Nevzat ÖZTÜRK
İlahiyatçı, Eğitimci Yazar 

Batı ülkelerinde artan İslamiyet düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve ırkçılık korkunç bir hâl aldı. “Özgürlükler Adası” diye yansıtılan Yeni Zelanda, dün utanç verici bir katliama sahne oldu. Christchurch şehrinde 28 yaşındaki Brenton Tarrant isimli bir genç ellerinde makineli tüfeklerle cuma namazı kılınan ibadethaneleri bastı ve 17 dakika arayla iki camiyi kan gölüne çevirdi. 49 Müslüman dua ederken şehit düştü.

Yeni Zelanda’da yaptığı katliamla dünyayı sarsan Brenton Tarrant isimli teröristin, korkunç planını iki sene önce yaptığı ve bunları YouTube kanalında 73 sayfalık açıklama ile duyurduğu belirlendi. Katil, açıklamasında geçmişi, planları ve düşünceleri hakkında da detaylı bilgiler paylaştı.

Kendisini “sıradan bir beyaz adam” olarak tanımlayan 28 yaşındaki terörist, “ düşük gelirli bir aileye mensup olduğunu, halkının geleceği için bir şeyler yapmaya karar verdiğini” ifade ederken katliamı doğrudan “Avrupalı topraklara olan yüksek göç oranını azaltmak için” işlediğini dile getiriyor. Katliamın gerekçelerini; “İşgalcilere topraklarımızı asla ele geçiremeyeceklerini, topraklarımızın bize ait olduğunu göstermek” olarak belirtiyor. Terörist, saldırı yeri olarak Yeni Zelanda’yı seçmesini de şu sözlerle açıklıyor: Yeni Zelanda’daki bir saldırı, dikkatleri medeniyetimize yapılan saldırıya, dünyanın hiçbir yerinin güvenli olmadığına, her yerde topraklarımızın işgal edildiğine ve dünyanın en uzak yerinin bile kitlesel göçten azade olmayacağına dikkat çekecektir.”

Kendisini “milyonlarca Avrupalı ve diğer etno-milliyetçi insanların” temsilcisi olarak gösteren terörist “Halkımızın mevcudiyetinin devamını ve beyaz çocukların geleceğini sağlamalıyız. Bu eylem, tarih boyunca yabancı istilacıların Avrupa topraklarına saldırıp yüz binlerce kişiyi öldürmesine, milyonlarca Avrupalıyı köleleştirmesine, Avrupa çapında terör saldırılarıyla binlerce Avrupalının öldürülmesinin intikamıdır” ifadesini kullanıyor.

Yeni Zelanda katliamı Batı ülkelerindeki Müslüman toplumunu endişeye sevk etti. Yaklaşık 25 milyon Müslüman’ın yaşadığı Avrupa’da 2017 yılında İngiltere’de 2 binden fazla İslamofobik saldırı gerçekleşti. Almanya’da 950, Polonya’da 664, İspanya’da 546, İsveç’te 439, Hollanda’da 364, Avusturya’da 256, Fransa’da ise 121 saldırı kayıtlara geçti. Yaklaşık 3,4 milyon Müslüman’ın yaşadığı ABD’de 2017 yılında 2 bin 600 saldırı olurken; bir milyon Müslüman’ın yaşadığı Kanada’da ise 70 İslamofobik saldırı meydana geldi. En son İsveç’te ‘Yakınındaki camiyi yak’ sloganı yazılı tişörtler yapılmış, bunlar internet üzerinden satışa sunulmuştu. İsveç’te 2018 yılında 38 cami ve mescit saldırıya uğradı.

Avrupa Parlamentosunun skandal Türkiye Raporu’nda, “Ayasofya’nın camiye dönüştürülmemesi” ifadesi yer almıştı. Yeni Zelanda’da onlarca kişiyi öldüren Brenton Tarrant da ‘katliam manifestosu’nda “Ayasofya’yı minarelerden kurtaracak ve Konstantinopol’ü yeniden bir Hristiyan şehri yapacağız” satırlarına yer verdi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun oğlu Yair Netanyahu da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alırken “Ona, İstanbul’un adının Konstantinopol olduğunu ve Türk işgalinden önceki bin yıl boyunca Bizans İmparatorluğu’nun ve Ortodoksların başkenti olduğunu hatırlatırım” diyerek saldırıda bulunmuştu.

Camiye saldıran terörist Tarrant’ın nefret manifestosundaki suikast listesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Londra Belediye Başkanı Sadık Han gibi isimler de bulunuyor. Terörist, Erdoğan’la ilgili olarak “İnsanlarımızın en eski düşmanı ve Avrupa’daki en büyük İslami grubun lideri” yorumunu yapıyor. Katil, Avrupa’da yaşayan Türkleri “etnik düşman” diye niteliyor. Terörist, Türkler için “Topraklarınızda huzur içinde yaşayabilirsiniz, size zarar gelmeyecek. Boğaz’ın doğu yakasında. Ama Boğaz’ın batı yakasında bir yerde yaşamayı denerseniz Avrupa’ya gelirseniz sizi öldüreceğiz’ ifadelerine yer veriyor.

Teröristin katliama imza attığı makineli tüfekleriyle şarjör ve yeleklerini yazılarla donattığı belirlendi. Yazılarda geçmişte Avrupa’nın Müslümanlara karşı verdiği savaşların tarihleri, bu savaşlarda yer almış Batılı figürlerin isimleri, Nazi sempatizanı ve İslam karşıtı ifadelerin yer aldığı görüldü. Tarihte Osmanlılara karşı savaşmış Lazar Hrebeljanovic, Milos Obilic, Baja Pivljanin ve Novak Vujosevic gibi Sırp figürlerin isimleri ile Osmanlı donanmalarını yok eden muharebelerin tarihleri ve amirallerin isimlerinin yer alması “Katil, Batı’da artan İslam düşmanlığının bir yansıması. Mesajlarla ırkçıların reklamını yapıyor” dedirtti.

  • Şarjörlerden birinin üzerinde Kiril alfabesiyle Miloş Obiliç yazıyor. Obiliç, Kosova Savaşı’nda Sultan Murat’ı şehit eden Sırp olarak biliniyor.
  • Yine aynı şekilde 1683 Viyana yazısında ise başarısız olan II. Viyana Kuşatması’na atıfta bulunuyor. Silahın üzerinde yer alan “14” yazısı, bu kuşatma sırasında öldürülen 14 bin Hristiyan’ı temsil ediyor.
  • Silahta yer alan bir diğer isim ise Antonio Bragadin… O da Osmanlıda esir aldıkları bütün Türkleri öldüren, ardından Lala Mustafa Paşa’nın emriyle ağaca asılan Venedikli bir komutan.
    Dmitry Senyavin ise 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rus cephesinde yer alan bir amiral…
    Silahtaki 1770 tarihi ile de Rusya-Osmanlı arasında yapılan ve Osmanlı donanmasının yok edildiği Çeşme Deniz Muharebesi’ne atıf yapılıyor.
  • Hunyadi János ise II. Murad’a karşı Belgrad Kuşatması sırasında direnen Macar bir komutandı.
    Alexandre Bissonette de Kanada’da 2017 yılında yine bir camiye girip silahlı saldırı düzenleyen bir katil.

Bahadır  DİNÇASLAN Milli Düşünce.com’daki analizinde[1];

“Tarrant 74 sayfalık psikoz belgesinde Avusturalya’nın, Yeni Zelanda’nın birer “Batı ülkesi” olduğunu doğru olarak tespit ediyor; bu yüzden buradaki “Batı” coğrafi bir ifade değildir. Hatta Batılı devletler kendi aralarında savaşmış, birbirlerine karşı topyekûn yok etme planları yapmış dahi olsalar, bir “Batı” vardır ve gerçektir. İşte bu tarihin gördüğü en tuhaf milletler üstü medeniyet birlikteliğinin tarih boyunca çeşitli spazmları oldu; fakat her spazm o medeniyet havzasını yahut geniş kültürel çerçeveyi daha öteye taşıyan yakıtı da ihtiva etti. 19. Yüzyılın iğrenç sanayisi ve kapitalizmi, Marksizmi yarattı ve Marksizm “Doğulu Rusya”nın başına bela olan bir heyulaya dönüşürken, sözgelimi İngiltere’de, Almanya’da işçi hakları ve sosyal demokrasi olarak bir “çıkar yol”un bulunmasına hizmet etti.   Bugün Avrupa’da yeni bir spazm var: Kitlelerin spazmı. Köylülerin, burjuvaların spazmı değil, zira Avrupa’da sınıflar klasik tasnifin konturlarıyla çizilemeyecek bambaşka bir görünüm kazanmıştır ve Florian Geyer komutasındaki Alman köylüler yahut soylu kellesi isteyen Fransız burjuvaları basitliğinde ele alınamayacak bir giriftlikteki mahiyete erişmiştir.  Kitlelerin spazm geçirmesinin temel sebepleriyse, muhtemelen göçmen/sığınmacı sorunu, borç sarmalı ve hayal kırıklığı olarak üçe indirgenebilir. Göçmenler/sığınmacılar, “uyum”a imkân vermeyecek kalabalıklar söz konusu olduğu için, ekonomik, siyasi, sosyal birçok soruna yol açıyorlar. Ortalama bir “Batılı işçi”, göçmenlerin işini elinden aldığını düşünüyor ki, haklıdır. Türkiye’de özellikle vasıfsız eleman gerektiren işlerde Suriyeli işçilerin ciddi bir ağırlığının olduğunu ve fiyatları/işçi ücretlerini aşağı çektiğini söylemek mümkün. Benzer bir durum Avrupa’da da yaşanıyor ki, otomasyonun ve dijitalleşmenin işçi ihtiyacını azalttığı tespiti doğruysa, Avrupalı “alt sınıf” iki keskin bıçaklı devasa bir makasın kıskacının elinde demektir. Bunun ötesinde, göçmenlerin yaşam tarzı farklılıkları ve gettolaşma, ekonomik çatışmanın yanında sosyal/ırki bir çatışmayı da yanında getiriyor; sol-liberal politikaların göçmen dostu, hatta yerli düşmanı tavrının da bu çatışma ya da göçmen kaynaklı sorunların neticeleri üzerinde anlamlı bir farklılık yaratan etkisinin olduğunu söylemek zor. Kadının aşağılandığı, ikinci sınıf sayıldığı bir düzenden henüz gelmiş bir göçmen, İsveç’in sokaklarına salındığında, “eski dünya”sında aşifte gibi giyindiği varsayılan bir kadına aşifte muamelesi yapmaktan alıkonmuyor; bunu yapmaması gerektiğini öğretmekse post-modern bakış açısına göre ırkçılık kabul ediliyor. Tecavüz vakaları, hırsızlıklar yahut benzeri adli olaylar yaşandığındaysa, sosyal tansiyonu zaten yüksek, diğer hayal kırıklıklarının elinde psikolojisi bozulmuş, üstüne yanlış uyum politikaları nedeniyle öz vatanında ikinci sınıf hisseden orta ve alt sınıf “beyazlar” ayaklanıyor, ciddi bir yabancı düşmanlığı körükleniyor ve bu siyasete de yansıyor. Borç sarmalı başka bir sorun. Tüketici borcu gitgide artıyor ve orta/alt sınıflar bununla başa çıkmakta zorlanıyorlar. Sınıflararası mobilite azalmış durumda, borçla tüketime dayalı bir sistem var ve bu serbest piyasanın öngördüğü yahut bencileyin liberallerin arzu ettiği gibi bütün bir cemiyet yararına işleyen kapitalizmi imkânsız kılıyor. Sermaye birikimi imkânsızlaşıyor, üstelik istatistikler hesaplanırken refah/sermaye dağılımındaki eşitsizlik kabul edilmeden nicel paydalar kullanıldığı için, gerçekte yaşanan borç/varlık oranı istatistiklerin gösterdiğinden çok daha fazla. Bu durum hayatını sürekli borcun ve faizin kamçısı altında sürdüren, bu yüzden sürekli ve daha fazla çalışmak zorunda hisseden, mola veremeyen, kendisine sunulan rahatlatıcılarda da teselli bulamayan kitlelerin öfkelenmesine neden oluyor. Bu ikisinden, yani ekonomik/yapısal nedenlerden kaynaklanmayan hayal kırıklıkları da var. Post-modern dünyada yaşıyoruz ve büyük dinlerin de, büyük ideolojilerin de devri geçti. Yeni anlam arayışları var, bir yandan “aşılan” geleneksel değerlerin tesellisinden mahrumiyet, diğer yandan yeni kazanılan özgürlük alanının da geleneksel değerlerin tesellisinden çok daha kıymetli/faydalı olduğunu idrak ediş. Bu, kitleleri meşrep ve mezheplerine göre bambaşka çözüm yollarına itebiliyor. Bir “öze dönüş” imkânsız, ancak “yeniye tapış” da söz konusu değil. New age akımları, etnik temalar, yeni oryantalizm diyebileceğimiz doğu dinleri merakı… Bunlar buzdağının yalnızca görünen yüzü. Her devirde, gerçi, insanlar eskinin daha iyi olduğundan şikâyet etmişler ve değişime kısmi de olsa direnç göstermişlerdir. Fakat insanoğlu değişim ivmesinin bu kadar yükseldiği bir dönemi hiç tecrübe etmedi, dolayısıyla daha yüksek yer çekimli bir alanda yaşıyormuşçasına biyolojik ve psikolojik refleksler veriyor. Batının kitleleri hayal kırıklığı yaşıyor, yeni bir büyük anlatı yok, küçük anlatılarda ve zaman zaman marjinal, radikal sığınaklarda kendisine teselli arıyor. Tarrant’ın “Manifesto”su Baştan sona illüzyonlar, psikoz ve nevroz emareleriyle dolu bir metne “manifesto” demek yanlış, ancak Yeni Zelanda’daki meşum katliamı yapan Tarrant’ın yayınladığı metin yaygın olarak böyle adlandırıldı. İç içe geçmiş haleler gibi kara mizahçı internet grupları/alt-right/yeni ırkçılık kümelerinin en iç çekirdeğinde yer alan bir eylemcinin halet-i ruhiyesini ortaya koyan bu belge, dünyanın bütün öfkeli kalabalıklarının içinde bulunduğu durumu çok net gösteriyor. Özetle, ülkesinde yaşayan “Avrupalı olmayan”’ları işgalci olarak görüyor ve kadın, çoluk çocuk demeden öldürülmeleri gerektiğini  zira bu unsurların doğurganlığının “Avrupalılar”dan fazla olduğunu ve bu “silahsız işgalciler”in nüfus silahıyla “Avrupalılar”ı yerlerinden, yurtlarından edip topraklarını ele geçireceğini söylüyor.   Bir “sözde rasyonellik” çerçevesi içinde kendisine mantıklı gelen argümanlar sunuyor: Herkes kendi toprağında yaşasın ve mutlu olsun, ama benim toprağıma gelirlerse öldürürüm. Fakat bazı sembolik kaygıları yok değil: Türkler Boğaz’ın doğusunda yaşadıkları sürece sorun yok ama İstanbul’u Avrupalıların geri alması gerektiğini savunuyor, mesela. Avustralya’yı Avrupalı görüyor, Aborijinlerin hak ve tarihsel mirasını göz ardı edebiliyor, fakat İstanbul’u edemiyor. Metinde sözde-rasyonel bakışla çizilen ve duygusallıktan uzak durmaya çalışan, handiyse akl-ı selim bir poz vermeye çabalayan üslup devamında gitgide sivrileşiyor. Arzu ettiği “dönüşüm”ün gerçekleşmesi ve “savaş”ın başlaması için gereken tedhiş ortamını yaratmak üzere böyle bir eylemi gerçekleştirdiğini söylüyor ve ardından geleceklere birtakım taktikler veriyor. Metnin devamında “Tapınak Şövalyeleri” ve onların reisi, Norveç’teki çocukları katleden Anders Behring Breivik’ten bahsedilmesi ilginç. Basitçe kendisini gizli, “ideal”, yüksek ahlak ve amaç sahibi, “ayrıcalıklı” bir yapının parçası görüyor. Sosyal medya ortamlarında kara mizah ve ırkçı “mem”ler yoluyla kazanılan sempatinin bir diğer faza geçmesi gerektiğini, bunun yalnızca sempatizan toplamak için ilk basamak olduğunu söylüyor. En önemli ifade de burası. Merkel ve Erdoğan önemli düşmanlar arasında gösterilmiş. Takipçilerine bunları öldürmeleri için çağrıda bulunuyor. Türkiye’nin NATO üyesi olması bir felaket olarak niteleniyor. Daha sonra zaten AB, BM, NATO gibi kurumlar düşman gösteriliyor. Ciddi bir küresellik karşıtlığı ve piyasa düşmanlığı var. Küresel sermayenin “Avrupalı”ya kâr için soykırım yaptığını iddia ediyor. Tarrant yalnız mı? Metin bir bütün olarak ele alınıp, ana hatlarıyla değerlendirildiğinde, Tarrant’ın bir komünist, anarşist, İslamcı yahut faşist örgüt mensubundan farksız olduğunu görebiliyoruz. Örüntü hep aynı: “Bir kötü düzen var, onun gizli bir komplosu var, bu komployu fark edip uyanan yüce ruhlu azınlık mücadeleye başladı, sen de gelip katılırsan zafer inananların olacaktır.” Sözgelimi Ortadoğu’da bir pazar yerine bombalı saldırıda bulunan İslamcı bir militan da, göçmen vurguları hariç Tarrant’la aynı arkaplanı paylaşıyor, fark etmemiz gereken birinci husus bu. Düzen kötüdür, ona karşı her türlü yola başvurmak mubahtır.   Bunun yanında Tarrant olayı yeni bir sosyal medya fenomeninin karanlık yüzünü gözler önüne seriyor. Mevcut düzenin bozukluklarına ve millet/milliyetçilik düşmanlığına karşı doğan tepkinin neticesi olan, bir şemsiye tabirle “alt-right” olarak tanımlayabileceğimiz fenomen. Her ne kadar ortaya çıkışı makul, mantıklı, hatta şahsen desteklediğim saiklerden ötürüyse de, alt-right kısa sürede yeni bir terör ve yıkım dalgasının sempatizan toplama havzasına dönüştü. Bunun başını çeken ülke, tabii ki Rusya. Hem “Batı”yı zayıflatmak, hem de nüfuz alanını genişletmek için Rusya, bu yeni tür “ırkçılık”ı destekliyor, koruyor.  Hatta, göçmen meselesinin çözülmemesi, krizin derinleşmesi ve bu sayede bu “desentrist ırkçılık”ın yükselmesi için elinden geleni yapıyor. Batı blokunun küreselciliğine karşı, fıtrat itibariyle ulus-ötesi ittifaklar kurması mümkün olmayan ama bir merkezden yönetildiğinde küresel ölçekte zayıf da olsa bir network yaratan bu milliyetçilik bir güç olarak besleniyor. Katil, ırkçı forumlardan, alt-right kültürünün bileşenlerinden ve internet-altı ırkçı networklerden beslendiğini kendisi itiraf etmiş. Ortadoğu’daki yahut Avrupa’daki İslamcı terörist kardeşiyle zihin dünyası ve düşmanları ortak. Diğeri nasıl özellikle Batılılar tarafından bir maşa, araç ve taşeron olarak kullanılıyorsa, bir başka blokun kullandığı yapının piyonlarından biri. Sırp şarkıları dinleyerek komşu ülkede Müslüman avına çıkan, NATO Müslümanlarla kol kola Avrupalıları öldürdü diyen bir adam… Sonuç İslamcı, solcu, sağcı terörizm; yeni dünyanın vekalet savaşları, hibrit savaşları ve yumuşak güç savaşları açısından büyük önem taşıyor. Üstelik sadece Batılı alt sınıf yahut Ortadoğulu, savaş ve yıkım travması yaşamış gençler değil, bütün dünyanın yeni kuşakları, hayal kırıklığı, aidiyetsizlik ve öfke krizlerinden mustarip. Sosyal medya bunun emarelerini çok güzel yansıtıyor: Anlamların içinin boşaltıldığı, akl-ı selimin kötülendiği, limitsiz bir istihzanın, kara mizahın, pespayeliğin kol gezdiği internet-altı ortamlar, marjinal yapılar olmaktan çıkıp norm oldular. Tarrant bunun tipik bir örneği. Dünya bu işi “İslamcı terörizm”, “hayır, bak Hıristiyanlar da terörist olabiliyor!”, “katil zaten Tapınak şövalyesiymiş”, “işte Batı’nın gerçek yüzü!” vs. tartıştıkça, bu sorun çözülmeyecek. Sanıyorum ki, cephe gerisinde partizan faaliyetleri düzenlemek savaşın bir gereğiyken ve büyük savaşlar yaşanırken dahi, “ortalama sivil”i sürekli hedef alan bu denli yaygın ve büyük çaplı terör eylemleri bu denli sık yaşanmamıştı. Bütün dünyayı kuşatan bir terörle karşı karşıyayız ve sorunun kendisi de çözümü de basit değil.   Dünyanın paradigmasını Batı belirlediğine göre, yaydığı ve hatta dayattığı paradigmanın çıkmazlarının yarattığı bu düzenin sorumlusu Batıdır, çözümü de Batı bulmalıdır. Fakat Batı çözüm bulacak mı? Ya hem Ortadoğulu teröristlerin, hem Batılı teröristlerin haklı olduğu noktalar varsa, daha doğrusu bu terör, haklı bir takım hususları manipüle etmeye dayanıyorsa?”

Başkan Recep Tayyip ERDOĞAN yaptığı açıklamada:[2]

“Katil,  silahını tüm Türk ve Müslüman düşmanlarının isimleriyle süslemiştir. İstanbul’a geleceğiz tüm camileri yıkacağız diye zırvalamış. Be namussuz Yeni Zelanda nere, İstanbul nere? Nasıl oluyor da dünyanın öteki ucundaki bir cani kafası bunca fesatlıkla harekete geçebiliyor. Bugün Türkiye’ye, Erdoğan’a saldırılıyorsa bunun sebebi güçlü Türkiye’dir. Biz adım adım 2023 hedeflerimize yaklaşıyoruz. Önümüze kurulan tüm tuzaklara rağmen bunu yapıyoruz. Yeni Zelanda’daki saldırı ve onun üzerinden mesajlar ilk değildir. ‘Zulüm 1453’te başladı’ diye Geziciler yazmadı mı?” Bu işin bir siyasi boyutu var, yanı var. Yan tarafta Sultanahmet’i doldurmayacaksın, ‘Ayasofya’yı dolduralım’ diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgâh. Biz ne zaman neyin nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz. Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız. Bunların derdi Tayyip Erdoğan değil, doğrudan doğruya Türkiye’dir, Türk milletidir. Bunların derdi Rabia’dır Rabia.”

İşin aslı, bu tür olaylarla “İslami Fobi” yaratılmak isteniyor. Bu siyaset Orta doğu üzerinden yürütülüyor. Bir zamanlar Rusya ve Kominizim tehlikesiyle dünyayı oyalayanlar, şimdiler de İslami Fobi ile oyalıyorlar. Orta doğu cehaleti ve din saplantısı bu duruma maşa oldu ve İslami Fobi maşası emperyalizmin eline verildi. Batıların yaptığı ortada, derin milliyetçilik yani ırkçılık. İslam tu kaka durumuna düşürüldü. Bir de buna Rusya yerine birinci sıra Suriye ikinci sıra Türkiye oturtturuldu. Türkiye için “Türko Fobi”, Cumhurbaşkanı için “Erdoğan Fobi” söylentileriyle gündeme yerleştirilen Türkiye üzerinden oyunlar oynanıyor.

Danimarka, İsveç, Avusturya, Almanya ve Belçika sırasıyla Türkiye karşıtı bir tavrı geliştirmektedir. Avrupa birliği 2004 ‘de Türkiye’yi yapılan reformular sayesinde izlemekten çıkarmıştı. Tahmin edilen önümüzde, Nisan ayında tekrar bu izleme sürecinin başlamasıdır. Buda Avrupa birliği sürecinin dondurulmasıdır. Yapılan bunca hatalı ve haksızlığa rağmen; gerek AB ve gerekse NATO devletlerinin bu durum karşısında sesiz kalmaları manidar ve düşündürücüdür. Türkiye yalnızlaştırılmak isteniyor.

AB ülkeleri hatta dünya ülkelerinin birçoğu; ekonomik sıkıntılarının temelinde mülteci sorununu, dolayısıyla İslam’ı sorun olarak görüyorlar. Kendilerine göre AB içinde 25 milyon İslam yaşıyor ve bu sayı onları korkutuyor. Çünkü AB ve dünya devletlerinin çoğu yeni nüfus olarak çoğalmadıklarını, aksine İslam devletlerinin çoğaldığını, ekonomi politikalarını geliştirmekte olduklarını, yakın gelecekte dünya üzerinde bir yoğunluk ve hâkimiyet sağlayacaklarını görmenin korkusunu yaşıyorlar. İşte bu gerçeği “İslami Fobi” ile örtmeye çalışıyorlar.

Peki, İslam ülkeleri ne yapmalı? Terörizmin kıskancından, AB ülkelerinin ve ABD’nin maşası olmaktan kurtulmalıdırlar. Ekonomik döngülerini ve buna bağlı politikalarını kendi içlerinde yapacakları devrim ve birlikte ticaret ile geliştirmelidirler. Kültürel ve eğitim devrimlerini süratle geliştirmelidirler. Yıllardır birlik ve beraberlik yoksunluğunun içerisinde kaybettikleri irtifayı geri getirmelidirler. İşte örnek sayacağımız gerçekleri; Ortadoğu ve İsrail gerçeği. Dünyayı üç kademeli yönetime götürmeye çalışan emperyalistlerin düşmanlığını görmek ve bu oyunu bozmak gerçeğinden uzaklaşmamak gerekiyor.

Türkiye Ortadoğu’daki varlığının dışına atılmaya, hatta müttefik diye adlandırılan ABD ile Türkiye arasında ki stratejiyi yok saymaya başlayan bir durumla karşı karşıyadır. Şimdilerde DEAŞ korku politikalarıyla, YPG ve PYD varlıklarıyla dengeleri değiştirmeye çalışan ABD; Türkiye’yi yalnızlaştırma politikasının kendisini uygulamaya başlamıştır. Artık bu çıkmazdan çıkışın Türkiye’nin birlik beraberliği ile başlayacağı, hayırlara vesile olacağı gerçeği görülmelidir. Rabbim güçlü Türkiye yolunda hepimize kolaylıklar ihsan eylesin.

Yeni Zelanda’nın Christchurch şehrinde iki camiye gerçekleştirilen terör saldırılarında hayatını kaybeden Müslüman kardeşlerime Allah’tan rahmet diliyorum; İslam âleminin ve tüm dünyada insanlık vicdanına mensup herkesin başı sağ olsun.”

[1] http://www.gazete2023.com/dusunce-analiz/avrupanin-yeni-hayaleti-yeni-zelanda-katliaminin-analizi-h85991.html Erişim Tarihi:16/03/2019

[2] https://gazetemanifesto.com/2019/mansur-yavastan-hdpnin-destek-aciklamasina-yanit-teror-orgutleriyle-aralarina-mesafe-koymayanlar-uzak-olsun-248626/

Reklamlar