, yanındaki meslekdaşı:
“Aldırma,Binbaşı Yoldaş! – diyor…On saat sonra,Kapıkule’de bu adlara gerek kalmayacak…”
İnsanın adı!…
Hele de o ad insanın kulağına yüce ezanın kutsal ve ulvi sesiyle üflendiyse…
Galip Sertel, Bir Başka Göç, Balkan Türkleri’nin Sesi,İstanbul,1991,Sayı 7-8

Bu yazılar kaybettiğimiz dünyamızın ve insanlarımızın hayat hikayesidir.Bugün gençlerimizin birçoğu 600 sene vatan bildiğimiz Rumeli’ni bilmezler bile.
Rumelili kibirli ve asalet iddiasındadır.Neden olmasın? En mütevazi,en mahfiyetkar Rumelilinin 600 senelik bir mazisi vardır…Ben bile hatırlarım,Rumeli’nin Türklerden boşalmasını…
Bir taraftan hasta ve bozgun halinde askerler,diğer taraftan evlad-ı fatihan panik halinde,öküz arabaları ve yaya olarak bir bohça,bir de küçük evlâdcıkları,tatlı ve güzel,sarı saçlı mavi gözlü Rumeli çocukları İstanbul’a hicret ediyorlardı…
Hiç kimse bu hicreti,bu “exodus” su (kutsal kitap),bu Türk dramını, bu Türk faciasını kaleme almamıştı, biz Türkler bile…Halbuki, Nazilerin Yahudilere yaptıkları mezalim bir edebiyat ekolü olmuştu, durmadan kitaplar yazılmış, tiyatrolar oynanmış, filmler  çevrilmişti…
Biz Rumeli’yi kaybettikten sonra, Rumeli’den uzakta bile hep Rumeli ile yaşarız.

Yemeklerimiz, dostlarımız, nüktelerimiz, türkülerimiz hep Rumeli’nden.
Altı yüz sene vatan bildiğimiz Rumeli.Kolay mı birden ondan kopmak?..

 

münevver ayaşlı yalısı ile ilgili görsel sonucu
Münevver Ayaşlı

münevver ayaşlı yalısı ile ilgili görsel sonucu

Münevver ve eşi Nusret Ayaşlı 1930’da evlendi

münevver ayaşlı yalısı ile ilgili görsel sonucu

YAZARLIK HAYAT VERDİ
Münevver Ayaşlı dolmakalemini alıp yazmaya başladığında acılarını unutuyordu. Yazıyla hayata bağlanan Münevver Ayaşlı, Yeni İstanbul gazetesinde yazmaya başlayınca ölüm düşüncesinden uzaklaştı. Ama kederi büyüktü. Cumhuriyet kültürünün çiğ yönlerini eleştiren Münevver Ayaşlı hatıralarını yazdıkça Osmanlı kültürünün büyülü yönlerini özlemle andı. İmparatorluğu, Balkan Savaşı’nı, Birinci Dünya Savaşı’nı ve Milli Mücadele’yi görmüştü. Daha sonra Hasan Ayaşlı’yı evlat edindi. Geçmişin hatıralarıyla yaşayan Münevver Ayaşlı 20 Ağustos 1999’da 93 yaşında vefat etti.

Reklamlar