Tarih: 30.12.2019
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: Mücadele Yolunda Bir Yılı Daha Tekerle-dik.

Evet, 365 günü geride bırakıp şu günlerde vedalaştığımız 2019 yılının daha başında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev kutlama konuşmasında memleketimiz Bulgaristan ile ilgili “bataklık” nitelemesinde bulunmuştu. Bu değerlendirme sosyal, ekonomik ve politik anlamda olmasa, “ne bataklığı be kardeşim, birçok barajın suyu kaçmış, kuraklık var. Pernik, Asenovgrat, Haskovo ve birçok başka şehir ve köylerde su rejimi uygulanıyor,” diyeceğim de, genel anlamda 2019’da Bulgaristan ancak çamurda tepindi, demekle yetiniyorum.

1989’un 3 Haziran ile 21 Ağustosu arasında 350 bin Türkün Bulgaristan’dan kovulmasından sonra, Bulgar basını “ekonomi dondu”, “kargaşa başladı” diye yazmıştı.
Son 30 yılda ayakta bir tek korku kaldı. O da şudur: “Bulgaristan’da 1 milyon Türk, 1 milyon 850 bin Roman-Millet ve Türkiye’de yaşayan 2 milyon 500 bin Bulgaristanlı Türkü var. Onlar her an Bulgaristan’a gelip istedikleri talepte bulunabilirler.” Kaynak: EPİZENTER- 28.12.2019.

Korkuyu besleyen diğer bir kaynak da, son 30 yılda Balkanlar’da Hristiyan nüfus durmadan azalırken, Müslümanların devamlı artış kaydetmiş olmasıdır. Gerçek şudur: İnsan ve onun çözülmemiş, gasp edilmiş problemleri olmaz ise korku olmaz.

Son 35 yılda Bulgaristan “bataklığında” korku yaşatan ortamı şöyle niteleyebiliriz.
Devlet terörüyle isimleri değiştirilen Bulgar basınına göre 1 milyon 253 bin Türk’e şu yasaklar getirilmişti:

  • Türk dilini kullanma yasağı.
  • İslam gelenekleri ve törelerine göre yaşama yasağı.
  • Türk müziği dinleme yasağı,
  • Türkçe mektuplaşma,
  • Türkçe kitap okuma yasağı.
  • Geleneksel Müslüman giysileriyle giyinme yasağı vb.

Camiler, türbeler yıkılıyor, Türk kültürünün geleneksel unsurları tek tek yok ediliyordu. Türkçe radyo, basın yayınlar kapanmıştı. Bu yasaklara tepki sert oldu, fakat bu güne bu gün yasaklar hala resmen kalkmış değil. Vergi ödediğimiz ülkenin okullarında çocuklarımız anadilimizde zorunlu ders hala göremiyorlar.

1962’de Romanların ve 1972-73’te Pomak kardeşlerimizin kimliklerini zorla değiştiren kanlı Komünist Bulgar devlet baskıları bir yere kadar dünya kamuoyundan gizlenebilmişti, fakat 1984-1989’da Osmanlı Türkleri üzerinde de soykırım denemesi dünyadan gizlenemedi. Bulgar devleti bütün Türk Dünyasından lanetlendi. Acı azalmadı, gam savmadı, felaketin anıları solmadı. Bunlar da buralarda korku kaynağı oldu.

Üçüncü olarak da, katillerden hesap sorulmadı.
Neden mi? Çünkü 10-15 sene sonra yok olması tahmin edilen Bulgarları ve Bulgaristan’ı aynı katiller veya çocukları kurtarması bekleniyor.

1997 yılında Bulgar makamlarına bir mektup gönderen, dünyanın en yaşlı milyarderi Edmon Rotshild, şöyle “Çöküşe itilen Bulgaristan böyle yönetilmeye devam ederse 2030 yılında ne Bulgaristan ne de Bulgar devleti kalır”, demişti.

1984’te başlayan çöküş son 35 yılda anayasa ve yasaları geçersiz, adaletsiz bir Bulgaristan yarattı. Örneğin, zorla isim değiştirme ve Türkleri eritip tarih çöplüğüne atmaya çalışan komünist devlet katilleri soruşturulup kovuşturulup tutuklanarak yargılanmadı. Yasa dışı yargılamalardan mağdur 10 bin Türkün – yetimlerin, sakatların, hapiste, sürgünde, kamplarda tutulanların, vatanından kovulanların hakları tanınmadı. Yargı son sözünü söyleyene ve adalet yerini bulana kadar Bulgar toplumu bir an bile huzur bulamaz. İşte 1989 yılından beri felaket üzerine felaket yaşamaktadır, ekonomi çöktü ve hala kendine gelemiyor.

Bulgaristan 2004’ten beri NATO, 2007’den bu yana da Avrupa Birliği (AB) üyesidir.cNe var ki ülke içindeki durum hiçbir değişiklik kaydetmemiştir. 1989’da başlayan s.o. “Geçiş Dönemi” nde 16 hükumet değişti, fakat hiç biri toplumsal korkuya çare bulamadı. 2009 yılında siyaset sahnesine çıkan, Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları (GERB) partisi Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov ülkeyi ancak totaliter yönetim biçimine döndürebildi.

Bu satırları 29 Aralık 2019’da yazarken, 29 Aralık 1989 tarihini anımsadım.
           O tarih bugün Bulgaristan Müslümanları arasında “Kurtuluş Bayramı” olarak anılıyor. O gün, komünist partisi yönetimi etnik politikada geri dönmüştü. Her vatandaşa isim seçme, istediği dinde serbestçe ibadet etme, adetlerini ve geleneklerini yaşatma, kendi anadilini “evde kullanma” ahlak ve siyasi normları iade etti. 1984 yılının sonlarından başlayarak ve daha sonra otoriter rejimin yasaları ve Anayasayı ihlal edilerek ve Bulgaristan halkının birliğini cidden zedeleyen ve bir hak ihlali olan tüm zorunlu yaptırımları kınadı. Bu görüşler, aynı tarihte BKP MK, Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu toplantısında alınan kararın özüdür ve o gün bu gün mağdurlar yeni herhangi bir karar azınlıklar lehinde ileri adım atılmamıştır.

Bu kararı alanların hepsi Bulgaristan Müslüman Türklerini yok etmeyi deneyen soykırım sürecinin ideolog, ilhamcısı, siyasetçisi, propagandacısı, emir verenleri olan bu ağır sıklet komünist devlet yetkilileriydi. Bunlar tüm suçları diktatör T. Jivkov’un sırtına yükleyerek şu tümceyi onaylamışlardı. “Todor Jivkov’un otoriter rejimi tarafından yürütülen, ‘etnik olarak tek vücut Bulgar milleti’ oluşturmakla ilgili Bulgaristan vatandaşlarının Anayasal haklarını çiğnemesini kınıyoruz.”

Bu temel belgede, 1969 yılında BKP MK Politik Bürosu’nun aldığı bir kararla başlayan ve şaşmayan devamlıkla planlı olarak uygulanan, Bulgaristan Müslüman azınlığının etnik-kültürel haklarının, halka sözüm ona “soya dönüş süreci” olarak tanıtılan T. Jivkov rejimi zulmünden söz edilmedi. 1970’li yıllarda Pomakların isimlerinin de komünist-devlet terörüyle zorla değiştirildiğine değinilmedi. Oysa bu toplantının yapıldığı şimdiki Cumhurbaşkanlığı sarayından sadece 500 metre mesafede Rodoplar’dan, Pirin ve Koca Balkan köy ve kasabalarından, Karasu (Mesta), Çeçidinde ırmakları belediyelerinden, o yıllarda Pomak yalanlarına kaynak olarak kullanılan Çepino vadisi köylerinden gelen erkek ve kadınlar 26 Aralıkta kuşattıkları Sofya Meclisi önündeydiler. Tek arzuları vardı; “İsimlerimizi ve Kimliğimizi Geri İstiyoruz!” kitle hareketi önderlerinin isimlerini bir daha duyurmak istiyorum: Hain Ahmet DOĞAN’ın da burada bulunmadığını herkes iyi bilmelidir.

1)  Bayram Getov – 1973’ün kahramanlar köyü Kornitsa’dan.
2)
  Hasan Byalkov – Nevrekov direniş merkezinden.
3)
  Ali Salivasarov – Zaraevo köyünden.
4)
  Muhammed Pilev Madan şehrinden.
5) 
Vais Kongür – Velingrat mukavemet merkezinden.
6)
 İbrahim Kırpaçev – Nevrekopa bağlı Lıjnitsa köyünden
7)
 Hüseyin Aguşev – Karlovo’dan.
8)
 Ahmet Halilov – Koşukavak’tan.
9)
 Hüseyin Durgudov – Kırca Ali’den vs. vs. Bu isimlerin arasında Ahmet Doğan yoktu.

26 Aralık 1989’da Kremikovtsi Demir Döküm Fabrikasında çalışan Mestanlı’lı Bayram Mıstın’ın oğlu dünyaya gelmişti. Sofya’nın D. Blagoev Belediyesi nüfus Dairesinde Osman Bayram adıyla kayda geçmişti. O an, isimlerinin ve din haklarının iade edildiği haberini alan Pomaklar Halk Meclisi basamakları üzerine toplandılar ellerini göğe açarak lapa lapa yağan kar altında “Fatihalar” okudular, bu günleri görebildik diye hepsi birlikte Allaha şükür duaları ettiler.

Ne var ki, bu belgede, 1962’de, 1981-1983 yılları arasında dalgalı baskı ve şiddet uygulamasıyla isimleri değiştirilen Roman-Milleten-Çingene kardeşlerimizden söz dahi edilmiyordu. Şunu da acı duyarak yazıyorum. İç İşleri Bakanlığı belgelerinde “Türklerin İsimlerini değiştirme” gibi bir kavram yer almıyor. Bazı evraklarda “karma ailelerden kişilerin isimlerinin değiştirilmesi”, “şu ailenin soy ağacı araştırması” gibi 1982-1984 yılları arasında zorla isim değiştirme sürecinden de kayıtlara rastlanmıyor. Devlet yönetiminin kararında bu dönemler de karanlıkta kalmıştı. Oysa bu kategoriden olan Müslümanlar illegal örgütlenme sürecini o yıllarda başlatmışlar ve Plovdiv ve Varna’da direnişe geçmişlerdi.

Soykırımcı-Todor Jivkov terör ve zulmünün devlet, hükumet ve parti yönetimi tarafından (1981 anayasa değişikliği yapılmazdan önce) siyasi sahneden itilip kınanırken, Meclis önünden Dr. İvan Georgiev’ın Bulgar Milli Radikal Partisi milliyetçiliği hayata çağıran bayraklarla yumruk sallayarak geçmişlerdi.

2019 yılında biz aslında her gün aynı yalancı yurtseverleri, Bulgar kimliğinin sahte savunucularını, halkı aldatarak kışkırtanları ırkçı, milliyetçi ve faşist kılıklı popülistler olarak gördük.

12 yıldan beri tüm genel, yerel ve AB meclisi seçimlerini kazanan bu parti, 2016’da kendinde tek kişilik otoriter yönetimi seçme cesareti buldu. 2017’de aşırı milliyetçi siyasi güçlerle ortak oldular. Kaynaşma noktaları ise dil milliyetçiliği ve azınlık çocuklarını ailelerden alıp özel kamplarda kimliksizleştirerek asimile etme siyaseti yaptılar.

Yeni Bulgaristan tarihinde, 2016 yılı çok önemli bir tarihtir, sönük demokrasi atılımlarının da ayakaltına alındığı yeni başlangıç oldu. O yıl yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerini kazanan General Radev % 70’in üzerinde oy aldı. Son 3 yılda onun kamuoyu desteği % 62’nin alına düşmedi. Anayasa, politik sistem ve özellikle seçim sistemi değişikliğinde ısrarcı kaldı. Hele 7 yıllık bir süre için yeni Başsavcı seçiminde, kontrolsüz bir başsavcılığa ve adaletsizliğe karşı olduğunu ortaya koydu. Bu açıdan analiz edildiğinde, sanki 2019’un siyaset tablosundaki 4 seçimin dördününde de muhalefet cephesini partiler değil de, şahsen Cumhurbaşkanı Radev yönetti. Yönetimin aşırı milliyetçilik ve tek kişilik yönetimle faşizme kaymasına duvar çekmeye çalıştı.

2019’da Kısa adı GDBOB olan (Örgütlü Suçlarla Mücadele Amirliği) mahkeme kararı olmadan seri baskınlar, saldırılar gerçekleştirmeye başlayınca vatandaş ürktü. Avrupa Birliği parlamentosu seçimleri kitlenin GERB partisinden çekindiğini ortaya koydu. Yerel seçimlerde Başkent Sofya’da 8 ilçe belediyesi başkanı değiştirildi. Başsavcı ve Dolandırıcılıkla Mücadele Komisyonu başkanı seçiminde adeta bir iç savaş yaşandı. Yürüyüşlerde “Başsavcı Cumhuriyeti İstemiyoruz” sloganı taşındı. Seçimlerde 37 716 aday kimliği yoklaması yapıldı ve 30 yıl geçmesine rağmen hala 1 608 gizli polis ajanının yönetime aday oldukları açıklandı.

2009’dan beri toplanan birikim GERB partisinin Bulgaristan’da Halk devletinin ilkesiz adaletsiz yönettiğini gün ışığına çıkarmış oldu. İktidarın üst katlarındaki dalavere, dolandırıcılık ve rüşvet olayları Bulgaristan’ı dipten sarstı. Skandal olaylar AB komisyonlarında ve ABD Senatosunda görüşüldü. Yüz karası olaylar açıklanırken GERB partisinin 2.adamı Başkan Yardımcısı Ts. Tzvetanov, Adalet Bakanı S. Tzaçeva, daha birkaç Bakan ve Bakan yardımcı, Dolandırıcılıkla Mücadele Devlet Komisyonu Başkanı ve birçok başka kurum yetkilisi görevlerinden alındı. Bulgaristan’da 7.8 milyar levayı “konuk evi” için kendi adamlarına dağıtan Tarım Bakanı da istifaya zorlandı.

2019 Yılının tablosunda göze çarpan birkaç örnek daha verelim: Bulgaristan’ın Birincilikleri neler;

  • Nüfusu sürekli azalan Bulgaristan binde 16,5 ölüm oranıyla dünya birincisi oldu.
  • Kanser hastalıklarında ise, Avrupa birincisi oldu.
  • Hayvan salgınları 300 bin domuz, binlerce koyun ve keçinin imha edilmesine neden oldu.
  • BTK bankasından 7.2 milyar leva çalındı ve hırsızlar hala bulun(a)madı.
  • 240 kişilik mecliste, her biri 6.900 leva maaş alan milletvekilleri genel kurul çalışmalarına 5656 gün gitmedi, komisyon çalışmalarını da 828 gün boykot etti.
  • Bulgaristan’da 1500 okul kapalı kaldı. 17 bin çocuk okula gitmiyor.
  • AB’nin en yoksul ülkesi Bulgaristan’dır.
  • Birleşmiş Milletler istatistiklerinde mutsuz insanlar ülkesi sıralamasında başta gelirken,
  • “Blunberg” TV’ye göre ise, Bulgaristan ahlaksızlıkta birinci olup manevi sefalet yaşıyor.

Protesto eylemlerinin yılı da diyebileceğimiz 2019’da özürlü çocuklu anneler hak ve adalet arama direnişleri uzun sürdü. Başbakan Yardımcısı ve NDSB Başkanı Valeri Simyonov ile Sosyal Hizmetler ve Emek Bakanı Petrov’u istifaya zorlandılar. Bulgaristan ayrıca Uluslararası dolandırıcılık boyutu alan ve adına “yoksul halkın hakkını yemek” diyebileceğimiz uygulamaların kamuoyuna duyurulması yollarının kapanması için ana muhalefet partisi BSP ve küçük muhalefet HÖH – Hak ve Özgürlük Partisi liderlerinin ve çevresinin de derinleşen yolsuzluklardan susma payı aldığı gün yüzüne çıktı.

Özetlerimizde belirgin olan şudur: Güney Doğu Avrupa’nın neredeyse Asya ile sınırını koruyan ve uluslararası “göç ve kaçak” akımını sözde durduran Bulgaristan’da, 2017’den beri aşırı milliyetçi, ırkçı, “faşizan” çevreyi temsil eden ve iktidar ortaklığına tırmanan üç siyası parti güçlendi.

Bunlar dolandırıcılığı tepeye çıkaran VMRO – İç Makedon Devrim Örgütü; NDSV – “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Hareket ve “Ataka” partileridir. 120 bin yabancıya 10 bin Dolar karşılığında Bulgar vatandaşlığı, kimliği ve pasaportu satan şebekeyi yöneten VMRO partisinin kirli işleri açıklandı. Sığınmacı ve savaş kaçaklarına kanal işletenler bir kısmı da tutuklandı. Bu olaylar ve suçlulardan ise hesap sorulmaması, devlet siyasetini tamamen kirletti. HÖH partisinin yeni faşistlerle ilişkisi de ilginçtir. Bir yandan dışarıda hükumetten çekilmeleri istenirken, mecliste önerilerinin hepsine oy verildi. Bunu anlamak mümkün değildi, fakat çıkarlar her şeyi değiştirebileceği de ortadaydı.

Yargı değinmişken, 2019’da “Başsavcılık Cumhuriyeti”, “Başsavcılık Demokrasisi” gibi siyasi yakıştırmaları hak eden Bulgaristan adaleti, Müslüman Türklere 1984-1989 yılları arasında uygulanan devlet terörü, zulüm ve soykırım denemesine karşı 1991’de açılan davalardan birkaçı istisna dışında, sonuç alınmadı. Bin bir çeşit engellemeler hep o savcılıktan geldi.

Bulgaristan siyasi kamuoyu 1989 Mayıs ayaklanmamızın diktatör Soykırımcı-Jivkov’u devirdiğini ve demokratikleşme sürecini açtığını bugün de kabul etmiyor. Vatan toprağından sökülüp atılan Türklerin faciasını “Büyük Göç” masallarıyla anlatmaya devam ediyor. Aynı zamanda katmerleşen bunalımlar içinde boğulan Bulgaristan’ın bir tek Türklerin öncülüğünde dirileceğine ve zulüm ederek millet oluşturulamayacağına da hala inanmak istemiyorlar. Komşu ülkelerde Bulgarların isimlerinin de değiştirildiğini ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin isim değiştirmeyi “suç kabul etmediğini” iddia ederek, kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar.

2019’da Bulgarları rahatsız eden bir unsur da, Türklerin kendilerinin Bulgaristan’da yaşayan en güçlü, bilinçli, dini, dili, yazısı, edebiyatı, sanatı ve kültürü olan, hakları uğruna motive olmuştu. Olağanüstü sabırlı ve ana-vatan Türkiye’nin gücünü ve Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bilge liderliğini duyumsamadan kaynaklanırken, büyük liderin artık Bulgaristan Müslümanlarını asla ezdirmeyeceğine inanmalarından giderek daha fazla çekinmeye başladılar. Türkiye’de diğer Cumhurbaşkanlarından farkı şuydu;

  • İnönü “Edirne’den Karsa” sloganı kullanırken,
  • Özal “Adriyatikten Çin Seddine”
  • Yeni Başkanın sloganı ise “Nerede bir Türk Varsa” sloganı geliştirmişti.

Bulgaristan Türkleri yapılacak yeni anayasa değişikliğinde, seçim sistemi değişikliğinde, kişisel ve kolektif hak ve özgürlüklerinin, devlete karşı yükümlülüklerinin madde madde sınırlanmasında ısrar ediyorlar. Artık dış ülkelerdeki çifte vatandaşların tüm seçimlere seçilen ve seçen olarak katılmak, posta ile oy kullanmak ve derneklerin aday göstermesinin yasallaşmasına hemen geçilmesini öneriyorlar.

Bununla birlikte, soykırım denemesinin 35. ve zorla göçe zorlanmalarının da 30. Yıl dönümü toplantılarında, sempozyum ve panellerde “Soğuk Savaş yıllarında etnik temizleme siyasetine maruz kaldıkları”, Bulgaristan’da göçe zorlanmalarının “totaliter rejimin etnik arıtma siyaseti olduğunu”, 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan’da soykırım denemesi yapıldığını, Kültürel Soykırım gerçekleştirildiğini ve şu anda da dil milliyetçiliği yapılarak, Türkçe’mizin devlet okullarında zorunlu ve seçmeli okunmasına engel olunduğunun tarih ve edebiyat ders kitaplarına işlenmesi gerektiğine vurgu yapıyorlar. Bununla birlikte şu dönemde geçici bir uzlaşmaya açılmak için, yardımcı ders kitaplarında, Todor Jivkov diktatör rejiminin yıkılmasında 1989 Türk Ayaklanması ve 52 direniş hareketinin rolünün işlenmesi zorunlu olmuştur.

Bununla birlikte, 2019 yılında dil, gelenek, kültür, edebiyat ve sanat terörü şeklinde tüm azınlıklara karşı devam eden Bulgar milliyetçi saldırıları devlet politikası olarak şiddetlendi. 1882’de bir devlet politikası olarak başlayan Bulgaristan’ı Osmanlı kalıntılarından ve Müslümanlardan arıtma siyaseti günümüzde Roman-Milletten de arıtma biçiminde yeni bir vahşetle devam ediyor. Avrupa Birliğinden parasal fonlarla da desteklenen Romanları bütünleşme yani asimile etme siyasetini uygulama programını aşırı ırkçı VMRO partisi yeniden hazırladı. Daha Bakanlar Kurulu onayını almadan uygulamaya koydu.

  • Gabrovo belediyesinde getto ateşe verildi.
  • Gırmen belediyesinde Roman evleri yıkıldı.
  • Polovdiv (Filibe) ili Maritsa Belediyesi “Voybodino”  köyünde, Asenovgrad, Varna, Ruse (Rusçuk), Sofya ve başka şehirlerde mahalle saldırıları şeklinde uygulanmaya kondu.

Romanları yaşadığı “getto” mahalleleri yakıldı yıkıldı. Bu barbar gelişmede yeni olan son vahşet olaylarını ilk kez ortak dilekçesiyle mahkemeye taşıyan Romanların dava kazanmasıdır. Ne var ki, daha önceki yıllarda Bulgaristan Müslümanların Diyanetin Baş müftülüğünün totaliter komünist dönemde gasp edilen cami, medrese, hamam, kahve-dükkân saldırıları şeklinde uygulamaya konarak, bağ bahçe, işlenir toprak, orman, koru, otlak vb mülkleri geri almak için açılan davalar kazanılsa da hiç birleş alınamadı.

Romanlar da 2019’da “doğduğu evde, mahallede ve yerleşim yerinde yaşama hakkı” davalarını kazandılar. Fakat Bulgaristan’da belediye yönetimleri mahkeme kararını tanımadılar. Olaya Helsinki İnsan Hakları Konseyi el attı ve dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı. Bu gelişme, Avrupa İnsan Hakları Çerçeve Antlaşmasının azınlık ve kolektif haklar maddelerini uygulamayı kabul etmeyen Bulgaristan’daki adaletsiz sistemin 2020’de çıkacak kararla delinebileceği umudu doğdu.

Şiddetlenen Roman probleminden örnekler anımsatıyorum. Bugüne kadar benzer durumlarda Romanlar iki defa Bulgaristan’dan topluca “defolun” teklifi almıştır.

  • Birinci öneri Hindistan Başbakanı Bayan İndira Gandi tarafından 1981’de Bulgaristan’ı resmi ziyareti esnasında Sliven (İslimye) şehrinde yapılmıştı. Hindistan lideri, “Çok fazla rahatsız ediyorlarsa, hepinizi Gang nehri boyuna alayım” demişti.
  • İkinci öneri ise, Bulgar Bilimler Akademisinde görevli ve Sosyalist Parti yönetiminde yer alan Prof. Dr. N. Mizov tarafından “tek taraflı biletle hepinizi Birleşik Amerika’ya gönderelim” şeklinde dile getirilmiştir.
  • 2007 yılından sonra AB sosyolojik kurumlarının Bulgaristan’da demografik sorunlar konusunu araştırmada bulunurken, 2030 yılından sonra ülke nüfusu çoğunluğunun Roman-Millet azınlığı lehinde değişme olasılığının ortaya çıkmasıyla, bu azınlığa karşı ırkçı saldırı yönleri kesin biçimler aldı. Halen AB ülkelerinde Bulgar Romenleri koloniler halinde örgütlenmiş olup toplam 3 milyon Bulgar gurbetçisinin büyük bölümünü oluşturuyor, anadillerini kullanarak yetersiz koşullarda ama sıkı dayanışma halinde yaşarken, memleketteki yakınlarına da mali destekte bulunuyorlar

2019 yılında Bulgaristan’da yaşanan en önemli sosyal ve siyasal olay da yine Romanlarla ilgilidir. Avrupa Konseyi’nin “Kadına Şiddetle Mücadele” konulu İstanbul Sözleşmesinin uygulanmasından Güney Bulgaristan Roman topluluğunda baş gösterdi. Azınlık çocuklarına sosyal ve eğitimsel destek amaçlı AB fonlarından gönderilen 134 milyon Avro ile Bulgaristan’ın bazı yerleşim merkezlerinde yerleşkeler şeklinde kurulan sosyal tesislere toplama programına tepki olarak gerçekleşti. 2018’de 3 binden fazla Roman çocuk bu girişimle sosyal görevliler tarafından ailelerinden koparılmış ve yerleşmelerde kapsule edilmişti. Programın Ekim 2019’da yoğun uygulamaya geçirilmeye başlandığını gören Roman ana babalar, 100 bin kişilik bir ortak protesto eylemiyle 44 bin öğrenciyi okuldan aldı ve sosyal görevlilerin çocuklardan el çekmesini ve “mavi oda” adlı okullarda ailelerindeki sosyal durum üzerinde araştırma yapan özel donanımlı sosyolog odalarının kapatılmasını talep ettiler.

Roman ailelerin çocuklarını savunma ve yaşam tarzlarını Avrupa Konseyinin “jender” programından koruma eylemi, aynı anda ve 15 kentte birden düzenlendiğinden dolayı B.Borisov hükumetini sarstı ve hükumet ortağı VMRO milliyetçilerinin Romanları aşamalı asimile etme programının şimdilik rafa kaldırılmasını sağladı.

İşte böyle sürekli kaynayan bir sosyal ve poltitik ortamda Bulgaristan’da birincisi Mayısta, ikincisi de Ekim sonunda 2 önemli seçim yapıldı.

Birinci Mayıs 2019 seçimlerinde Bulgaristan Avrupa Birliği parlamentosuna 4. kez 17 milletvekili seçildi. Seçime 13 siyasi parti, 7 koalisyon ve 9 bağımsız aday katıldı. Brüksel’e ;

GERB -6,
BSP     -5,
HÖH   -3,
VMRO -2 ve
Demokratik Bulgaristan (DB) 1 milletvekili gönderdi.

Seçmen aktifliği AB ortalamasında 50,66 iken, Bulgaristan’da % 32,64’da kaldı. İktidar partisi GERB milletvekili sayısını korurken (6), muhalefetteki sosyalistler 2014’e kıyasla milletvekilleri arttırdı. HÖH partisi de 1 yer kaybetti. Bu seçimlere ilk kez giren “Demokratik Bulgaristan” genç hukukçu Sayın Radan Kınev’i AB Parlamentosuna gönderdi. Bu gelişme, Bulgaristan siyaset arenasına, anayasa değişikliği, adalet reformu ve hukukun üstünlüğünü ve insan haklarına saygılı bir yeni siyaset akımı çıktığını gösterdi. Soydaşlarımız AB pasaportları olmalarına rağmen bu seçime de katılamadılar.

Bu hamle Ekim ayında yapılan yerel seçimlerde daha da derinleşti.
2009’dan beri 11 seçimi ard arda kazanan GERB partisi yeniden geriledi, 5 il merkez belediyesini kaybederken, asıl mücadele başkent Sofya Belediye başkanlığı için yürütüldü ve ilk defa %50’yi aşamayan GERB adayı Yordanka Fındıkıva %49,6 ile kazanırken, bağımsız aday Maya Manolova 2 kat artan sosyalistlerin oylarını alarak % 46’ya ulaştı. “Demokratik Bulgaristan” adayları da başkent ilçelerinden 8’ini ve Büyük şehri belediye meclisi üyelerinden üçte birini ele geçirmiş oldular.
Kırcali Belediye Başkanlığını 4. Kez kazanan mühendis Hasan Aziz ile birlikte karma bölgelerde belediye başkanlıkları, belediye meclis üyelikleri ve muhtarlıklar için GERB ve BSP ile HÖH arasında kıyasıya bir seçim mücadelesi verildi ve karma bölgelerde Türk egemenliği korundu.

1991 seçimlerinden beri Bulgar partilerinin gelenek haline getirdiği Türklerden belediye başkanı ve muhtar adayları göstermeme geleneğini de sürdürdüler.

“Türk” partisi HÖH binden fazla muhtarlık kazandı. HÖH partisinin hak ve özgürlük davamıza sağdık olduğu kanıtlanmayınca Müslüman Türk seçmen Hak ve özgürlük Hareketine geri döndü. Parti ancak çoğulcu sisteme göre kullanılan oyları kabul ettiğinden, yerel seçimleri en fazla oy alan ya da adaylığı seçmen tarafından işaretlenen adayın seçilme ayrıcalığı olsa da bu defa da uygulanamadı.
Türk bölgelerinde tek kişilik diktatörlük kurulmuş durumdadır. Emirler Sofya’dan geliyor.
Türkiye’deki soydaşlarımızdan yılda 6 ayını Bulgaristan’da geçirmemiş olanlar belediye seçimlerinde de oy kullanamadılar. Yani Bulgaristan dışında olanlar oy kullanmasınlar dediler. Demek oluyor ki, gelecek seçimlerde bu kişilerin oyu çok etkili olacaktır, Bulgaristan’da değişimi bu oylardan gelecek gibi…
Bu hak, Bulgaristan dışında ve Avrupa ülkelerindeki gurbetçilerimize de tanınmadı. Yasa dışı uygulamalara tepki gösteren Türkiye’den BULTÜRK Derneği, Almanya’yı örnek göstererek posta ile oy kullanma ve 6 ay ülkede kalma şartının kaldırılmasını isterken, Sofya Meclisinde HÖH milletvekilleri tarafından desteklendi. 2016’dan başlayarak iktidar ortaklığı HÖH partisini kendi stratejik çıkarları için kullanıyor ve fahri başkan hain-A.Doğan ve kukla-Genel Başkan M.Karadayı gibi özel kadroları bol keseden yemleyerek, partiyi kullanıyorlar. Türkler bunu hissetiler özellikle Bulgaristan dışındakiler bu sebeple mi oy kullanıldırmadılar acaba…

Bu gelişim tablosu içinde, yılsonunda Bulgaristan’ın Pernik ve bazı başka il merkezi ve köylerinde içme suyu ve çevre kirliliği krizi gelişti.
Olaya tepki gösteren Bulgaristan Sosyalis Partisi 2020’nin ilk günlerinde 4. Gensoru ve erken seçim isteğine hazırlanıyor. Cumhurbaşkanı R. Radev de kamuoyu temsilcileri ve mecliste grubu olan partilerin ileri gelenleri ile görüşmeye davet ederek anayasa değişiklikleri yapılması için Büyük Millet Meclisi seçimi yapılmasını önerdi. 2020’de yapılacak erken genel seçim “Demokratik Bulgaristan” ve “Böyle bir Ülke Olamaz” partisini de meclise taşıyabilir. Bulgaristan’ın yönetimi bu partilere verile bilinir, tabi doğru anlatabilirlerse kendilerini bu yönetim boşluğunu doldurabilirler.
Bu iki partinin özellikle Bulgaristan’da ve dışarıda yaşayan Müslümanları kucaklamaya yöneleceğine kuşkuyla bakanlar çoğunluktur. Çünkü Bulgaristan sanki önceden parçalanmış ve siyasete dalmış istidatlı kadroların dosyaları Moskova’ya çıkarılmış ve hepsi uzaktan kumandalı ve birbirine dokunmadan Moskova’dan ya da başka bir yerden yönlendiriliyorlar. Geçmişi temiz genç kadroların siyaset sahnesinde boy atmaları engelleniyor.  Eskiden Aleksandır Stanboliyski’nin çabaları Rusçuk Valisi Mithat Paşa reformlarından ilham almıştı. Hamlede, Bulgar ve Türk köylüleri aynı yolda toplayan bir gizem vardı. 1929’da Türk Milli Kongresi, Turan teşkilatları ve sportif ve sanat dernekleri bu ortamda toplanmış birleşmişlerdi. Bulgar devletinin desteklediği gericiler de bu günkü HÖH’çüler gibi onlara karşıydılar. Al.Stanboliyski’nin Çiftçi Partisi 1923’te yasaklansa da, 1944’te monarşı rejiminden çıkan Çiftçi Partililerin sayısı 800 bin kişidir ve komünist rejim tarafından 1953 ‘ten sonra “Belene” kampına sürülmeye başladıklarında aralarında büyük sayıda Türk çiftçisi de vardı.

Şu iyi bilinmelidir ki, birkaç kuşak kesintiden sonra, hele 1992 çöküşünden sonra Bulgar iktidarında Mithat Paşa ve Al. Stanboliyski ruhunu bulunmadı çık(a)madı.
2019 yılında Bulgaristan’da Hasan TAHİR’in öncülüğünde altı bin kök safran ekildi. Bu bitki toprağımızı sevdi. Yatırım bulunabildiğinde Türkleri tarımda ve işleme sanayinde örgütleme yolu açılabilir ve politik arenaya yeni bir güçle çıkılabilir. Bu iyi bir fırsat ve bu fırsat kaçırılmamalıdır diyor Hasan TAHİR Abimiz.

Bir buçuk asra yakın bir sürede Bulgaristan’da Türklerden başka hiçbir azınlığın politik parti tescil ettirememesi, HÖH dışında ve HÖH’ten kopma 7 siyasi parti kurulsa da hiç birinin Müslüman ortamda kök salamaması kökleşememesi düşündürücüdür. Hepsinin de Bulgaristanın muhbirleri olması da düşündürücüdür. Oldukça uzun olan bu tarihsel süreçte Türklerin gönlünü kazanan Bulgar partisi örneği olarak ancak Aleksandır Stanboliyski tarafından kurulan Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği olmuştur. Köklü tarım reformu yapmaya çalışan Stanboliyski, azınlıklara el uzattığı için monarşi ajanları tarafından katledildi.

1878’den beri devam eden ve 6 kitlesel göç ve kesin yok etme aşamalı soykırım deneme süreci yaşadı. Bulgaristan’da Müslüman Türkler bu yıl da anadillerini serbest kullanabilme, geleneklerine, sosyal ve ekonomik yaşama daha aktif katılma, politik yaşama öz temsilcileriyle dönme mücadelesine devam ederken, insan hakları ve kültürel özerklik mücadelesinde Makedon azınlığın bile arkasında kaldı. 30 yıldan beri onları temsil eden bir politik parti olmasına rağmen, daha 1993’te “bana güvenin” yalanıyla aldatıldıklarını fark eden, istihbarat servisleri tarafından biçimlenen politik bünyeden 7 parçalanma halinde ayrılsalar da, yeni bir bünyeye akıtamadılar birlik ve beraberlik oluşturulamadı.
Sayıları 120 bin küsur olan Makedon azınlık, Bulgaristan Türkleri gibi kimliğini meşrulaştıramıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde 3 dava kazanan ve kararları Avrupa Konseyi Hukuk Komisyonu tarafından onaylanan OMO-İninden örgütünü “Bulgaristan’da Makedon yok” gerekçesiyle yerel mahkemeler tescil etmiyor. Yugoslavya’dan ayrılıp 1991’de bağımsız Makedon devleti ilan edilmesinden ve 2018’de Bulgaristan ve 2019’da da Yunanistan’la antlaşma imzalayan Üsküp hükumeti, NATO ve AB üyeliği hazırlıklarına öncelik verirken Bulgar hükumetiyle “tarih”, “dil” ve kimlik” konularına takıldı ve Sofya, yukarıdaki üyeliklerle ilgili “veto” hakkını kullanmadan söz ederken ciddi gerginliğe neden oldu. Bu gelişmeler Bulgar milliyetçiliğinin ülkedeki azınlıkların kimlik hakları ve Balkanlardaki yeni denge açısından çok ciddi sorunlar yaratma stratejisine kilitlenmiş olduğunu kanıtlıyor.

21 yüzyılın başında büyük bir yoğunlukla devam eden Bulgaristan Müslüman Türkleri ve diğer azınlıkların Kimlik davası, temel insan hakları ve azınlık hakları davası son aşamasına girmiş bulunuyor. Bu yeni aşamada çocuklarımıza anadilimizi öğretmek, hepsini okutup iyi yetiştirip öncülük yapmak görevimiz oluyor. Ekonomik sorunlarımızı öz çabalarımızla çözme yollarını aşarken siyasi alanda örnek ve öncü olmaya yönelmeliyiz.

Elleri harama bulaşan Bulgar siyasetçilerinin özellikle de HÖH liderlerinin de zamanı doldu ve fenerleri sönüyor, pilleri bitiyor. Totaliter milliyetçiliği sürdürebilmek için HÖH liderlerine para akıtanların da günleri sayılıdır. Allah Bulgaristan halkına yardımcı olsun.

Aralığın son günlerinde yeni yıla girerken umutlarınızın gerçekleşeceğine kalpten inanıyor, hiç ümitsiz kalmamanız yeni bir gelecek ve yeni bir başlangıç olur inşallah. Öncelikle Bulgaristan Türklerinin ve Türk Dünyasının Yeni Yılını Kutlar sağlıklı, başarılı ve mutlu günleriniz olsun. Mutlu insan sevgisine ve kendine güvenendir. Sevgi bütün kapıları açar. Selam ve dua ile Allah’a emanet olun her şey gönlünüzce olsun. Yeni 2020 yılınız kutlu olsun…

Reklamlar