Şakir ARSLANTAŞ

 

BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği Başkanı ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi yöneticisi Sayın Rafet Ulutürk arkadaşımızın “Sabrımızın Sınırı” konulu yazısını dikkatle okudum. Size sunmak istediğim bazı görüşlerimi ihtiva eden konumun başlığına  “Yeni Ayar” derken, hiç şüphesiz onun izniyle bazı noktalara ilavede bulunmak ve konuyu bir az daha derinleştirmek istiyorum.

 

Sorun Bir:

Bulgar istihbaratı, Türklerle ve Müslümanlarla ilgili gizli polis çalışmaları, zorbacı totaliter mekanizma bu denli güçlüydü, hatta Anayasa’yı ve tüm yasaları çiğneyerek 1985’te isim değişikliğine ve total Bulgarlaştırmaya karşı İsyan eden Türklerin üzerinden zırhlı araçlarla, tanklarla geçecek kadar kuvvetliydi de, 1990’da yine aynı gizli servis “DC” tarafından kurulan HÖH partisini neden kapatmıyor! Neden kapatamıyor? Kapatabilecek mi?

 

Son günlerde Varna’da bulundum.  Hiddetten kükremişler gördüm şehir merkezinde! Büyük Nazım Hikmet geldi aklıma! Onun “İnsan Manzaraları”nda geçen “Bulgar Kini” sözü yani…Şu kin denilen de çok dayanıklı çıktı. Nazım olayı 80 yıl önce anlatmıştı.

 

Karadeniz incisinin merkezinde politik partiler dizmişler ofislerini. Kulübü olmayan bir tek HÖH-DPS partisi. Buna rağmen şehirde HÖH havası var. Parti davasının haklı olduğunu yaymak, dalgalandırmak ve zafer yoluna yöneltmek için Ahmet Doğan’ın saraydan emir vermesine, ona buna telefon açmasına ya da Lütfü Mestan’ın “ben şu elimle Büyük Başkan Recep Tayyib ERDOĞAN’ın elini sıktım, gel tokalaşalım” demesine ve “sıradan insanlara el uzatmasına” gerek yok.  Burada politika ile deniz arasındaki fark, birinin sularda dalgalanırken hırsını alamadıkça kendini köpüre köpüre kayalara vurup huzur aramasındaiken, insanların köpürmesi de içten içedir, nefretleri gözlerinde parlar. Bu nefreti sokak süpüren Nefize gelinde, çocuğunu okul açılışına gönderirken eline 2 leva veremeyen Mehmet Beyde ve aylardır iş bulamayan Mustafa’nın bakışlarında gördüm. Ne var ki, bu kardeşlerimden hiç biri “ne zamana kadar”, “bana para ver”, “iş arıyorum, iş ver” çığlıklarıyla HÖH-DPS partisinin yakasına yapışan, kapısına dayanan ve onu silkeleyen birini görmedim. Bu insanlar neden İsyan etmiyor diye düşünmedim değil?! Düşündüm de böyle bir hava yok. “Kinli Bulgarlar” – Barekovlar, Siderovlar, Karakaçanlar, Simovlar ve daha ne kadar istersen var onlardan, hepsi bize karşı, HÖH partisine karşı konuşurken ağızları köpürüyor da, bu havlamadan bizim “sabır sınırımız” etkilenmiyor gibi…

 

HÖH-DPS partisini gizli polis “DC” ya da Komünist Partisi kendisi  kurmuş ya da kurdurmuş da olsa, şimdi onu ne kapatabilir ne de yasaklayabilir. Neden mi? Çünkü onların “sabır sınırları” artık laçka oldu. İpler birbirine karıştı. HÖH-DPS partisinin kurulması, buzu çözülmemiş tarlaya tohum ekmek değildi! 1989 Mayısında Ayaklanan yediden yetmişe kükreyen bir iradenin yücelmesidir, ardından 500 bin kişinin aynı anda evini barkını terk edip sel olup ülkeyi terk etmesi çok büyük, tarihe yön değiştiren bir olaydır. Hak ve Özgürlükler hareketi suyunu, iradesini, gücünü iş bu kaynaktan aldığı için yaşıyor, yaşamaya devam edecektir. Yokolması, kendini fes etmesi, yön değiştirmesi de ne Ahmet Doğan’ın, ne Lütfü Mestan’ın iradesinde veya elinde olan bir şey değildir.  Onlar istedikleri kadar kendi kendilerine gelin güveyi olabilirler. Bir defa ana dilinde konuşmaktan çekinen bir Türk asla Bulgaristan Türk ve Müslüman halk topluluğuna “lider” olamaz. Bulgar istihbaratına hala uşaklık edenlerin, halkımızı aç ve yoksul tutup, bir oy kuluçkasına çevirip politika yapanların lambası yassıya kadar yanacaktır. “Bulgar Kini” ni ise, ancak düşmanlık ocağını körükleyen yönsüz bir esinti olarak kabul ediyorum. Deniz yağmurdan korkmaz! Türk de üflemekten ve tükürükten asla korkmaz!

 

Bu iş öyle bir iştir ki, demek istediğim Hak ve Özgürlük Hareketinin kurulması!!! Bu, ölüm yatağında bir hastaya suni kalp takılması gibi bir şeydir yani. Adam bu kalbi istemeyebilir, ama kendisi söküp atsa yapamaz, söküp attırsa kendisi ölür. İstese de istemese de bu kalple yaşamak zorundadır. Bulgarların bizimle birlikte yaşamak zorunda oldukları gibi! Burada tükenecek olan,  sınırları zorlanan sabır, bizim olan değil, onların sabrıdır… Başka bir değişle, HÖH-DPS partisini kapatmak artık ellerinde değildir. Ancak ve yalnız Bulgaristan Türklerinin, hak ve özgürlük davamızın iradesindedir.

 

Soru iki:  “Sabrın sınırı” sorunu, bir de kim kime ne kadar büyük kötülük yaptı meselesidir. 20. yüzyılda Bulgar Çarları, komünist parti, onların istihbaratı, muhbir ordusu v.s. bizi, soylarımızı, halk topluluğumuzu, Türklüğümüzü, Müslümanlığımızı geçmişimizi ve geleceğimizi çok zorladı. Zulmün devlet politikası olması kötü bir şeydir. Baskı ve terörün sınırsız şiddetlendirilmesi kötü bir şeydir. Adalet olmayan yerde devlet olamaz. Halk zulme dayanır, ama devlet adaletsizliğe dayanamaz, yıkılı, çöker! Bunu 10 Kasım 1989’da gördük. Herkesin “devrilmez” bu “melet”, yıkılmaz bu “gavur” dediği Todor Jivkov bile devrildi gitti.

Ve bunu yapan ezilenler, hor görülenler, hapislerde çürütülenler, sürgünlerde süründürenler, çilesiz günü olmayan zavallılar becerdi. Bunu ne kadar ısrarlı ve kime sorup soruşturursanız sorun, bilin ki, cevap vermeyenlerin, o yıllarda tutulmuş ve hala bir türlü dili çözülmeyenlerin, hep toprağa bakanların, şafağı değil ölümü bekleyenlerin hepsi aynı görüştedir. Bu adamlar kitap okuyarak bilinçlenmedi. Onların iradesi 100 bin tonluk pres altında ezilerek sertleşmedi. Onları hayat çilesi, ezilmişlikler, ayrılıklar, dökülen gözyaşları, yutkundukları gam ve keder adam yaptı, elleri silahsız ama gözleri lazerden güçlü bakışlı savaşçı yaptı, dökülen kandan kuvvetsiz kalmadılar, daha da kükrediler ve daha da önü alınmaz oldular.

 

Bunları yazmamın nedeni şudur: Bir defa “sabrın sınırı” yazısında, Hak ve Özgürlükler hareketinin Birisi Todor Jivkov ve ikincisi de Plamen Oreşarski hükümetleri olmak üzere 2 Bulgar hükümetini devirdiği kaydedilmiştir. Bulgaristan Türkleri ve Pomaklarının Müslümanlarının partisi,  son 25 yılda 4 Sofya hükümetini devirdi.

 

Bir: Totaliter Todor Jivkov hükümetini 1989’da devirdi, Bulgaristan Komünist Partisini toplumu, devleti ve her şeyi yöneten öncü bir güç olduğu balonunu patlattı ve ebediyen tahtalıköye gönderdi.

 

İki: Başbakan Filip Dimitrov hükümetini devirdi. O da Demokratik Güçler Birliği “CDC” hükümeti olmasına rağmen, eğitim, ana dilde okul, özgün kültür gibi haklarımızı hiçe saydı ve bunları tanımaya ve yasallaştırmaya yanaşmamıştı.

 

Üç: İvan Kostov hükümetini devirdi. O da önce Türklerden ve Pomaklardan gördükleri zulüm ve “soya dönüş” eziyetinden ötürü devlet adına özür diledi, fakat daha ileri adım atmaya, haklarımızı bütünsel tanımaya yanaşmadı.

 

Dört: Plamen Oreşarski hükümetini devirdi. Bu hükümet Bulgar devletini soyup soğana çevirmeye çalıştı, başardı da, örneğin bankalardan 7 milyar leva çalınmasına göz yumdu, hayali hesaplarla, (Nasrettin Hoca gibi) “ya tutarsa” umutlarıyla plan bütçe yaptı, tüm hesapları boşa çıktı. Paraları eski komünistlerin torunlarına, onların kurduğu oligarşi yapılanmalara aktardı. Bir düşünsenize! Şu anda kapısına kilit vurulan Sofya – “BTK” bankasından 2.2 milyar leva 128 kişiye (adı var kendisi yok olan şirkete) verilmiştir. Bunlar havanda su döven tipten kuruluşlar. Bankanın sözde sahibi olan Bay Tsvetan Vasilev Yugoslav polisine Belgrat’ta teslim olmuş. Bulgaristan’a gelemiyor, “beni öldürürler” diyor. Başbakan Oreşarsi ile Merkez Bankası şefi İskrenov’u suçluyor. Kurdukları oyuna bakın: Devletin paralarını BTK gibi haydutların bankasından geçirip komisyon alıyorlarmış, işte bu noktada ben “utanmanın da bir sınırı olmalı” diyorum. Dilimizde bunun sözü var. “Ayıp be!” Bir şey eklemek istiyorum. HÖH-liderler açısından bu soygun ve dalavere işlerine şöyle de diyebiliriz: “Çok uğraştım senin için, zorla yaptım kendim için!”

 

Kuşkusuz, ne derseniz deyin, Bulgarların sabrının da bir sınırı var. Sen bir Türk partisi olarak kalk da 4 Bulgar hükümetini devir ve sonra itibar bekle. Bu da olacak iş değil, ama kalkıp şu Doğanlari, Mestanları, Kostadinovları, Peevskileri, Tsonevleri ve daha bir on yirmisini toplasalar HÖH-DPS partisi yıkılır mı dersiniz, hiç bir şey olmaz. Onlar bizim halklımızın öyle “nalım takırtısına hamamdan çıkmayacağını” artık öğrenmiş olmalı…..

 

Bunu anlatmamın sebebi ise şudur. Varna’da konuşulanlara kulak misafiri oldum ve insanlar bu işin ardında “Ahmet Doğan ile Daniyel Peevki” var, diyorlar. Demek istediğim, bir “temiz eller” operasyonu başlasa ve “Ahmet Doğan ile Daniyer Peevski” tutuklansa ve cezaevlerinde ve ardından da ömürlüklerin arasında döşeme silmeye başlasalar, Hak ve Özgürlük Hareketi dağılır, kapanır mı?, dersiniz. Hayır hiçbir şey olmaz!. Sen bal arılarının dağıldığını ve sandığa dönmediğini gördünüz mü? Arılar oğul verip, ailesini, soyunu korur.

Kuşkusuz sepetten çıkmak için kendi içinde bir Bey yetiştirmesi gerekir. İşte şimdi bizim işler bu yola gidiyor. Öyle uçamayan, vızıldayamayan, yumurtlayamayan, kendi gölgesinden korkan Beyle olmaz bu işler. Değişim zamanı geldi,  değişim. Şu seçimlerde niyetimizin bozuk olduğunu azdan az da olsa gösterelim ve yeni bir ayar çekelim. Bu işler kendiliğinden düzelmeyeceği gibi, biz hareketlenmeden de bir şey olacağı yok. Hepinize Varna’dan selam getirdim. Havada nem vardı. Gelen rahmettir İş Allah! Sağ olun.

Reklamlar