İbrahim SOYTÜRK

Tarih: 10. 06 2017

Dünyadan kopmuş ve tamamen unutulmuş köyler var Bulgaristan’da. Kırcaali ilinde 31 köyde insan kalmadığını ilk kez işittiğimde, “insansız köy olur mu? diye düşünmüştüm.

Komşu il Smolyan (Paşmaklı) ile Asenovgrat’ın tam arasında Rodop Dağları’nın tam ortasında Şipka (Köpek Gülü) adında bir köydeyim. İnsansız köyle ilk karşılaşmam… Gözüm açılıyor.  İnsansız köye giden yol yok.  Patikaların uzadığı yamaçlarda çam bellerine “Şipka” yazan tabelalar mıhlamışlar.  Onları okuya okuya geldim. Dağ yollarını bilmeyen birisinin refakati olmadan burasını bulmak zor!

Köyde 3 kişi buldum.  Nadejda, Rumen ve 33 yaşındaki oğulları Rosen.  Beni iki köpek karşıladı. 3 inek, 2 at ve keçileri var. İnsansız bir köy! Sarp bir yamaca yapışmış, çamların, kayaların,  kertenke, doğan ve kurtların arasında yaşamaya çalışıyor.

“Burada bu hayat değil. Bu hayata hayat denmez. Bir gün biz de belki ineriz ovaya, ama ne zaman!? “ Kendi kendine konuşuyor gibi başladı Nadejda.

“İnsan kalmadı. İnsansız olmuyor. Olmuyor işte!” Dernek karşı dağlarda göz geldirdi. Dağların havasını okuduğu yüzünden okunuyordu.

“Bizim köyde bizim üçümüzden başka kimse kalmadı. Yok. Köye uğrayan yaban yırtıcıların sayısı gelip geçen insanlardan fazla! Yol yok, şose yok, su yok, zor ama yaşıyoruz işte” bunları benim de görebildiğim için, kendisinden bir şey sormadım, o durmadı. Söyleyecekleri vardı ve anlattı: “Yıllar önce 45 aileydik.  Her ailenin birçok çocuğu vardı. Şimdiki gibi bir çocuklu aile yoktu. Bir gün ovadakilerin nasıl yaşadıklarını görmüşler ve köy söküldü. Dedi ve durdu. Köpeğinin başını okşadı.

1959 -60 yıllarında başlamış köy ovaya akmaya… “O zaman bizim burada hayat kötü değildi, doğamız çok güzel, komşularımız vardı, yaban meyvesi toplayıp geçinirdik. Kaderde yalnızlık varmış…”

Nadejda üçünün de adına konuşurken, birden kendini konu etti: “Kız arkadaşım vardı. 8. Sınıfa kadar beraber okuduk. Şehre inip okumak vardı hayalimizde. Para var ya şu kör olası. Bizimkiler, paralarını harcamayayım diye beni okumaya göndermediler. İkinci olarak da, evlenip de ovada kalırız diye korktular. Bu sohbetle iki yıl tekerlendi. Bir gün şimdiki erkeğim Rumen askerden döndü. Hazır askerliğini de bitirmiş, on yedimdeydim, evlendik. Kızım ve oğulum var. Kızım 14 yıl önce Haskovo’da evlendi. Onun iki kızı, benim de iki torunum var. Oğulum bizimle beraber. Bekar! İşte böyle tekerlendi gitti hayatımız…

Rosen karışıyor söze: 32 yaşındayım. Şehre inip orada yaşamak istiyorum. Bu dağlarda, çamların arasında, dere ve vadilerde dünyadan kopuk kaldık. 4 sene okula gittim. Ortaokula yazıldım fakat parasızlık engel oldu. “İmkânımız” yok dediler. Burası çok sarp bir yer. Keçi çobanıyım.

Annesi yakınmaya devam ediyor: Elindeki cep telefonundan kızıyla konuşuyor. Bizim burada ne dükkân, ne okul, ne elektrik hiçbir şeyimiz yok ediyor.  Şükür şu telefona!  Doktorsuzuz. Şimdi telefon edince yakın köylerin birinde görüşüyoruz. Köye gelmiyorlar. En büyük sorunumuz ekmek bulmak. Güz aylarında çuvalla un alıp buraya katır sırtında taşıyoruz. Kendi ekmeğimizi kendimiz pişiriyoruz. Bulursan ya da varsa yersin, yoksa açlıktan ölmek işten değil. Erik, kızılcık, ahlat ve yaban çileklerden komposto ve tatlı yapıyoruz.  Oğlan şehirden güneş pilleri getirdi. İki odaya lamba taktık. Bir gün yüklenmiş bir televizyon getirdi. O da güneş varsa çalışıyor yoksa kararıyor. Son 2-3 yıldır  iyi gibiyiz, fakat iyi miyiz kötü  müyüz, sağlığımız yerinde olsa, iyi gibiyiz…

Rosen de anlatmaya başladı. İki atı var onlara işaret ediyor. En yakın köy “Zagrajden” altı  sırtında 7 saat. Yıldan 3-4 defa gitmek zorundayım. Smolyan bizim köye 160 km. yola çıkmak için 4 saat dere tepe gitmek gerek. Zor oluyor. Dünyadan kopmuşuz. İnsansız zor. İçme suyunu sırtımızda taşıyoruz. “Şipka” çok yaşanası bir köy ama, devamlı burada yaşamak zor. Burada ömür geçirmek! Toplumdan kopmuşuz. İnsansız kolay değil.

Kocasını dinleyen Nadejda, ismi Bulgar dilinde “umut” anlamına geliyor. Kendi kendime hadi umut üret diyorum. Fakat yok. Bizim burada unut tohumu ölmüş. Dağ başında umut toplumu olur mu? Hayat kısır, derken bakışlarını karşı dağlar üzerinden yuvarlanan ve onların köyüne doğru inmeye başlayan bulutlara çevirdi. Ve bizde işte böyle “Umutlar geliyor, boşalıp gidiyor ve biz yine burada yenilerini beklemeye devam ediyoruz.”

Akşam oluyordu. Uzaktan gelen ses tekenin boynundaki çandı.

Umudun öldüğü köyde gecelemek zorunda olduğumu fark ettim.

Reklamlar