Neriman Eralp KALYONCUOĞLU

Tarih:  31 Ocak 2017

Konu:  Biz hepimiz aynı yolun yolcuları olduğumuz için mutluyuz.

Kalbur zaman içinde, vaktin birinde, çocukları olmayan, bir dede ile bir nene varmış. Sabahtan akşama ve akşamdan sabaha kadar hep ileri yaşta yapayalnız kaldıkları konuşuyor ve dizlerini dövüyorlarmış. Günlerden bir gün, nene pencerenin altını eşelemiş ve su kabağı çekirdeği ekmiş. Çekirdek bitmiş, uzamış ve çatıya çıkmış, sonra da damlalıktan aşağı pencere önüne sarkmış. Ucunda güzel bir su kabağı büyümüş. Nene kabağı sıvazlıyor ve “benim çocuğum da bu olacak” diyormuş.

Güz gelince su kabağını koparmışlar ve kapı arkasına koymuşlar. Bir gün nine ağıra hayvanların yayına giderken su kabağı da arkasından tekerlenmiş. Dede öküzleri suya götürse su kabağı da arkasından tekerlenmeye başlamış. Dede ile nine su kabağına “oğlumuz” dediler.

Derken yıllar geçmiş ve bir gün dede:

  • Artık oğlumuzu everme zamanı geldi, demiş.
  • İyi de, evereceksek, ona bir Çar kızı alalım, oğlumuz başka çocuklar gibi değil,

onun Çar damadı olması gerekir.

Dede bir torba yüklenmiş, değneğini almış ve Çar’a yollanmış.

  • Çar hazretlerini, kızını oğluma istiyorum, demiş yaşlı adam. Verir misiniz?

Çar biraz şaşa kalmış, fakat kız istemeye gelene kızman olamayacağı için, şöyle demiş

  • Vereyim de, önce benim sarayımdan daha iyi bir saray diksin şuraya gözümün

önüne, iki saray arasına altın kumla döşenmiş bir yol çeksin. Bir de altın fayton yaptırsın ki, binip de size ziyarete gelebileyim.

Yaşlı adam eve döner dönmez eşine Çar’ın isteklerini birer birer anlaşmış. Su kabağı anlatanları işitmiş, birkaç defa yerinde dönmüş ve sabah erken kapıdan çıkıp uzamış.

Ertesi sabah uyanan Çar, saray bahçesinde geziye çıkmış ve sarayının karşısında onunkinden çok daha güzel bir altın saray, ona giden altın kum döşeli bir yol üzerinde gidip gelen bir altın fayton görmüş.

  • Bre, bre demiş Çar, bu oğlan adam çıktı, kızımı vereceğim.

Görücülerin gelmesini bir iki gün beklemiş, fakat gelen giden olmamış.

Yardımcılarını yaşlı adamı davet etmeye göndermiş ve karşısında belirince şöyle demiş:

  • Dede sizin oğlan benim isteklerimi yerine getirdi, oysa siz kızı istemeye

gelmiyorsunuz. Yoksa siz vazgeçtiniz mi?

Yaşı adam şöyle cevap vermiş:

  • Vazgeçmedik geçmesine de, sarayı bina ederken oğlum çok yoruldu. Bir iki gün

istirahat ediyor. Yarın geliriz.

Ertesi gün yaşlılar kirvelerle birlikte Çara gidip kızı almışlar. Gelin su kabağını gördüğünce, eşinin bu kabak olacağını hemen anlamış, ağlamaya başlamış. Su kabağı kelini ayaklarına sarılmış.

Gelin sabah erkenden kalkıp kaçmayı planlamış. Yatağa girdiğinde bir de ne görsün su kabağından gün gibi güzel bir levent oğlan çıkmış. İkisi gece boyu konuşup sevişmişler. Sabah gelin şenmiş ve babasının sarayına dönmek istemiyormuş. Fakat gün ağarınca hemen su kabağının içine saklanmış.

Bir müddetten sonra Çar ile Çariçe kızlarını ziyarete gelmişler. Sukabağını görünce, kızlarını yeninden çekerek eve dönme hazırlıklarını başlatmışlar. Gelin baba evine dönmek istemiyor, neşeli ve halinden memnunmuş. Öyle olunca Çar olup biteni öğrenmek isteyerek kızın yatak odasına saklanmış.  Biraz sonra kız odasına girmiş ve yatmış. Ardından su kabağından çıkan kocası da yatağa sokulmuş. Çar uyumalarını beklemiş ve sonra boş su kabağını almış ve yakmış.

Sabah gelin kalkmış, giyinmiş ve işe güce hareketlenmiş. Oğlanda kalkmış ve ne görsün su kabağı bıraktığı yerde yok. Ne olduğunu hemen anlayan oğlan, son defa eşinin yanına gitmiş ve elveda için onu bağrına sarmış.

  • Senden ayrılmam çok zor güzeller güzeli, fakat kalamam, bir çift demir ayakkabı

eskittikten sonra beni bulabilirsin. Demiş.

Bu sözleri söyledikten sonra su kabağı sanki yerin dibine dalmış. Üç gün üç gece gözyaşı döken gelin yatağa girmemiş. Dördüncü gün ayağına bir çift demir ayakkabı geçirmiş ve eşini aramaya koyulmuş. Dere tepe, ova bayır aramış taramış ama eşini bir türlü bulamamış. O zaman güneşin yanına gidip ondan oğlanı görüp görmediğini sormaya niyet etmiş.

Çar kızı, Güneş Dağlarına varana kadar aylarca gece gündüz yürümüş. Oraya vardığında güneş çoktan doğmuş olduğundan dolayı yalnız annesini bulabilmiş. Gelin derdini dökmüş. Tam son sözlerini söylerken Güneş belirmiş.  Annesi gelinin üzerine üflemiş ve onu bir iğneye dönüştürmüş, yanmasın diye de bir  direğe saplamış.

Güneş soluklandıktan ve yemeğini yedikten sonra annesi olan gelinin başına gelenleri anlatmış ve olayı dikkatle dinledikten sonra güneş şöyle demiş:

  • Batıya doğru yola çıksın ve otuz< gün otuz gece yürüsün. Otuz birinci gün onuna

üç kurnalı ve üç yalaklı bir mermer çeşme çıkacak. Onunb eşi güneş batarken birinci kurnaya saklanıyor. Kurnanın ağzını kurşunla kapatsın ve kocası onun yanında kalacak. Çeşme başına oturan gelin beklerken ayakkabısına bakmış ve ne görsün demir ökçeler iyice aşınmış.

Tam gün batımında gökyüzünü siyah bir bulut kaplamış ve içinden dehşet saçan bir yılan çıkmış. Çeşmenin birinci kurnasına girmek için tam hızlandığında kurnanın ağzını tıkayan kurşuna vurmuş ve yere düşmüş. Ve ansızın o su kabağına gizlenen levent oğlana dönüşmüş. Genç karı koşa birbirine dolanmışlar, sevinç gözyaşlarıyla ağlamışlar ve evlerinin yolunu tutmuşlar.

Masalımız böylece sona ermişken bir de ondan alacağımız nasihatlere bakalım.

Kısa yolun sonu her zaman çukurdur.

Başlık parası isteyip işi zora süren Çar, olayların dış görünüşünü değiştirerek kızını mutlu etme çabaları da işi zora sürmüştür.

Gerçek başarı ve mutluluk her zaman kırt dağ ve derenin ötesindedir ve gayret göstermeden ve ter dökmeden onlara ulaşmak yanlıştır.

Bu gerçek, Bulgaristan Türklerinin kaydettiği her edinim için de geçerlidir. Ben hepimizin gün gelip çok mutlu olacağımıza inanıyorum. Mutluluk satın alınmadığına ve hediye de edilemediğine göre, ona kendi çabalarımızla ulaşmak zorundayız. Yolunuz açık olsun.

Reklamlar