Tarih: 19 Ocak 2019
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu:  2019 tablosunu birlikte çizelim.

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BGSAM) olarak 2018 olaylarını değerlendirip 2019 yılı beklentilerimize işaret etmemiz kolay olmadı. Çünkü biz bir siyasi parti olmasak da, vardığımız politik sonuçların Bulgaristan Türklerinden her üç kişiden birine ulaştığını ve kitlemizi etkileyip tavır belirlediğini biliyoruz.

Buna kanıt ise, geçen yıl Bulgaristan’a giden ve Türkiye’ye gelen vatandaşlarımızın hemen hemen 2 kat artmasıdır. Bulgaristan’ın en büyük komşusu olan Türkiye kapısının daha geniş açtı. Haftalık alış verişler artık Edirne pazarında yapılıyor. Biraz eğlenip güzel bir hafta sonu geçirmek isteyenler İstanbul’a atlıyor. Kıtalar arası uçmak isteyenlerin ilk durağı İstanbul Havalimanı oldu. Hatta Doktora ve mevsim tatiline gidenler bile Türkiye’ye yöneldi. Türkiye’de Emeklilik hak eden soydaşlarımızın birçoğu ise geri köylerine dönüp birçoğu arıcılığa vs. işlerine başladı. Keklik ve tavşan avına gelenler de var vs vs.

Bulgaristan’da, Bulgaristanlı Türkler ve genelde Bulgar halkı için 2018 bir durgunluk yılıydı, hatta konuları siyasete bağlamadan edemeyenler geçen yıl birçok konuda geri dönüşten, gidişin geri vitese takıldığından söz edenlerde vardır. Genel kanıya göre, geçen sene Bulgaristan’da insan hakları, azınlık hak ve özgürlüklerini savunanlar büyük ölçüde pes etti. “Bu siyaset insanlarıyla yol alınmaz” deyip ülkeyi terk edenler geçen yıllara göre daha da arttı. Politik sahnede seçmenlerle seçilenler (milletvekilleri ve siyasetçiler) arasındaki ilişkiler iyice koptu ve uçurum derinleşti.

III. Bulgar devleti olarak anılan, 1878’den sonra geçen 140 yılı baştanbaşa kapsayan dönemde, en az doğumu olan geçen sene 2018’de oldu. 2017’e kıyasla % 8 gerileme var.

Son sayım 2011’de yapılmıştı. 2 sayım arasında Bulgaristan nüfusu içinde etnik Bulgarların oranı 1 milyon kişi azalmış bulunuyor. Bunlar Bulgar Bilimler Akademisinin resmi verileridir.

Bulgaristan’da hayatın geri vitese takıldığını bir tek demografi (nüfus) olaylarında değil, aynı zamanda ekonomik bunalımın derinleşmesinde de izledik.

Bir defa dış yatırımlar 2017’ye göre 2018’de 2 defa azaldı.

Sabit olan bir şey varsa o da geçim derdinden ötürü Batı ülkelerine taşınan ailelerin ülkede kalan çocuklarına veya anne ve babasına gönderdikleri yardımların artmış olmasıdır.

2017’de Bulgaristan’da kreş, anayurdu, okul, elektrik, su, çöp vergisi ve yol parası ile yaşlılara ilaç parası olarak gelen bu paralar 1 milyar Euro civarında iken, 2018’de 1 milyar 230 milyon Euro’yu buldu. Bu paraların 200 milyon Euro’su Almanya’dan gelirken, sıralamada İspanya, İtalya ve Yunanistan, ardından da ABD geliyor.

Okyanus ötesinden gelen para 160 milyon Dolar’ı buldu.

Fakat bu paralarda bir yandan artma eğilimi görülürken, gurbetçilerimizin vatandaşlık alması, çocuklarını yanlarına almaları ve yaşlıların da bu dünyadan ebediyete göç etmesi sonucu hızla azalma tandansı da kapıdadır.

Öte yandan, Bulgar devleti yakın ve gözle görülür bir uzak vadede hiçbir getirisi olmayan yatırımlar yapmaya devam ettiği gözden kaçmıyor.

Bunlardan birkaçı şunlardır:

1) Eski baraj duvarlarının onarımı ve kapaklarının değiştirilmesi için 500 milyon leva harcandı;

2) MİG 29 marka eski Sovyet askeri uçaklarının onarımı için Rusya’ya 500 milyon Euro ödendi;

3) Yatırımcı olmadığı için inşaatı temelde kalan “Belene” Nükleer Enerji Santrali reaktörlerinden birisi için açılan uluslararası dava sonuçlanınca Rusya’ya 1 milyar 200 milyon Euro ödendi;

4) “Güney Akım” doğal gaz boru hattı projesini kaybeden Bulgaristan, “Türk Akım”dan doğal gaz alıp Avrupa’ya taşımak için ülkeye yeni boru hattı döşemeyi hayal ediyor ki, bu tasarımın tutarı da 1 milyar 350 milyon Euro’dur vs.

İşte böyle bir ortamda, NATO ve Avrupa Birliği siyasetini güçlendirip bağları pekiştirmek gündem oldu. 2004’ten beri yani 15 senedir Bulgaristan Kuzey Atlantik Paktı üyesi bir Güney Doğu Avrupa ülkesidir. Bu sürenin 10. yılında Bulgaristan’da artık eskiyen Rus savaş uçaklarının yerine yenilerinin nereden alınacağı, savunma mı yoksa saldırı uçağı mı olması gerektiği tartışması sürdü gitti. En fazla İsveç yapımı “Gripen” ve ABD imalı “F-16’lar” üzerinde duruldu. Ucuz olsun diye Portekiz’den 2. ve 3. el “F-16” savaş uçakları alınması müzakere edildi. İkinci Borisov hükümetinin Savunma Bakanı, Reformcu Blok (RB) ortaklarından Çiftçi Partisi lideri Nenkov bu Arapsaçı müzakerelerde savcılığa düştü. 2019’un ilk günlerinde meclis “F-16” uçakları için ABD ile görüşmelere başlama kararını onaylarken, III. Borisov hükümeti de parçalandı. Meclis oylamasında ana muhalefet partisi BSP – Bulgaristan Sosyalist Partisi – ile birlikte sıkı Moskof-cu siyasetleriyle ünlü “Ataka” ve “Volya” (İrade) partileriyle birlikte, hükümet ortaklarından

“Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi” (NFSB) karşı oy kullandı. Yazımızın başlığına TERAZİNİN DİRHEMİ (kantarı) dememizin sebebi şudur. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS-HÖH) Bulgar siyasetinde artık bozuk para durumuna, başka bir değişle dirhemlerden en ufak olanı durumuna düştü. Kendisini “sistem partisi”, Liberal Enternasyonal’in Bulgaristan kolu falan pişman olarak tanıtsa da, eskiden olduğu gibi altın para değil, gümüş para oldu. Şöyle ki, “F-16” uçaklarının satın alınması görüşmelerine oy vererek, Borisov hükümetini destekledi. Oysa eski DPS-HÖH, 1992’de meclis oyunlarıyla Filip Dimitrov hükümetini düşürmüş, 1992’de Lüben Beroh hükümetini kurmuş, 2001’de Sakskoburrgotski hükümetine, 2005’te de Sergey Stanişev hükümetine Türklerden başbakan yardımcısı ve bakanlar vermiştı.

O yıllarda DPS için “denge sağlayan parti” (balanscı) deniyordu. O dönemden günümüze kadar ufala – ufala terazinin en küçük dirhemi kaldı. Onu bu duruma getiren halktan ve halkımızın hak ve özgürlükler davasından, demokrasi ve adalet mücadelemizden kopması ve ruhunu finans oligarşiye satmasıdır.

İkinci büyük nedense, partinin kurucu ruhunun buharlaştırılmasından sonra kurucu kadrolarının hepsinin KGB ve DS gibi eski gizli istihbarat örgütlerinin operasyonlarıyla tasfiye edilmesi ve ülkeden kovulmaları, Türk kimliğini, din, dil, kültür ve gelenek ve yaşam tarzımıza dayanan medeniyetimizi yok edip, Türkiye ile olan doğal bağlarımızı baltalama çabaları oldu.

2018 yılı analizleri Bulgaristan Müslüman Türklerinin kolektif haklarını, devlet okullarında Türk dili, edebiyatı, Bulgaristan’daki Türklerin tarihi, kültürü ve İslam dini gibi derslerin zorunlu okul programlarına alınıp okutulması gibi acil sorunları çözmezse dağılacağını, daha da ufalacağını, meclis dışı ve politika dışı kalacağını defalarca kanıtladı.

2018’de derinleşen ve 2019’a da taşan bir başka konu da, yılın ilk altı ayında Avrupa Konseyi’nin Sofya’da çalışmasına rağmen sosyal ve sivil protestoların aralıksız sürmesi oldu.

Analiz sonuçları Bulgaristan vatandaşlarının % 78’nin sokağa çıkıp protesto eylemlerine katılmaya her zaman hazır olduğuna işaret ediyor. “Politik Sistem Öldürüyor” sloganıyla başlayan engelli çocuk annelerinin yasal düzenleme istekleri faşist başbakan yardımcısı Valeri Stoyanov’u istifaya zorlarken, 2 yönlü ana yol inşaatındaki rüşvet ve dalavereler sonucu, tamamen kalitesiz karayolu durumunun aldığı büyük sayıda kurban 3 bakanın birden istifasına neden oldu.

Geçen seneden 2019’a taşan protestoların ana kollarından biri ise, etnik nitelikli gösteri ve mitinglerdir. Başbakan Yardımcılarından, Onlar, Savunma Balanı K. Karakaçanov’un “edepsiz Çingeneler” ithamıyla başladı. Etnik çatışma derinleşti, “Voyvodino” köyünde (Plovdiv ili) 25 Çingene evinin yıkılması ve aynı köyde ikamet eden 350 Çingenenin kar kış demeden sokağa atılıp kovulması milli protesto eylemleri başlattı ve “Çingene (Roman) Yeni Yılı” olan 12 Ocak tarihinde Bakanlar Kurulu kapısına dayanan esmer kitle Başbakan yardımcısının istifasını istedi. Bu protestolar, Bulgar devletinin, artık ülkede en büyük etnik azınlık olan Çingenelerin Bulgar ulusuna entegre edilmesi politikasının tamamen çöktüğünü, kapalı gettolarda yaşayan bu azınlığın cahil, sefalet içinde, fakirlik katmanlarının en dibinde bırakıldığını, kültürel geleneklerine saldırılarınsa tüm şiddetiyle devam ettiğini ortaya koydu.

Olaylar, Çingene baronlarının da Çingene kitlesinden tamamen kopmuş olduğunu ve düşman oligarşiyi temsil eden siyasetçilerin sofrasına oturduğunu gösterdi. Bu gelişmeler, Bulgaristan’da ortak kültür oluşturarak medenileşme yollarının kapalı olduğuna işaret ederken, yarısı Batı Avrupa’da yaşayan, gözü dünya eli para gören Çingenelerin kin ve öfke dolmuş olduğunu da gün ışığına çıkardı.

Bu protestoların kökünde Başbakan Yardımcısı ve Savunma bakanı, VMRO partisi Başkanı Karakaçanov’un son yıllarda Makedonlara 100 bin Bulgar pasaportu satması, 28 milyon Euro rüşvet alması ve gerçekleri milliyetçilik perdesi ardına gizlemeye çalışması var.

Şöyle ki aynı milliyetçi bakan, Türkiye’deki soydaşlarımızın serbestçe seçime katılması, sandık sayısının kaldırılması gibi isteklere karşı kudurması gözden kaçmamalıdır.

Başka bir gerçekse şudur: 2009’dan beri iktidarda olan Başbakan B. Borisov hiçbir demecinde “Türk”, “Türk azınlığı”, “Türklerin hakları” gibi deyim kullanmamış, “Türklerin kimliğini tanımama” siyasetinde aşırı milliyetçilerle birlik olmuştur.

Çingene direnişlerinin sergilediği başka süreçse şudur: Etniklerden temizlenmeye çalışılan Bulgaristan’da Tuna boyu ve Koca Balkan’ın Güney etekleri coğrafyası genişletiliyor. “Türksüz köy ve kent” temizlik çaba ve tuzakları 2018’de Eski Zara (Stara Zagora) ve Yeni Zara (Nova Zagora) belediye ve muhtarlıklarında “Türkçe olan yer isimlerinin değiştirilmesi” biçiminde yoğunlaşırken, 2019 yılının da ilk günlerinde gettoların “yasa dışı, izinsiz kurulmuş olduğu” gerekçesiyle yıkılıp temizlenmesi şeklini aldığı göze çarptı. “Çingene-siz köy”  hortlamasında Bulgar komandolar, mavi bereliler, jandarma, polis ve futbol serserileri birleşti.

Ekonomik istekli protesto gösterileri benzin ve motorin fiyatlarının yükselmesini durdurma yönünde güç toplarken bir milli eyleme dönüşemedi. Sofya, Varna, Plovdiv eyaletleri sınırları içinde kaldı. Borisov elektrik, su ve yakıt giderlerine gelen 2019 zamlarını karşılamak için emekli maaşlarına 15-20 Euro zam yaparken, en yüksek emekli maaşı alanların tavan gelirini de 150 Evro arttırdı.

Devlet görevlileri –polis ve Ordulular – da bu arada ortalama % 10 zam aldılar. Şu da unutulmamalıdır. 2018’in daha 1 Ocak günü polis gücüne 100 milyon prim dağıtılmış, araçları ve üniformaları yenilenmişti.

Dünya politikasına askeri olaylar penceresinden bakıldığında, Balkanlar’da 21. asrın ilk 20 yılı ile 20 asrın ilk 20 yılı bir birine benziyor. 1912’de Balkan Savaşı, 1914’te de Birinci Dünya Savaşı patlamıştı. İlk defa Balkanlara “barut fıçısı” o zaman dendi. Şimdi de durum aynı…

Sırbistan, Rus savaş uçaklarının daha yetkinlerinden alırken, Yunanistan, Amerikan uçakları yığınağı yapıyor.

Bulgaristan’daki US askeri üslerinin sayısı 4 oldu. Arnavutluk’ta Avrupa’nın en büyük askeri deniz üssünün kroki hazırlanmış. Balkanlarda Kosova ordu kuruyor. Makedonya ve Bosna NATO kapısında… Balkan Yarımada da bir saman kurusu hazır kıvılcımı bekliyor, kibrit yanında…

Bulgaristan’da yayılmacı, saldırgan, savaşçı milliyetçilik de bir asır önce kışkırtılmış ve hareketlendirilmişti. Çar Ferdinand’ın İstanbul’a girip İmparator olma hayallerinden utananlar Tarih Müzelerinde ona ayrılmış bazı duvarları hala boş tutmaya devam ediyorlar.

Onun Tay duran Bulgar milliyetçilinin Makedonya ovalarında burnu kırılmıştı. Daha sonra ırkçılık goncalar bağlayan ve faşizm çiçekleri açanlar 100 yıl sonra yeniden yeşerdi. Bugün üç dallı da dikenli bir ağaç gibi açtı ve ikisi Rusya, birisi de Batı ile tozlaşmak istiyor. Gün boyu bütünleşmeden söz etseler de akıllarındaki tek renkli ekşi bir meyve ve bunlar “piç” (koltuk) deyip alt dalları kesmektir.

2019’da yeni terimler (kavramlar) da belirdi. Bunlardan biri etnosit değimidir. Sözlüklerde etnik olan yani etnos = halk, eşittir soy, kavim veya but olarak izah edilirken bir de sonuna Latincesi öldürmek yani yok etmek olarak açıklanmıştır. Kanatsız sinek gibi uçuyoruz. Bu kavramlardan hangisinin kuyusuna düşeceğimizi zaman gösterecek.

Etnosit değimi henüz Bulgaristan’da çıkan sözlüklere alınmamış olsa da, kravat takan gözlüklü profesörlerin konferans kürsülerinden yaptığı kesin tanımlardan şunları öğreniyoruz.

Özündeki anlam şudur: “Taşıyıcılarını biyolojik olarak öldürmeden dil, din ve kültürleri bilinçli olarak yok etmektir.”

Bu gibi işler bir devlet planına göre ve devlet eliyle yapıldığında genosit yani “soykırım” oluyor.

Etnosit kavramını bir boyut daha derin açtığımızda içinden çıkan ise şudur: “Anadilinde eğitim-öğretimi, anadilde konuşmayı yasaklamak, belirli bir etnik grubun çocuklarını aileden zorla koparıp almak.”

Soru: Biz bu işin neresindeyiz?

Birinci aşama okullarda anadilde eğitim Bulgaristan Çingeneleri için 140 yıldan beri yasak, Bulgaristan’daki Türklere bu yasak 60 yıl önce uygulandı ve devam ediyor. Gagavuzlar, Çeçenler, Ulahlar, Makedonlar ve Pomaklar kendi sınıf odalarının kokusunu asla nefes edemediler. “Koparma” meselesine gelince, çocuklarımız artık aileden koparılıp üç öğün domuz eti yedirilen, yalnız Bulgarca konuşulan anaokullarına toplanıyor, gitmeyenler için kara kaderin çöp tenekeleri icat edilmiş veya altında sefillerin sürünecekleri hayat minimumu çizgisinin üstüne kalın kalın beton dökülmüş. Bu mengeneden kurtulabilenler çocuğunu sırtlayıp Türkiye’ye ya da Batıya kaçıyor. Pek bilemesem de, çocukları zorla aileden koparma ve yeni sosyal tipler yaratma programı -“jender” – Avrupa’da kamuoyunda 12 yıl ısıtıldıktan sonra 2019’da Avrupa Konseyi (AK) üyesi ülkelerde (bu arada Bulgaristan) zorunlu uygulanacakmış. AK karar almıştır.

“Birleşmiş Milletler Teşkilatı bu işin neresinde?” sorusunu soranlar haklıdır.

Olay şöyle, İkinci Dünya Savaşı’nda analarıyla birlikte büyük sayıda Yahudi ve Çingene (200 bin) toplama kampı ocaklarında canlı canlı yakıldı. Erkek çocuklar aileden koparılıp bugünkü teröristler, canlı bombalar gibi eğitilerek, canlı torpido haline getirildi, klonlandı vs.

Bu nedenle 1948’de Birleşmiş Milletler bu vahşeti – etnosit, etnosit eylemler – gibi işlere “cezaya tabii suçlar” demekle yetindı.

Demek oluyor ki, şimdi bu kavga faşizme karşı kavga şeklinde yeniden kızışmalıdır.

2019’da bizleri yeni yeni ödevler bekliyor. Hedefimiz hep aynı Türk kimliğimizi korumak, insan haklarımızla birlikte azınlık haklarımızı da elde etmek ve demokrasi ve adalet mücadelesine devam etmektir. Bu aynı zamanda soykırıma karşı siyasi mücadeledir.

Gördüğünüz gibi 2018’den 2019’da geçerken iğrenç olaylarla mücadele solucan ve kırkayakla kavga gibi bir şey. Bilim insanları, dışkıyla beslenen solucanların 5 kalbi olduğu artık kesin tespit edilmiş, birisini patlatsan 4 kalpli yaşıyorlar, son kalbi de patlatsan artık enciklemiş-üremiş olduklarını görüyoruz.

Bizim deyimlerimizle ayrık otu gibi. Dava dediğin öyle bir şey ki, angarya versek olmaz, kiraya versek hiç olmaz. Bu tuz torbası bizim ve taşımaya devam edeceğiz. Davamıza ihanet edip, bizi bir terazi dirhemi kadar küçültenlere lanet olsun.

Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.

Dostlarınızla paylaşınız.

Reklamlar