Dr. Nedim BİRİNCİ

Tarih: 8. 10. 2017

Konu: Kötülüklerin kökleri XX.  Yüzyılda.                                

Anasına bak, kızını al!” diyenlere itiraz edildiğini işitmedim.

  1. yüzyılı analiz edip 21. Yüzyılı görebilmek isteyenleri kutluyorum. Yeni yüzyılda ancak 17 yıl geçmiş olmasına rağmen, baş gösteren 21. yüzyıl tehlikelerini birer ikişer yaşıyoruz.

Bugünkü tehlikelerin 20. Yüzyıl dünya modellerinden kaynaklandığını görebiliyoruz. Bunlar üç modeldir: 1) Komünizm, 2)   Faşizm ve 3) Finansizm.

  • Adına Bolşevizm veya komünizm denen model, üretim araçlarını millileştirilerek ve sınıfsız bir toplum kurma fikirsel temelinde gelecek toplumunu örgütleme için geliştirilmiştir. Kapitalist toplumun büyük eleştiricileri Marks ve Engelsin görüşlerinin değerlendirilmesi temelinde Lenin tarafından Bolşeviklerin ideolojisi olarak geliştirilmişti. Sosyal felsefe akımında Tarihsel Maddecilik ismiyle bilinir. Hedefinde kapitalizmden daha adaletli bir topum düzeni kurmak olsa da, Bulgaristan’da totaliter, baskıcı, terör ve zülüm rejimi olarak 35 ayakta kaldı. Etnik azınlıkları eriterek asimile etme siyasetiyle ünlendi. Tek dilli, tek kültürlü ve tek uluslu Bulgar devleti kurma çabalarıyla diktatör Todor Jivkov’un 10 Kasım 1989’da devrilmesiyle çöktü. Ana kalesi olan Sovyetler Birliği ve diğer Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinde de battı. Bulgaristan Türker’inin diline, dinine kimliğine saldırdı. Büyük sayıda kurban aldı. 1 milyon kardeşimize vatandan konulma acısı yaşattı.

Günümüzde Türkiye’ye saldırılarına devam ederken küresel emperyalizme uşaklık eden PKK komünist ideoloji ile donatılmıştır.

  • Adı faşizm yani nasyonal-sosyalizm ırkçı bir ideolojidir. Alman jeo-politik ekolü gelenekleri, “yaşam alanı” etrafında dönenen ve Fridrich Nizsche’nin üstün adam (Übermensch) felsefesini yanlış yorumlayan Hitler tarafından biçimlendirilmiştir. Bu iki ideoloji arasındaki direk çarpışma geçen asır en az 50 milyon kişinin ölümüne sebep olmuş, bir o kadarını hapiste ve sürgünde çürütmüş, sakat ve geleceksiz bırakmış, binlerce şehrin yok olmasına neden olmuştur.

Komünizm ile faşizm yani bu iki ideoloji arasındaki fark şundan ibarettir:

Komünizm, toplumda kolektifin rolünü mutlaklaştırır. Yaratmak istedikleri modele “Dünya Devrimi” demişlerdi.

Faşizm, kişi rolünün özünü değiştirir. Hitlerse “Yeni Düzen” veya “Bin Yıllık İmparatorluk” yaratmak istemişti.

Geçen yüzyılın birinci yarısında bu iki politik ideoloji topluma feci değişikliklerle damga vurdu. Tarihe başarısız sosyal-mühendislik projeleri olarak geçtiler. Aynı dönemde doğan Kemalizm, dünyanın en büyük imparatorluğunun çöküşü esnasında onu modern bir şekilde diriltmek için Türkçülük ideolojisiyle gelişti. Asya ve Avrupa’da Türk dünyasını yeni bir uygarlığa uyandırdı. Başta Müslüman dünya halkları olmak üzere mazlum hakların emperyalizm boyunduruğundan kurtulmasına kudret kaynağı ve emsal oldu. Bugün Yakın Doğu komşularımız Irak ve Suriye’de adil çözümü aranan sorunların bağdaşmaz öz çelişkileri 1919’da Paris’te imzalanan anlaşmalarda mayalanmış, yüz yıl çözülememiş ve 21. asra taşmıştır. Öz çizgileri olmayan Kürt bölgelerinin Irak’ta 25 Eylül’de yaptığı “bağımsızlık reformu” da yüzyıldan beri su alıyor. Halkların ve devletlerin arasına nifak sokmak isteyenler hareketlendi. Şu an emperyalist güçlerin Suriye ve Irak’ta yaşanan “Kürt”, “Kürdistan” PKK, YPG, “DEAŞ” tuzaklarının ipleri hiç istisnasız 1918-1919 toplantılarına uzanır.

  • Yüzyılın ikinci yarısında topluma en güçlü derin etkide bulunan finans elit tarafından sesiz, sürünerek ilerleyen önce adı da olmayan bir devrim yaptı. Bu, sanayi kapitalizmini finans toplumuna dönüştüren finans devrimidir. Bu sesiz, savaşsız, katliamsız devrim, bir sanayi devrimiydi ve sanayi kapitalizmini finans kapitalizmine dönüştürdü. Komünist ve faşist ideolojiler politik ideolojiler iken, finans kapitalizmi devrimi (finansizm) iyi planlanmış 2 yasal değişiklikle gerçekleşti:
  1. Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankası olarak FED kuruldu. Bu, kendi adlarına US Dolar basma ve bunları % 10 faiz karşılığı Amerikan hükümetine satma yetkisi olan birkaç özel banka karteliydi.
  2. US Doların altın karşılığı kaldırıldı. Dolar durumu ve değeri yasalarca belirlenmeye başladı. Ödeme aracı durumuna getirildi. Bu iş yapılırken iyi planlanmış adımlardan biri de, US Doların bir dünya dövizi ve ödemeler aracı olarak dayatılmasından sonra, finans kapitalizmi (mali sermaye) bir dünya sistemine dönüştü. Çağdaş tanımı finansizm olan bir egemen ideoloji oluştu.

1918 ve 1934 dünya finansal bunalımlarından süzülerek dirilen, serbest ticaret yasalarını, nesnel dengelenme ve yönlenmeyi rafa kaldıran bu gelişmenin güçlenmesinde iki çarpıcı örnek vardır.

Bunlardan birini, İngiltere Başbakanı Winston Churchill (1874 – 1965) İkinci Dünya Savaşından sonra sekreterine dikte ettiği 28 ciltlik hatıratında buluyoruz. Savaş yıllarında ABD limanlarında Britanya adaları istikametine gıda, mühimmat ve silah dolu 650 kalkmıştır. Bunlardan yarısı Alman denizaltıları tarafından Atlantik’te batırılmıştı. Hesap görme günü gelince Başbakan Churchill ABD yönetimiyle şöyle anlaşmıştır: 1945’lerde dünya ticaretinde US Dolarla yapılan alışveriş oranı % 34 tür. % 18 gibi bir oran ise arlarında Avustralya ve Hindistan da olan Britanya imparatorluğuna bağlı 17 devlet arasındadır. Britanya payından Churchill % 52’lik bir egemenlikle US Dolar düny parası yaparken, borçtan kurtulur.

İkinci gelişme ise ABD içinde olur. Amerika Başkanı John Fitzgerald Kennedy (1917 – 1963) Dallas, Texas’ta kör bir kuşuma kurban gitmezden önce şöyle bir karar almıştı.  US Dolar kesen ve Washington hükümetine % 10 faiz karşılığı veren, yukarıda bir özel bankalar karteli dediğimiz FET’ten yeni basılan US Dolar satın almaktan vaz geçmek niyetiyle, devlet darphanesinde “gümüş karşılığı olan US Dolar” basma kararı almış ve eşiyle birlikte Dallas ziyaretine çıkmazdan önce birkaçını cüzdanına dizmişti. Sen misin FET’in haklarına uzanan deyip kükreyenler, Kennedy’ye kıydılar. O gün bu gün 54 yıl geçti, Amerika Vietnam, Afganistan ve Irak yenilgileri yşadı, 2008’de başlayan mali bunalım bir türlü aşılamasa da o feci tarihin acı anısı hala canlı olacak ki, değişen son Amerikan başkanından hiç biri FET’in “kutsal” hakkına el uzatamadı.

Finansizm bugün Birleşik Amerika’da bunalım içindedir. Bütün güçlerini toplamış bunalımlarını Avrupa’ya akıtmaya çalışıyor. Avrupa Devletlerini birbirine düşürmeye, dağıtmaya ya da parçalayıp bölmeye çalışıyor. Yakın Doğu’da İslam medeniyetiyle savaşıyor. “Arap Baharıyla” Müslüman Dünya’ya ölümcül saldırıda bulundu.  Terörizmle mücadele kılıfı içinde terör örgütlerine kendi kirli işlerine alet etmeye devam ediyor.

Finans sermaye liberal ideoloji yarattı. Liberal ideolojinin temel ilkelerinden biri siyasette sol sağ farkını kaldırmasıdır. Sol ve sağ siyaseti hep aynı dereceyi gösteren iki termometre olarak göstermeye çalışıyor. Bunun anlamı sınıf çelişkileri çağının kapandığı anlamındadır. Örneklemeyi Bulgaristan’dan verirsek, zulüm eden Bulgaristan Komünist Partisi’den (BKP) solda Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), sağ cephede de Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları (GERB) partisi üzerinden verebiliriz. BSP ile GERB arasında fark yok diyorlar. Birisi Bulgaristan’ı AB ve NATO’ya üye yaptı. GERB da 2009’dan veri AB fonlarını dağıtıyor. Rüşvet dünyası yaratmayı başardı. Aynı zamanda 1990’dan beri sol liberalim havalarında yüzen Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) liderliği de partiden atılan Lütfi Mestan (DOST) “sağ liberal” bir partidir, dedi. Aç, işsiz, cahil, okulsuz ve baskı altında yaşayan insanlarımızla, gurbette atılan kardeşlerimizle alay edenler bir gün gelip hesap vereceklerdir kuşkusuz.  Hayat öyle çileli ki, gurbette “DOST” şiir yazanları anlayamıyorum. HÖH ve DOST “finans kapitali dünyayı sömürdüğü gibi insanlarımızın da kanını emiyor” diyemediler. Geçerli kural şudur: “Her keçi kendi bacağından asılır.” L.Mestan 50 milyonu aldı. Ahmet Doğan ise milyarder oldu. Halk acından ölüyor. Sizin halinizden  “bana ne” şarkısını söylemeye devam ediyorlar. Ajan maaşıyla yetişenler, devlet korumasında, devlet köşklerinde yaşıyorlar. Bunlar koyun sürüsünde kurt gibi. Ya da, modern bir düğüne abalı poturlu kalpaklı külahlı ve kuşağında kamalı gelmiş köy kabadayılarının, ben de sizden biriyim dedikleri anlar akla geliyor. Bizimkiler bulsalar keşkek kazanına girip kaynayacaklar, amaçları halk kokmak. Ne kadar gülünç bir durum!

Şu finansizm devrinde, sanayi gelişmiyor, yaratıcılık tatilde, inovasyon işleri de kapıya kilit vurmuş. Bu böyle olmasa “ter kokan kolonya” icat edilir ve “siyasetçilerimiz” birçok dertten birden kurtulurdu.

 

Finans elit (oligarşi) bankacılardan ve finans kurumları şeflerinden oluşur. Bulgaristan’da bu oluşumun amansız çatışmalarında 1990’lı yıllarda 76 bankacı, başbakan, siyaset ve iş adamı, maliyeci hayattan oldu. 15 banka kapanmış ve Batı bankaları ülkeye çöreklenmişti. Bu çatışmada ayakta kalan para babası Delyan Peevski, bankacı Tsvetan Vasilev ve daha birçok kişinin bir ayağı dış ülkededir. 29 milyar US Dolar dış hesaplara akıtılmıştır.

Günümüzde en faal ve güçlü küresel finans sermaye temsilcisi olarak bilinen karanlığın gölgesinden beliren George Soros’u biraz tanıyalım: İkinci Dünya Savaşı yıllarında, kellesini kurtarmak için Nazilere hafiyelik yapmış, mali dalaverelere karışarak zengin olmuş, bir zenginler Kulübü olan Bilderberg Kulübü üyesidir, “Açık Toplum” Vakfının kurucusudur. O bir Macar Yahudi’sidir. Gürcistan, Ukrayna “turuncu devrimleri” kışkırtıcı ve para babasıdır. FETÖ ile birlikte İstanbul “Gezi” olaylarının mimarıdır. Katalan “bağımsızlık reformun” para akıtandır. Kişiyi toplumdan ve topluğundan koparıp Troçkist anarşiye iten zihniyetin “üst aklına” aittir. Sofya’da da “Açık Toplum” kurumu oluşturdu. HÖH adına, yattığı yer nur olsun, Kırcaali’den Yaşar yönetim kurulu üyesiydi. Bizim hakkımızda da kitap yazdılar. Filmler çektiler. Bazıları doktor, kimileri Profesör oldu. Soros üniversiteleri bakanlarından bakan oldu. “Soya dönüş sürecini” sözde adil anlatmaya çalıştılar, ne ki acının resmini çekemediler. 1989 Mayıs Ayaklanmasının Türk devrim hareketi öncüleri yönetti diyemediler. Türklerin Okulu yok, alın şu parayı okul açın, parası yok yardım edin diyemediler. Hiçbir şarkımızı ve şiirimizi bilmeyen bu Soros’çular gelenek, töre ve kültürümüzü de anlayamadılar. 1 milyon Türk vatanımızdan kovulduk, “nedir bu rezalet hepsini geri alın” diyemediler. Onların hesaplarında 3-5 zengin elit ve milyonlarca yoksul kitle oluşturmak var.  Şimdi Bulgaristan’ı parçalama planları çizmişler. Ahmet Doğan ve Lutfi Mestan yönetiminde “kültürel otonomi” istemiyoruz sloganı yükseltenlere hor bakıyorlar.

Bulgaristan Çingeneleri Soros’un büyük bir hırsız olduğunu biliyor. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Doğu Avrupa ülkelerinden 6 bin Çingene Nazi toplama kamplarında yakılmış, öldürülmüş, kayıplara karışmıştı. Almanya 1994 yılında Avrupa Çingene Birliği’ne 4 milyar Deutsche Mark tazminat ödemeyi kabul etmişti. Parayı 1994’te dolandırıcı para babası G. Sorosa kaptırdılar. Bu örnekler sıralamakla bitmez. Soros tuzakları Rusya, Çin ve Türkiye’de işlemedi ama Bulgaristan’da işledi.

Soros’un ana hedefinde sivil toplum örgütü manevi değerlerini çarpıtmak var. O, iki çeşit kültür olduğunu iddia ediyor: Birbirine kökten tezatlı kitle kültürü ve elit kültüründen söz ediyorlar. Hedeflerinde tek dilli ve tek kültürlü bir dünya düzeni var ki, bu nedenle Bulgaristan Türklerinin diline ve dinine saldıranlarla mücadeleye yanaşmıyorlar. Okullarımızın bire dek kapatılmış olmasından Ahmet Doğan, Kasım Dal ve Lütfi Mestan için rahatsız edici bir durum yoksa, Batı bankacılar, Brüksel milletvekilleri ve Soros ve arkasındaki “üst akıl” için de rahatsız edici bir durum yok demektir. Hepimiz kör cahil kalsak da umurlarında olmaz. “Liberal üst akıl” Doğan ve Mestan’la sıkı fıkı, yakında Sofya’da “Uluslararası Liberaller Konferansı” yapılacak. Doğan, Karadayı, Küçük ve Mestan aynı sıraya oturup aynı kürsüden konuşurlarsa, şaşmayınız.  Modern sağ ve sol liberalizmin insan haklarına, hak ve özgürlüklerimize yaklaşımı budur. Liberalizm özgürlüklerin mezar kazıcısıdır.

Bugün 9 Ekim 2017, pazartesi. Sofya’da Cumhurbaşkanı Rumen Radev Milli Güvenlik Konseyini ulusal toplantıya çağırmıştı. Faşizan güçlerden üçünün (Ataka, Yurtsever Cephe ve VMRO) de liderleri gelmedi. Bu kişilerin ikisi başbakan yardımcısı görevindedir ve Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısına gelmediler. Başbakan Boyko Borisov toplantıya 1.5 saat gecikmeli gelirken, GERB Başkan Yardımcısı ve meclis grubu başkanı Tsvetanov, toplantının yarısında kalktı gitti.  Mustafa Karadayı da uçağa binip Avrupa liberalleriyle danışmak için Brüksel’le gitti. Neyi mi görüşecekler miş? Bulgaristan’da rüşvetle mücadele komisyonu kurulması, bu yeni devlet organın başkanının kim olacağı ve nasıl seçileceği konuları görüşülecekti. Rüşvetle mücadele konusunda devlet eliti bir yuvarlak masa etrafında buluşamadı. 28 yıldan beri ilk kez Bulgaristan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapılamadı. Anlaşılan, “rüşvetle” mücadele finansizmin ve liberalizmin en korktuğu ejderha. “Üst akıl” dokunmayın rüşvet konusuna dedi ve kimin aklının “üst akla” bağlı olduğu birdenbire ortaya çıktı. Faşist Krasimir Karakaçanov, Valeri Simyonov, Volen Siderov, Boyko Borisov, Tsvetan Tsvetanov ve Mustafa Karadayı’nın aynı ipte oynadığı görüldü. Buradan ötesi hepsi boş laf, oyun, yalan, dolan ve daha ne isterseniz odur. Tehlikenin içinde zehirli yıllanlar bunlardır.

Bunun anlamı nedir?

  1. ve 20. Yüzyılın sloganı ve ilham kaynağı olan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik, komünizm ve faşizm ülküsünde yaşam hakkı ararken, finans kapitalin yarattığı liberalizm koşullarında yerini çalma kampa, gasp etme, alıp gitme, dalavere, rüşvet ve küstahlık aldı. Bunun için Rüşvete karşı mücadele edecek devlet organ kurulamıyor. Kurulamayacak. Kurulsa bile başkan bulunamayacak. Türklere karşı devlet siyasetini jurnalcilikle, hafiyelikle, müzevirlikle, hainlikle yürütenler, rüşvette karşı jurnalle, muhbirlerin yardımıyla mücadeleyi yasaklamak istiyorlar. Vay be… Borisiv’a götürülen 400 kilogram “sucuk” kolilerini yakaladılar. Sökmedi! Borisov ben sucuk yemiyorum dedi, akan sular durdu. BTK –Bulgar kooperatif Ticaret Bankasından 7.200. 000 leva çalındı. Yine sökmedi. Devlet hırsızların borcunu ödedi. Olayı nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Haskovo, Gabrovo, Varna, Pernik ve birçok başka il ve ilçelerin bacanak, sotanak, metres, yavuklu ağı tarafından yönetildiği ve yalnız Haskova ilinde 132 milyon levanın “şeytan aldı götürdü, geri getirmedi” usulünce sıkılıp suyunun içildiği açıklandı ve halka verilen cevap işte: Cumhurbaşkanı da neymiş! Çağırabilir ama gidip gitmemek, karar alıp almamak bizim elimizde demeye getirdiler….

Şöyle bir değim var: Liberal demokrasi demokrasinin doruğu değil, namussuzluğun dibinin en dibidir. Söyleyenler haklı… Tehlikenin iç yüzü budur.

Bu konuya devam etmek istiyoruz.

Ben yazımı yazarken,  “NOVA” TV Sofya’da istifa çığlıklarında nümayişçilerin Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık binaları arasında mitingini gösteriyordu. Sayın Rafet Ulutürk bey son yazısında Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı ile Başbakanın “selam sabahı” kestiğini yazmıştı. Oysa durum çok daha kötüymüş. Cumhurbaşkanlığından çıkarken Başbakan Borisov arka kapıdan çıkmış. Gazetecilerle yüzleşmekten korkuyormuş.

Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov’un istifa etmesi içinbütün gazetecilerin birlikte hareket etmesi bekleniyordu. Adam düşebilirdi. Bunu yapmadılar. Toplum ve kamuoyu yeni bir siyasi bunalımdan korkuyorlar.

Üçüncü bölümde Liberalizm ortamında  kulislerin rolünü inceleyelim.

Ah şu kulıs oyunları…

Şimdiye kadar Bulgaristan “teflon” tavasının yalnızca biraz çizilmiş olduğunu sanıyordum, oysa teflonun koruyucu tabakası tamamen çizilmiş, yeni tava gerek… En saldırgan milletvekili olan GERV vurucu gücü Anton Todorov bugün istifa etti. Önemli gazeteleri işten atmak istemişti. Gazeteciler birbirine sarıldı.

Faşistlerin başı Valeri Stoyanov (Başbakan Yardımcısı)  Bulgar Milli Televizyonunu, Sofya Radyosu, vTV ve NOVA TV medyalarını mahkemeye verdi. Kapatmak istiyor. Özel malı olan “Skat” yalanlarını dinletme ve herkesin beynini yıkamak istiyor. Bulgar halkı uyanmak mecburiyetindedir…

Devam edecek.

Okuyun ve önerin lütfen.

 

Reklamlar