Dr.Halide ÜMİTFER

Yazımın başlığına önceNicel Evrimdiyecektim. Anlaşılmaz diye, endişelendim ve bu işte yani anlatmak istediğimi kendimin anlamakta, güçlük çektiğimi itiraf etmekle yetindim.

Her gönülde bir aslan yataratasözümüz sanki şu günler için söylenmiş. Söylenmiş de, bizim aslanlar hala çok derin uykuda. Aslanın uykusu yufka, kulağı hep delik olur, diyenlere derdimi anlatırken, içimden, bizim aslanlar, ayılar gibi kış uykusunda, demek geliyor.

 

Sözüm, 25 Mayıs günü Bulgaristan’da yapılacak olan Avrupa Birliği Parlamento seçimlerinedir. Bu seçimlerin ilki, Bulgaristan’ın Avrupa Birliğine üye olmasından hemen sona 20 Mayıs 2007’de yapılmıştı. Olaya bağımsız adaylar açısından baktığımızda, o zaman Mariya Sekercieva ile Çavdar Nikolov adında sadece 2 kişi gerekli olan 15 bin imzayı toplayıp, 50 bin levayı da ödeyip seçmene “Hadi gelin bana oy verin!” deme hakkını, hak etmişti. O seçimde, Bulgaristan’da AB Parlamentosuna girip Genel Kurul sandalyesinde yer almak için toplam oyların  % 5,56’sı gerekliydi. Bu şarta uyamayanlar iki bağımsız aday parmak yaladı. Onlardan biri % 0,14 öteki de % 0, 27 oy alabildi. Bundan 7 yıl önce Bulgaristan’da demokrasi anlayışının derecesini, halkın olup bitenden ne kadar uzak olduğunu göstermeye yalnız şu iki adayın aldığı oylar yeter de artar.

 

O yıllardan akılda kalan birkaç olay da var tabii. Bir defa, kimse ne olup bittiğini anlamadan hemen seçilen milletvekillerinden olan E. Konstantinova uzun, sarışın ve gözlüklü olduğundan AVRUPA SORUNLARI KOMİSERİ adayı gösterdiklerinde, kimse bu işin moral kıstasları bir de bilgi sınavı olduğunu bilmediğinden, Sofya’dan gelen cevapta “münasiptir” deyivermişti. AB komiserliğine ilk adayımız iki soruda takıldı. Biri: Magdeburg şehri nerede bulunuyor? Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nde mi?, yoksa Federal Almanya’da mı? Birkaç yıl art arda çocuk yapma, çocuk doğurma ve çocuk bakma işleriyle meşgul olan Bayan Bulgar aday,  o arada iki Almanya’nın birleştiğini gözden kaçırmıştı. Aslında Magdeburg şehrinde CEVRE SAĞLIĞI okuduğundan, bu soru ona kolay soru olarak sorulmuştu. Fakat takıldı kaldı. İkinci soru da, Ekvador’un bir Güney Afrika ülkesi mi, yoksa bir Güney Amerika ülkesi mi? sorusuydu. Bu dizi doğum tatilinden yeni çıkan bir anne için çok karışık bir soru olduğundan cevaplayamadı. O zaman olduğu gibi şimdi de bizde, AB Parlamentosuna seçilecek kişilerin politik hazırlığı, morali, adalet duygusu ve dürüstlüğü üstüne sorup soruşturan yok. Önemli olan seçilsin, 4-5 çocuk için çocuk paraları da ilave edilince alacağı para da öyle az bir para olmadığından, önemli olan eli ayağı tutsun ve güle güle harcasın….

 

İki yıl sonra yani 2009 yılının 7 Haziran günü Bulgaristan’da bu defa olağan AB parlamento seçimi yapıldı. Birinci seçim yalnız Bulgaristan’da yapılırken, ikincisi bütün üze devletlerde birden yapıldı. Parti listelerinin yanında bağımsız adayların da kendisini kaydettirmesi demokratikleşmemizin gösterisi olacaktı. Propaganda o yöndeydi. Sadece bir bağımsız aday çıktı. Prof. Çavdar Nikolov 15 bin oyu öğrencilerinin yardımıyla toplamıştı. O eşiyle kavgalıydı ve biraz istirahate çekilmek istiyordu. Seçimde  % 0,33 oy aldı. Umutları kırıldı. Eşi saldırılarını bir o kadar sertleştirdi. Adam hiç eve gidemez oldu ve dayanamadı. Seçilmesi için oyların yalnız  % 5, 88’ini alması gerekiyordu. Ama olmadı. Bizim seçmen adam değerlendirmesini bilmiyordu ve demokrasiden çok uzaktı.

 

Kuşkusuz 2009’da hüküm süren bu denli yüksek bir ilgisizlik ve duyarsızlık, benim yazımın başında “millet kış uykusunda, sizin zorunuz ne?” derken anlatmak istediğim tam buydu.  Bu mahmurluk Bulgar toplumunu gamda boğmaya bile yeter de artardı. Tam o zaman General Boyko Borisov Başbakan seçilmişti ve verdiği ilk emir de “uykuya devam, kimse gözlerini açmasın!” oldu.

 

Ülkede politika yalnız politik partilerin işidir, ya da olmalıdır görüşü gibi saçmalıklar iyice yerleşti, üst üste dizilip katmerleşti. Artık politika problem çözme aracı olmaktan çıkmış para toplama ve yığma aracı oluyordu. Halkı soyma safhası birmiş ve devleti soyda aşamasına başarıyla geçilmişti. Bu işte sıra yoktu, koparan kavrayabildiği kadar çalabilirdi. Hem de çeşmeye yepyeni altın kurna takışmıştı. Avrupa fonları önce damlarken birden akmaya başlamıştı. Ne olduğundan kimsenin haberi yoktu.

 

Son 5 yılda, bu bizim bağımsızların uykusu kanmadı. Demokratik toplumda, sivil toplum örgütlerinde bağımsızların rolü basında bile irdelenmedi. Dünya nereye giderse gitsin, bizde çeşme akıyor demokrasi bayrağı dalgalanıyordu.

 

Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH / DPS “su akarken bakırlarımı doldurayım” mantıyla çeşme başında yerini aldı. Ayrıca devlet çeşmesinden de yılda 10 (on) milyon leva geldiğinden “gel keyfim gel!” havası bahar açtı.  Saraylara çekildiler. “Ekmek elden su gölden” bundan iyisi peynir derisi diyenler, belki de peynirin gün gelip kurtlanacağını ve kokacağını bilmiyorlardı.

 

Halkı ara sıra unutmaları bir yana, onlara zahmet edip oy veren seçmenden de tamamen koptular.

Politikanın merkezine yerleşen herkesi izlemek, gözlemek, dediğine dikkat etmek, etrafta kuş uçurtmamak oldu. Milletin zaten işten güçten vakit bulup başkaldıracak hali mi kaldı!

Her şey Bulgarca takır tukur anlatıldığından, cevap vermek isteyen köylü iyice şaşırdı.

 

Tabii sofra başında yedikçe yiyenlerin iştahı açıldı. HÖH yönetimi yedi de yedi ve aldığı bu 10 milyon leva da az gelmeye başladı. O zaman kendilerinden daha zengin olan OLİGARŞİ memesinden de emmeyi düşündüler. Yine o vakit hem ağızları hem de gözleri, hem de oligarşi yeline yapışmış elleri meşgul olduğundan, seçmenden iyice uzak kaldılar. Aslında yerlerinden kalkıp acaba halk nerede, ne yapıyor, diye bakacak halleri yoktu, çünkü çömelmişler, ağızları memede ve sağmal inek gibi bir şey olan OLİGAERŞİ MANDASI bol sütlü, süttü de yağlı mı yağlı, emdikçe emdiler. Oligarşi mandası, sözün tam anlamında bir manda, devlet ambarından önüne verilen her yemi yiyip, suyu içince yan gelip çamura yatıyor, dünya batsa umurunda değil.

 

Şu AB seçimlerinde herkesi mandadan uzak tutmak parti vazifesi gibi bir şey oldu. Bağımsız bir milletvekili çıkıp biraz da ben emeyim dese, kıyamet kopacak.  Brüksel’e giden, vaktiyle Yemene gidenler gibi geri gelmiyordu. Şimdi gelen, gene gitmek istiyor. Sonra bu iş sırayla değil, parayla oluyor. Bizden bağımsız çıksa para nerde? Hadi diyelim para buldu, çünkü Daniel Peevski 24 bin imzayı parayla toplamış ve millet azdan aza demlenmiş, ama bir defa imza atan ikinci defa imza atamıyor, hakkını yitirmiş oluyor.

Şimdi millette para var ama bağımsıza imza yok. Kapılar değil, yollar da kapanmış.

 

Artık Bulgaristan’da şu MANDA SAĞMA yarışının üçüncü turuna giriyoruz.

Bağımsızlar listesinden 10 kişi, demokrat bir topluma dönüşmemizin “simgesi,”, gerekli görülen ama artık on defa daha az imza gerektiren listeyi hemen eşe dostta imzalatmış, 2.500 leva da yatırıp kayıt yaptırdı.

Yeni aday isimlerini okudum, listeyi inceledim ve kafamı tuttum.

 

Nikolay Yovev 24 yaşında, 18 ay tutuk evinde kalmış ve hemen çıkmış. Yeni Nazi (faşist) ruhlu bir köylü genç, Sandanski şehrindeki Çingene Partisi “Evroroma” ofisini bombaladığında 54 yaşında bir Çingene öldürmüş. Seçilirse, paçayı kurtaracak. 5 yıl dokunulmazlığı olan bir kişi olarak Brüksel’de yaşayacak. Sonrası Allah kerim! Belki kendini sevdirir ve bir daha seçilir, sonra şu adam öldürme işlerinde zaman aşımı olduğunu artık herkes öğrendi.

 

Rumyana Ugırçinska, Paris’te yaşıyor, kriminalistik üniversitesinde ders veriyor,  KGB, DS, Kadafi, Gaz Savaşı, Mehmet Ali Ağaca’nın Papa II. Pavel’e yaptığı suikast üstüne inceleme kitapları yazdı. Kimi dergilerde editör, “Frans Kanal” ve Kanal +” TV’de raportör. Anlaşılan çok çalışkan bir genç bayan.  “Bulgaristanlı kriminal tipler AB ana ketlerine yönelirken sıraya girdim, diyor.

 

Bir adayı daha tanıtayım. Evgeniya Baneva, 4 çocuk annesi, 5 dil biliyor, oligarşiden olan eşiyle birlik 25 yılda 16 sanayi işletmesini batırmışlar. Hepsinin altından girip üstünden çıkarken, suyunu içmişler. Bayan Baneva “Maybah” marka bir otomobille geziyor. Araç 25–30 metre uzun olduğundan asfalt üzerindeki delikleri hissetmiyor. Bayan Baneva ülkemizdeki derin ve dibin dibinde olan mali ve ekonomik bunalımı, bu yüzden olacak, henüz hissedememiş, çünkü o bir anne olarak şimdiye kadar çocuk bakmış, bundan böyle de Bulgaristan problemlerini Brüksel’den sayısal kontrol altına alacakmış. Kararlı. Yenilikçi. Buluşçu adaylarımızdan biridir. 1 500 oy toplamasına gerek kalmamış. Hemen 3 kişilik bir öncelik komitesi kurmuş ve parayı basıp tescilini yaptırmıştır. Yine şu günlerde acaba ben bu seçimleri nasıl kazanırım stratejisi ve taktığı üzerinde yoğunlaşmış, boş zamanı yok.

 

Propaganda çalışmalarına İtalya’dan başlamak istiyor.  23 AB ülkesinde seçim sandığı açıyoruz. 5 ülkede adamımız yokmuş. En fazla seçmenimiz İspanya’da. İspanya eşekler ülkesi olduğundan bu yıl en fazla oraya toplanmışız. Her sandıktan 1000 oy çıkarsam, 23 bin eder, kazanması için daha yalnız 127 bin oy gerek. Bunları Türkiye’den alabilirdi. Bizim insanımız çok çocuklu analara merhametlidir. Fakat bu işlerde biz artık ikinci derece gibiyiz. Bizi yasaklamaya alıştılar. Önce anadilde konuşma, sonra Türk olarak sevişme yasaklandı. Şimdi de her bakıma gözaltında olduğumuzdan seçim odasında karartılmış bir oda var ya, işte orada Türk seçmen ne yapar ne yapmaz, belli olmaz, korkusu ağır basmış ve bizde bu defa sanık açılmayacak

 

Bağımsız adaylar on.  2007’ye baktığımızda 5 defa, 2009’a kıyasla ise, 10 defa daha fazla adayımız var. Aktifleşmişiz. Avrupa’nın bize diyecek sözü kalmadı gibi. Nicel evrim kaydettik. Onların dilinde bu, kıvantitiv büyümeymiş. Çok olumlu bir gelişmeymiş. 20 bağımsız aday kaydetsek, bizi nasıl övecekler bilemiyorum. Halka sordum. Seçmen “Nerde Çokluk Orada Bokluk!” dedi.  Vallahi bilemedim.

Reklamlar