Sofya uluslar arası kitap fuarını gezerken, Hıristiyan Din bilgi ve geleneklerine ait lüks baskılı kitapların çeşitliliği ile gençlik yayınlarında batı dillerinden çevrilmiş kurgu eserlerin çeşitliliği gözümden kaçmadı.

Bu yayınlar üzerinde göz gezdirirken hep Türk standını arıyorum.

Sofya’da dört binden fazla Türkiyeli Üniversite öğrencisi ve 132 yerli Türklerden yüksek öğrenim gören var.

Pernik ve Plovdiv gibi anayol bağlantılı ve bir saat mesafede bulunan, binlerce üniversiteli, büyük sayıda iş adamı ve esnaf barındıran ve genelde kültürel bilgiyi hep Sofya’dan alan önemli merkezler var.

Türk dilinde sunulan yayınlara ilgi duyan, onları ülkenin dört bir yanındaki kadrolara iletmek isteyen Bulgaristan Türkleri Baş Müftülüğü ve Sofya Müftülüğü, Hak ve Özgürlükler Partisi Ulusal Merkezi, HÖH Gençlik Merkezi, Bulgaristan Türkleri Kültür Merkezi vs. Sofya’da bulunuyor.

Türk milletvekili ve Bulgaristan devlet kurumlarında görev alan soydaşlarımız ve başkentteki Türkiye’den gelen şirketlerde çalışanlar, onların aileleri, Sofya’da yaşayan ve çalışan yerli Türk aileler, Bulgaristanlı olup yüksek öğrenimini Türkiye’de bitirmiş gençler, Türkiye’nin muhtelif yerlerinden gelip burada iş kurmuş aileler, “Zaman”  ve “Filiz” gazeteleri “Kaynak” dergisi vs. vs. bu şehirdedir.

2013 Bulgaristan Türklerinin ana diline ilginin arttığı bir yıldı.

Türk edebiyatına ilgi eski günlerini yaşamaya başladı. Hem Güney Rodoplar’da hem de Deliorman ve Dobruca’da Türk şiiri geceleri düzenlendi, Türk dilinde kaleme alınmış kitap yanıtımı yapıldı, anadilimize olan ilgi uyandı. Yaz aylarında öğrencilerimizin hem tatil hem de Türkçelerini geliştirmek için Türkiye ziyaretleri Türkçemize kan getirdi.

Bu yıl T.C.  Büyükelçiliği’nin yardımlarıyla ilkokul Türkçe ders kitapları yeniden basıldı ve öğrencilere kavuştu. Türkçe bir sıcaklıktır, gönül bağlarını açan, dünyayı ilgiyi büyüten bir sihirli anahtardır.

Türk dili öğretmenleri, kendi aralarında birleşerek dernek kurdular. Kuyez Bulgaristan ve Güney Bulgaristan Türk dili öğretmenleri derneklerinde örgütlendiler. Hocalarımızın anadilimizi her gönülde yeşertebilmesi için dernek evlerinde Türkçe kitaplıklara gerek var. Halen raflar boştur.  Birisi Kırcaali’de, ikincisi Şumen’de ve üçüncüsü de Razgrat’ta olmak üzere çalışır üç Türk kültür derneğine ihtiyacımız var. Yonus Emre Vakfı’nın bizi bulma zamanı geldi de geçti. Bu ülkede rahat edebilmemi için Şeyh Bedrettin felsefesini ve Bogomil Hareketi’ne temel oluşturduğunu Bulgar dilinde açmamız zorunlu oluyor. Bu konuda Türk yazar ve düşünürlerin görüşleri biraz ağdalı olduğundan, ilk dönemlerde konuya kolayca girilebilmesi açısından Radi Fiş gibi Rus yazarların açık anlatımlı eserlerinden yararlanılması yollarını bulmalıyız.

Bunları düşünürken olmayanı aramaya devam ediyorum. İkinci kattayım.

Son 30 yılda vatanımızda anadilimizi geliştirip sözlü ve yazılı biçimde yerleştirme açısından çok büyük bir hamle yapamadık. Her gün her haneye ulaşan Türkçe gazetemiz yok. Düğmesine dokununca Türkçe konuşan ve bizim sorunlarımızı anlatan bir radyomuz da yok. Bulgaristan sorunlarına Türkçe eğilen röportajlı, söyleşili, yorumlu, Avrupa’yı Bulgaristan açısından ve Bulgaristan’ı da AB açısından değerlendiren paket programlı televizyon yayınlarımız da yok. Hak ve Özgürlükler Hareketi Bulgaristan Türk, Pomak ve diğer Müslümanlarımızı iktidar ortaklığına kadar yükseltti, fakat onların etnik farklılığının temeli olan öz kültürümüz için parmağını oynatmadı.

Bugün Bulgaristan’da Türkçe yaşamaya devam ediyorsa bu HÖH yönetiminin bir edinimi olarak kabul edilemez. Unutmayalım. Kitle haberleşme araçlarının dilleri yaşatmada ve geliştirmedeki önemi çok büyüktür. 21. yüzyıl kitle iletişim yüzyılıdır. Bu iletişimin temel aracı anadildir. 24 yıldan beri yasaklı geçmişi silkecek ve bizi kendi dünyalarımıza taşıyacak yeni ve kararlı bir adım atamadık.

Sofya Radyosu’nun Türk dilinde yaptığı yayınlar ve bu programlara çok büyük bir ilgi olmasaydı, 1970’li yıllardan sonra kullandığımız dil, Türk dili baskı ve yasaklara dayanamaz ve kururdu. İyi ki 225 programlı Türk TV yayınları imdadımıza yetişti. Gençlerin aralarında çatır çatır konuştuğu dil TV TÜRKÇESİDİR. Kullandıkları sözlerden birçoklarını anlamayabilirler, fakat bu onların aralarında anlaşılır bir Türkçe iletişim ortamı kurmalarına engel olmuyor. Türk dizilerin son dönemde Bulgaristan Türklerinin dil kültürü üzerindeki olumlu etkisinin büyüklüğünü düşündükçe bu büyük nimetten alabildiğine yararlanma yollarını nasıl daha da genişletebiliriz diye düşünüyorum.

Türkçemizi ana kucağında, dede nene yanında, aile ortamında öğrenmeden sokağa çıkan çocukların Türkçelerinde aksama olduğu, okul ve toplum etkisiyle Bulgarcaya kaydıkları, kurdukları tümcelere daha fazla Bulgarca sözler kattıkları dikkati çekiyor. Böyle olunca anadilimizin iç uyumu bozuluyor, ses ahenginde farklı ve yabancı dalgalanmalar beliriyor. Bu doğaldır diyebilirsiniz, çünkü insan hep daha kolay olanı arar. Bulgarcada yolun somuttan özele ve genele doğru gitmesi, işin yokuşla başlamadığına işarettir. Türkçemizle pazara çıkmak için sadece söz havzasının beslenmesi yetmeyebilir, değimlerin, nükteli sözlerin, genelden özele ve bireye giden yolun gönüllü yolcusu olmak gerekir.

Türkiye televizyonlarında gösterilen tüm diziler yıllardan beri Bulgar TV – lerinde gece gündüz art arda Bulgarca olarak gösteriliyor. Bulgarlar Türk dizilerini çok beğeniyorlar. Dilinden ötürü değil tabi. Onların avucuna düşen yitirdikleri aile sıcaklığına sığınmak, özlem duydukları ilişkiler yaşamak, aile ortamı bulmak, Türklerin cana yakın ve huzurlu yaşayış tarzını öğrenmektir. Olaylar Türk dünyasının, tarih ve geleneklerinin Bulgarlara yanlış ve çarpık anlatıldığını kanıtladı. Bulgarlar Türklerin insan sevgisini, hürmetini, hoşgörüsünü kendi ev ortamlarında TV izlerken görebildiler, ama pek fazla değişmediler, daha doğrusunu öğrenmek isterseniz biraz daha katılaştılar. Çünkü kıskanıyorlar. Kendi kendini, öz geçmişini lanetleyen bir ulusun Avrupalı olabilme şansının olmadığını da hissetiler ki, bu da öfkelerini bir o kadar daha arttırıyor. Şu anda, sanki şeytanın başka işi yok da aklıma, Bulgarların da bildiği “yap iyiliği, bul kötülüğü” atasözünü getirdi. Bizim özümüzü gördüler ya, sanki kinleri daha da kabardı. Bu bizde neden yok fırtınaları etrafı kasıp kavuruyor. Tabii yumuşayanlar, gevşeyenler, kendine gelenler ve etrafına bakınmaya başlayanlar da yok değil. Hele şu Avrupa’ya gidip boş elle dönenler var ya, onlar bize daha sıcak selam vermeye başladı. Bulgar toplumuna, “Türkiye bizim en büyük komşumuzdur, aynı zamanda en iyi komşumuzdur, Türk’ten bize kötülük gelmez!” anlayışını giderek yerleştirme zamanları kapı çalıyor. Kültür silahı savaş silahından çok daha güçlüdür.

Bulgaristan’ın en büyük özel yayın evlerinden “Helikon” standındayım.

Kitaplar lüks baskı ve çok fazla. Hemen dikkatimi çeken ”Birlik VATAN” kitabı oldu.  İki cilt olarak yayımlanmış. Bu eserde 1937’de Çarlık döneminde kurulan ve Batı Rodoplar’da Pomak Türkleri arasında faaliyet yürüten, 1913 yılında isimleri zorla değiştirilen ve İslam tapınak ve ibadet yerlerine çok sert darbe indirilen dönemi yeniden yaşatmaya başlayan “yurtseverlik” kılıfı içindeki faşizan çalışmalar bir örgütü anlatıyor. Pomak Türklerin isimlerinin ikinci defa değiştirilmesi bu örgüt zulmüyle gerçekleşmişti. İkinci Dünya Savaşı yıllarında aynı bölgede anti-faşist hareketin gelişmesi ve “Anton İvanov” partizan çetesinin kurulmasıyla “Birlik VATAN” güçlerinin yerli halka kan kusturan saldırıları kat kat artmıştı. 1944’ten sonra sosyalist iktidar bu örgütü yasaklamıştı. Oysa şimdi, halk düşmanı faşizan faaliyetlerini “yurtseverlik” olarak anlatan ideolojik yayınları raflarda görünce çok fazla üzüldüğümü itiraf ediyorum.

Dikkati çeken bir husus ise, bu saygın yayın evinin sunduğu eserler arasında Ahmet Doğan’ın ajanlığını ve hafiyeliğini anlatan yeni kitaplar olmamasıdır. Jurnalleme ve ihanet etme konusu bitmiş gibi görünse de, konu çok daha derindir. Kasım Dal gibi bir baltaya sap olamayanların yasa önerisiyle çıkan “Dosyalar” yasası, aslında insanların yazgısını belirleyen gizli servis “DC” yerine, 10 yıldan beri “Dosya Komisyonu”nu getiren bir oyun olup, eski hafiyelerle onların iplerini çeken gizli servis subaylar arasındaki bağları tamamen kesemediğinden, her yerli hem de yabancı casusluk merkezlerine hafiyelik yabanların ülkemizde at oynatmasına devam ettiğinden ötürü, pek çok yeni araştırma eserine konu olacaktır. Mafya ve gizli çetelerin eylemlerini anlatan  “Zorla Girme” (vzlom”, “Şantaj”, “Andrey Lukanov Davası” gibi başlıkların ve yabancı casus örgütlerinden bazılarının Bulgaristan üzerindeki etkinliklerini açıklayan “CİA, KGB ve MOSAD” kitaplar ilk sırada ön planda sunulmuştur. 2013 yılı yaz ve güz protestolarını saat saat izleyen yazar G. Mizov’un toplam 1 200 sayfalık araştırma yapıtını fuarda bulabilirsiniz.

Yakınlaşma ve anlaşma kapılarını açan turistik ziyaretler.

Totalitarizm döneminde Bulgaristan’da Türkiye ve Türklükten övgüyle söz etmek yasak olduğundan, sınır kapılarının tek taraflı da olsa aralanmasıyla yılda yarım milyondan fazla Bulgar vatandaşının Akdeniz ve Ege Denizi sahillerinde tatil, Edirne ve İstanbul’da alış veriş yapması gönül yakınlığı doğurdu. İstanbul’un balını böreğini anlatanların ağzı sulanıyor. Türkiye’nin bakımlı bir ülke olması, Türk halkının genel temizliği ve sıcak konukseverliği, hızlı tempolarla modern dünyaya ayak uydurması gönül okşuyor. Türk pazarında bolluk denizinde kaybolmak, Türk gençliğinin yüksek ruhunu hissetmek, ülkenin kentleşme, kentsel dönüşüm, deniz, kara ve hava ulaşımı problemlerine yaklaşımı, Boğaz köprüleri ve hızlı trenler herkesi çok etkiliyor.

Kimliğimizi korumaya çalıştığımız ağır dönemimizde Türkçemizin öldürülmek istendiği yıllarda, bizi anlayanlar sussa da, biz onların devlet politikasını tasvip etmediğini hissediyorduk, onların bize karşı büyük günah işlendiğinin bilincinde olduğunu biliyorduk. Bu bakıma, İkinci Dünya Savaşı örnekleri vardı, Yahudilere yapılan düşmanca uygulama unutulmamıştı, Çingeneler de yıllar içinde zorbalıktan nasibini almışlardı. 1972 Pomak faciası da hafızalarda canlıydı.

Bundan dolayı olacak, Bulgar devletinin ileri gelenlerinden İvan Kostov’tan sonra, 16 Aralık 2013’te halka açık bir mitingde BSP Başkanı ve Avrupa Sosyalistlerinin uluslar arası örgütü PES lideri Sergey Stanişev’in de “Bulgarlaştırma” süreciyle ilgili Türklerden ve Pomaklardan özür dilemesi pek derin etki yaratmadı.

O gün bu gün, bir asır devam eden olayların üzeri kap bağlamadan, ülkedeki azınlıklara karşı uygulanan düşmanca politikaların yanlış olduğunu kanıtlayan birçok eser beklenirken,  Bulgar edebiyat seçkinleri konuya eğilmediler. Gazeteler de bu kitabın bir af dilemekle kapanmayacağını yazmadı. Bu bakıma, ne yazık ki, Bulgar, Türk ve Pomak dostluk ve kardeşliği Bulgar edebiyatında işlenmiyor. Tarihin ters anlatılması düşmanlık kazanı kaynatıyor. Yapılan kötülüklerden pişmanlık duyulmasını geciktiriyor. Bir ülkede yazarlar toplumu ve devleti sarsan, çökerten, bitiren, insanları süründüren olayları işlemiyorsa, onları durduran bir şeyler var, demektir. Eli kalem tutanlar bazı konulara değinmek istemiyorsa, bu, konular yazılmaya, şair ve yazarlar yazmaya, okurlar da yazılanı okumaya olgunlaşmamıştır, anlamına gelir. Olgunlaşmamış bir meyvedense tohumluk çekirdek alınmaz. Bu açıdan değerlendirildiğinde bir meydanda 50 bin kişinin önünde bir kişinin özür dilemesi başka birisinin ise, şükür deyip özür dileyenin boynuna sarılması, bizim adalet anlayışımıza ters düşer. Özür dileyen şapka çıkarıp eğilip el öpmelidir. Eli öpülecek adamın da hakikatten eli öpülecek biri olmalıdır. Öteki icatların hepsi bir perdelik sahne oyunudur.

Bizdeki büyük ve küçük olaylara tepkiler hep marjinallerden yani aşırı uçlardan gelir. Şimdi de öyle oldu. Tarihin önünde koşmak isteyenler var. Kahramanlık özleyenler var.

Bulgar tarihinde Türkleri ve İslam’a bağlı olan herkesi ve her şeyi Günah Keçisi bilenleri günah çıkarmaya zorlayacak ve içine düştükleri yanılgıdan arıtacak olan büyük ateş henüz tutuşmadı, yükselecek alevler bekleniyor. Ateş bacayı sarmayınca ocağa gizlenen zehirli böcekler, yaşlı ağaç kurtları, iri sıçanlar ve normal yaşam ortamını kirleten daha neler neler sığındıkları yerde rahat, bekliyor, yaşadıkları gibi yaşamaya ve hiçbir şey yapmasalar bile havayı zehirlemeye, kötülükler üretmeye devam ediyorlar.

Bütün toplumu temizleyecek büyük ateş bir gün ille yanacak, yanmak mecburiyetindedir. Geçen yüzyılın bütün küfü silkinecek, çok kirlenmiş olan eski kar kalkacak, Bulgarlar kendileri de “biz bitiyoruz”, “biz tükeniyoruz”, “50 yıl sonra ülkemizde Bulgar kalmayacak” korkusundan arınacak, temizlenecek ve normal yaşayıp normal severek üremek ve hayata sevinmek zorundadırlar.

Ben sergide dolaşırken, ileri geri gezerken bu çağrının ulusal kültür sarayına girmeye bir pencere, açık bir kapı aradığını hissediyorum. Etrafımdaki insanlar okumaya özlediklerini yeni yazılan kitaplarda beklediklerini bulamadıklarından üzgün ama yorulmadan usanmada aramaya kararlılar. Bu arayışı onların gözlerinde okuyorum ve ben de Türk kitap standını aramaya devam ediyorum.

Devam edecek.

 

Reklamlar