Filiz SOYTÜRK

 

Biz ayır buyur politikası kurbanlarıyız.

 

Totaliter rejim isimlerimize, adetlerimize, kültürümüze, geleneklerimize yaşayışımıza saldırmazdan önce Türklüğümüzden, Müslümanlığımızdan rahatsız olan yoktu. Bizim ahlakımız, doğal yaşayışımız ve dinimizle bağlıydı, gönlümüzde ve dilimizde yaşarken bizi birbirimize kaynaştırıyordu. Bizi istemeyenler nasıl oldu da kimliğimize saldırabilecek duruma geldi. Biz hangi noktada gevşedik? Bu kâbusu çözmeden ileri gidemeyiz.

 

Genel ulusal norm ve istemlere uyumlu olan hayatımız doyurucuydu. Kimseye muhtaç olmadan yaşıyorduk. Sürüp ekip biçiyor, bacamız tütüyordu.

 

Geçen yüzyılın ikinci yarısında isimlerimizden önce ovalarımız, isimlerimizden önce okullarımız, isimlerimizden önce dinimiz, özgün kültürümüz, ahlakımız elimizden alındı.

Nasıl oldu da boş bulunduk?

 

Bunun nasıl yapıldığını ASLAN VE UÇ İNEK masalıyla anlatmak istiyorum.

 

ASLAN VE ÜÇ İNEK

 

Beyaz, siyah ve kahverengi üç inek derin bir vadide, berrak bir ırmak kenarındaki zümrüt çayırda yaşıyormuş. Aralarından su sızmayan üç kız kardeş gibiymişler. Gündüz yan yana otlar, gece yan yana uyurlarmış.

 

Günlerden bir gün çayırın kenarından aç ve kurban arayan bir aslan geçmiş. İnekleri görünce gözleri parlamış, fakat üçüne birden saldırmaya cesaret edememiş. Pusuya yatmış ve ineklerin birbirinden uzaklaşmasını beklemiş.

 

Gece gündüz beraber olunca yırtıcı etçillerin saldırılarına başarılı karşı koyabileceklerini bildiklerinden birbirlerinden hiç ayrılmadan yaşıyorlarmış. Aslanın iki üç gün pusuda yatması bu sebeple bir işe yaramamış.

 

Aslan aklını çalıştırıp taktik değiştirmiş, bir gün ineklere yaklaşmış, selam vermiş ve onlara:

  • Sayın dostlarım nasılsınız! Sizleri iyi gördüm. Nice zamandır aklımda olsanız da,

işlerimin yoğunluğundan, vakit ayırıp halinizi sormak için yolunu bulup uğrayamadım. Fakat bugün niyetlendim ve geldim, diyerek temas kurmuş.

 

Kahverengi inek yanıt vermiş:

  • Gelmeniz iyi oldu bey efendi, baksanıza siz gelince çayır bile dalgalandı.

 

Beyaz ve kara inek kahverengi ineğin sözlerinden rahatsız olmuş ve onun safdil davranmasına üzülmüşler. Aslanın punduna getirip onu aldatabileceğini düşünmüşler. Çünkü kahverengi inek aslana inanıyormuş. İneklerde ikisi de aynı zamanda: Aslanın diğer hayvanlara yalnız kurban olarak baktığını nasıl unutabilir diye düşünüp kahrolmuşlar.

 

Öyle olsa da, kahverengi inek aslana her gün biraz daha yakın duruyormuş. Diğer ikisi onunla konuşmak ve kendisini uyarmak isteseler de gayretlerinde pek başarılı olamamışlar.

 

Bir gün aslan kahverengi ineğe şöyle demiş:

  • Sen, bizim rengimizin koyu, beyaz ineğin rengininse açık olduğunu görüyorsun.

Beyazın karanlığa zıt olduğunu da biliyorsun. Renklerimiz arasındaki farkı kaldırmak ve mutlu yaşamak için, ben beyaz ineği yesem, çok mutlu yaşarız.

 

Kahverengi inek kıskanç aslanın söylediklerine inanmış ve o ineği yerken ona kimsenin engel olmaması için kırmızı ineği kenara almış ve onunla uzun uzun sohbet etmiş. Tek başına kalan beyaz inek saldırganı püskürtememiş, öldürülmüş ve aslan rahatsız edilmeden ineği yemiş.

 

Aslanın beyaz ineğin kemiklerini kazıdığı günden iki üç gün geçmiş olacak, yırtıcı yine aç ve mutsuz çayıra uzanmış yatarken, kahverengi inek dolayında otluyormuş. Aşını kaldıran aslan onu yanına çağırmış. İnek:

  • Buyurun, bir şey mi istediniz! Demiş.
  • Bizim renklerimiz kahverengi, siyah biye uymuyor. Ben şu kara ineği yesem,

Vadide yalnız aynı renkte hayvanlar kalsak, ne güzel olur, demiş aslan,

Kahverengi inek razı olmuş ve uzaklaşmış. Aslan kara ineğin üzerine atlamış, onu boğmuş, parçalamış ve yemiş. Kahverengi inek o derece mutluymuş ki, içi içine sığmıyormuş. Yeşil çayırda yuvarlanıp sırtını, ağaç bellerinde sırtını kaşımış ve kendi kendine mutluluk yaşarken: “Aslanın renginde olan yalnız benim…” diye mırıldanıyormuş.

 

Birkaç gün sonra aslan yine gelmiş ve hemen homurdanmış.

  • Kahverengi İnek! Neredesin?

Korkudan titremeye başlayan inek, ağaçların ardından çıkıp gelmiş.

  • Bugün senin günün – demiş aslan: Hazırlan seni yiyeceğim.

Çok korkan kahverengi inek:

  • Ama neden, ben sizin yakın dostunuz değil miyim? Dediklerinizi yaptım. Beni

neden yemek istiyorsunuz? Diye sormuş.

 

Aslan daha da güçlü bir sesle yeniden homurdanmış:

  • Ben senin dostluğuna ihtiyacım yok. Aslanın inekle dostluk ettiği nerede

görülmüş?

 

İneğin hayatta kalmak için yalvarıp yakarması, aslanı kararından vazgeçirmek için bin dereden su getirmesi para etmemiş, yırtıcı ağzını açmış başını sağ sola sallarken onu dinlemek bile istememiş ve pençeleriyle üzerine atlamaya hazırlanırken.

Kurtuluş olmadığını gören inek:

  • Aslanların aslanı, siz beni yemeden, müsaade buyurun da, üç defa yüksek

sesle haykırayım, demiş.

 

Ben, beyaz inek yendiği gün yenmiştim.

 Ben kara inek yendiği gün de yenmiştim.

Ben tâ aslana inandığım gün yenmiştim.

 

Aslan ineği acele yemiş ve uykuya yatmazdan önce hayalinden geçen, bu vadide işimi bitirdim, şimdi başka yere gidebilirimmiş.

 

Bu masal “AYIR BUYUR” tehlikesine uyarıdır. Su uyur bu tehlike uyumaz.

 

Sayın okurum. Lütfen düşün. Biz neden birimize düştük?  Neden buradayız?

Vatanımızdan neden kaçtık? Daha doğrusu ayrılmaya zorlandık. Fesatlık tuzağına nasıl düşürüldük? Onun olmasın da benim olsun, hırsına nasıl yenik düştük!

Bu iğrenç oyun bugün devam ediyor mu? Etrafınız temiz mi?

Bizi daha kolay ezmek, yerlerde süründürmek için neler yaptılar, lütfen hatırlayınız….

Ayrılığımız derinleşmiyor mu? Her gün bizden yeni kurban istemiyor mu?

 

Yeni bir ibret öyküsünde buluşmak umuduyla.

Reklamlar