Tarih: 26 Mayıs 2018

Yazan: Şakir RSLANTAŞ

Konu: Sovyetler Birliğinin çökmesinde fikir sahibi kimdi?          

Birçok arkadaşımla dostane sohbetlerimizde, Bulgaristan’dan geldiniz, nasıl oldu da şu kocaman Sovyetler Birliği çöktü. Bu işi yapan, bu tuzağı kuran kimdi? Sorusu sık sık soruldu.  Bir sıra arkadaşlarımdan birisi iyice üstelemişti.  Konuyla yakından ilgilendim.  Bu arada ABD Devlet Sekreteri Henry Kissinger’in eserlerine sarıldım. “Diplomasi”, “Dünya Düzeni” ve “Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı” nı okudum. Kanmadım.  İnandırıcı değildi. Aradığımı bulamadım.

Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BGSAM) yazarı olarak konuyla ilgimi kesmedim.  Bulgaristan ve Türkiye’de konuya ilişkin yazı-kitap ararken, yazar arkadaşlarımla konuyu deşmeye başladım.

Fikirler insanların beyninde doğar. Bu teze inanan biriyim. Çok yemekle ya da kaliteli içecek-yiyecek tüketmekle akıllı olunduğuna inanmam. Akıl ve bulgu temelinde zekâ ve çaba olduğuna inanırım.

Doğru yanıta götüren ışığı önce Zbignew Brzezinski’nin “Satranç Tahtası” eserinde de aradım. Bir gün elime 1981-1989 yılları arasında Birleşik Amerika’ya başkan olan Ronald Reagan’ı ve çalıştığı ekibi anlatan bir kitap geçti. Özü açan ilk tahlilde Rusya uzmanı  tarihçi Richard Peyns’in ismine rastladım.

O, İkinci Büyük Savaşı’ndan önce Portekiz üzerinden ABD’ye göç eden bir Leh Yahudi ailesinin oğlu. 1959’da kendini Harvard Üniversitesi Kütüphanesi Rusya tarihi bölümünde bulan R. Peyns, giderek birçok araştırma eseri kaleme aldı. Rusça ve Almanca da aralarında olmak üzere, birkaç dil bilen araştırmacı yazar, Rusların silah gücüyle yayılmacılığını büyüteç altına alan bir bilim adamıdır. XVI. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Rus Çarı topraklarının her yıl 130 000 (yüz otuz bin) kilometre kare genişlettiğini tespit eder. Korkunç İvan döneminden başlayarak birbirini kovalayan saldırılarla nefes alan Rus siyasetinde gasp edilen bütün toprakların bir tek Çarın mülküne geçer. Gasp edilen yerlerin korunması için özel ordu birliklerinden başka, ideolojik polis, siyasi polis, azınlıklar polisi vs gibi değişik baskı araçları oluşturulduğunu kitaplarında taşır.  Ayrı ayrı Rus Çarlarının yönetim biçimlerinin Doğu despotizminden başka bir şey olmadığını ortaya koyarken, özelliklerini inceler. İki kıtaya yayılmış bu uçsuz bucaksız diyarın tüm halklarının asırlar boyu ağızdan çıkan emirler ve satır gücüyle yönetildiğini yazar. Yasa ve kuralların hiçbir kaydı yoktur. Keyfi yönetim eski Rus rejimlerinde olduğu gibi, Sovyet ve sözde “demokratik” rejimlerde de değişmeden uygulanmaya devam eder.  Eski devirde, Rusya’nın devlet yapısı totalitarizmdir. İmparatorluk, yasal düzeni olmayan, hukuk üstünlüğünü hiçe sayan, anayasa ve adalet tanımayan Çar tarafından yönetilir.75 yıl  (1917 – 1992) ayakta kalan Sovyetler Birliği’nde değişmeyen totaliter Çarlık düzeni “Sovyet demokrasisi” ile el değiştirse de, ilk ve son söz Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Merkez Komitesi (MK) Politik Bürosu’nun ve özellikle de parti Genel Sekreterinin iradesiydi. İdeolojik ve siyasi polis ile milletler ve azınlıklar polisi görevine devam etmiştir. Baskı düzenine “işçi köylü iktidarı” adı verilmiştir.

Araştırmacı yazar Richard Peyns analizlerinden çıkardığı sonuçlarda, Rusya’nın ayakta kalabilmek için sınırlarını devamlı genişletmesi gerektiğine işaret eder ve şu 3 stratejik ilke üzerinde özellikle durmuştur:

  1. Tarih boyu askeri saldırıları yalnız batıya yönelten Moskova, akınlarına devam edebilmek için, ele geçirdiği Doğu topraklarında yaşayan halkların huzurunu ve güvenliğini güvence altına almak zorundadır. Çünkü cepheyi besleyecek olan gıda ambarı ve insan kaynağı Doğu’dur.
  2. Batı devletleri dünyadan koparılmalıdır. Aralarında düşmanlık yaratılmalı, birbirlerine düşmeleri için kışkırtılmalıdırlar. Savaş hallerinde taraflardan hepsi desteklenmelidir.
  3. Rusya müttefik aramadan her zaman savaş yürütecek durumda olmalıdır. Rusya, Sovyetler ve bugünkü Putin rejiminin yalnız 2 müttefiki vardır. Birisi, Rus Ordusu, ikincisi de Rus Askeri Deniz Kuvvetleridir. Kuşkusuz bu gün bu güçlere Rusya Askeri Hava ve Uzay Kuvvetleri de eklenmelidir. Bu temel ilkeler asırlarca asla değişmemiştir. Rusya, Varşova Paktı yıllarında bile “silah kardeşi” olarak tanıttığı askeri müttefiklerine genelde güvenmemiştir.

Sovyet Rusya’nın dağılmasına ve çökmesine neden olan delilleri kütüphane arşivlerinden gün ışığına taşıyan tarihçi yazar R. Peyns, milletlerin ve azınlıkların insan haklarından tamamen yoksun bir toplumsal düzende yaşadığına dikkat çeker. 15 milletten ve 96 azınlıktan oluşan Sovyet toplumunda vatandaşların kişisel haklarının kısıtlanmış, ortak haklarının yasaklanmış olduğuna vurgu yapar.  Özgürlük için dirilişin toplumu sarstığını görür ve dünyaya anlatır.

Moskova yönetiminin kimseye güvenmediğine Bulgaristan örnekleri verir. 1985’te isim değiştirip yaşam tarzı yasaklayarak Türkleri Bulgarlaştırma faciasında hak ve özgürlük için uyanışa işaret eder. Müslümanların Bulgar zokasını asla yutmayacağı kafasına dank eden cahil köylü diktatör T. Jivkov çılgınlık içinde  “SS-23” orta menzilli Sovyet füzeleri aldı.  Modern silahları Pleven’e (Plevne) bağlı Tiliş’e konuşlandırdı.  Ne var ki, Ruslar, güvenmedikleri Bulgarlara “SS-23” füze başlıklarını vermemişti. Sliven  (İstinye), Koca Balkan, “Mavi Kayalar” mevkiine konuşlandırılan “SS – 22” füzeleri de bir işe yaramadı. 1990’lı yıllarda Bulgaristan hepsini kesmek zorunda kaldı. Ordusunu 40 bin kişiye düşürdü. Bugün Bulgar Ordusu 1977 Sovyet silahlarıyla donanmış bir NATO gücüdür.

Bulgaristan’ı çökerten de insan hakları, etniklerin hak ve özgürlüklerinin tanınmadığı gibi bir de devlet baskısı kullanılarak Türklerin, Pomakların, Çingenelerin, Makedonların, Ulahların ve Tatarlarla Gagavuzların asimile edilerek Bulgarlaştırması oldu. Kimlik ve insan hakları, kültürel özerklik sorunu sosyal ve ekonomik sorunların önüne geçmiş ve toplumsal düzenin geleceği için belirleyici olmuştu.

Yukarıda adı geçen füzelerin hurdaya çıkarılıp kesilmesi, tankların bomba düzeneklerinin sökülmesi, birçok silah fabrikanın kapatılması gerçekleşti. Fakat totaliter yapı de-monte edilip gömülmedi. Özellikle de azınlıkları entegre ederek asimile etme yaklaşımı şekil değiştirerek ayakta kaldı. Totalitarizmi yaşatma, azınlık haklarını tanımama, yasaları rafa kaldırarak idare etme yani haksızlık ve adaletsizlik yoluna devam etti. Bulgar devlet yapılanmasının özünde ve Bulgar soyunda olan azınlıklara haklarını tanımama korundu. Siyasi düzende şekilsel değişikliklerle totalitarizmin kendiliğinden çözülüp yok olacağını düşünenler yanıldılar. Totalitarizm Bulgar devletinin kökündeydi. Bulgar milliyetçiliğinin özünü oluşturan Türk düşmanlığı sönmedi. Demokrasi paket içinde kaldı. Azınlık hakları yasallaşmadı yani saldırılara hedef oldu.

Faşist Çarlık düzeninden, sosyalizme ve sözde demokrasiye geçilmiş olsa da, totalitarizm ve azınlıkları haksız-hukuksuz ve devlet işlerinden uzak tutma siyaseti korunup beslendi.  Burada vurgulanması gereken, Bulgarların azınlıklara düşmanca yaklaşımının aşılanmış olmayıp, doğuştan ve belki de değişmez olduğu gerçeğidir. Bu siyasette Rusya ve Sovyetlerden kopyalanmış birçok çizgi vardı. İnsan hakları sorunlarını sözde çözerken azınlıkları topraklarından kovma, taşınmazlarına el koyma, devlet sınırlarını genişletme vs Bulgarların Ruslardan aldığı bazı yönetim yöntemidir. Bunlar sayesinde 1878 – 1919 arasında Bulgar devleti topraklarını 3 defa genişletmiştir. 1989’da 7 milyon nüfusu olan Bulgaristan’da 2018’de 3,5-4 milyon insan yaşıyor. Azınlıkların yaşadığı 2 bin köy insansız kaldı.

Amerikalı strateji analizcisi R. Peysn’ın itiraf ettiğine göre, o bu çok önemli konuları araştırırken yazar Sergey Salavyov’un 32 ciltlik külliyatını okumuş. Bu eserlerden aldığı bir alıntıda “Totaliter düzende devlet dağılıyor, halk yoksullaşıyor, ama devletin azınlıklarla ilgili siyaseti değişmez “ denir.  Bu külliyatta “Bulgaristan’ın en büyük düşmanı Rusya’dır” tespiti birkaç defa geçer.

Özellikle, Çar II. Nikolay’ın “Rusya bir ülke değil yeryüzünden bir parçadır” savı üstüne çarpıcı yorumlar yazan tarihçi R. Peyns, 1976’da ABD Merkezi Haber Alma Örgütü (CİA)  bünyesine alındı. Ödevi, Sovyet gerçekliğini analiz eden gruba rekabet etmek olan “Grup – B” başkanı atandı. Bu çalışmalarıyla, 1985 Helsinki Konferansında ABD ve Batı dünyasının masaya yatırdığı “insan hakları senedi” tezini geliştirdi. Bu senet, Bulgaristan tarafından da imzalandı fakat uygulanmadı. 500 bin Bulgaristan Türkü vatanlarından kovuldu.

(1985 Bulgaristan Türklerinin isimlerinin baskı ve terörle değiştirildiği ve tüm insan haklarının tamamen yasaklandığı yıldır. 1989 Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlükleri için ayaklandığı yıldır. Totaliter Bulgar devleti sahtekârlık yapıp ülkede yaşayan Türklerin “Müslümanlaştırılmış Bulgarlar olduğu” yalan tezini savunarak, imzaladığı uluslararası senedi ve anlaşmaları uygulamadı. Bulgar baskısına tepkiler giderek arttı. 2018’de “kültürel otonomi” mücadele bayrağı dalgalanıyor.)

Grup – B” yaptığı özel analizlerde Sovyetlerin balistik ve orta menzilli taktik ve çok başlıklı füzeler geliştirmede önemli yol kaydettiğini ilk saptadı. 1980’li yıllarda Batı Avrupa ülkelerinde devlet ve hükümet liderlerinden birçoğu Sovyet politikası için kazanılmıştı. Anti-Sovyet tavırdan caydırılmışlardı.  Bazıları satın alınmışlardı. Bu işlerde, 10 milyar US Dolar gibi büyük paralar oynadığını, Avrupa Komisyonu Londra Merkezinde görevli Bayan Katrin Astam’ın vicdanlarını satanların mali işler müdürü olduğunu, paraları paylaştırdığını gün ışığına çıkaran “Grup B” dir. Bu arada Papa’yı öldürmeyi deneyen M. Ağca’ya Batı Almanya’dan büyük paralar vaat edildiğini de kanıtlayan aynı istihbaratçı grup olmuştur.

İşte böyle son derece gergin bir ortamda, bugün artık 30 dile çevrilmiş ve defalarca basılmış olan R. Peyns’in kitaplarının dünyayı etkilemeye başlamasıyla, Moskova’da çıkan “Oganyok” dergisi baş redaktör Karatiç’in imzasıyla 1989’da “Komünizmin Cinayetleri” başlıklı bir yazı çıktı.  Karatiç, milletlerin ve azınlıkların bağımsızlık, egemenlik ve kendi devletlerini kurma ve öz dillerinde kültür geliştirme konularını işledi. 1992 yılında 3 Baltık ülkesi, Ukrayna, Beyaz Rusya, Moldova ve Türk Cumhuriyetleri (14 devlet) ve büyük sayıda azınlık özerklik kazandı, milli devlet kurdu. Her birinin yasal sınırı, başkenti, milli marşı, meclisi, hükümeti ve Cumhurbaşkanı vs var. Mihail Gorbaçov yönetiminde çöküp dağılan Sovyetler Birliği, Başkan Vladimir Putin yönetiminde yeniden silah gücüyle Rusya Federasyonu olarak genişlemeyi seçti. Kafkaslarda birçok özerk etnik cumhuriyet işgal edilirken, Gürcistan’a saldırıldı. Kırım Adası işgal edildi. Doğu Ukrayna eyaletlerinde işgalcilerle savaş devam ediyor. Peyns’in insan hakları ve azınlık hakları formülü tuttu. Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti dağıldı. 9 bağımsız devlet kuruldu. Bulgaristan’da etnik azınlıklar sorunu çözüm bekliyor.

Sovyetler Birliği stratejik askeri güçler uzmanlarından Georgi Arbatov da aynı “Aganyok” dergisinde özel bir yazı bastı. Varşova Paktı’nda NATO’dan 20 bin adet fazla tank bulundurduğunu  açıkladı. Hepsinin Doğu Avrupa ülkelerinde konuşlandığını duyurdu. Bulgaristan / Sliven merkezli Bulgar Üçüncü Ordu emrinde 3 000  (üç bin) tank olduğunu, 1985-1989 yılları arasında yine Bulgaristan’da “nükleer silah” bulunduğunu, Stranca Dağındaki baraj ve gölet havzasının “nükleer mayın” döşeli olduğunu bildirdi.  O zaman Sovyet dergisi Bulgaristan’da toplatılmıştı.  “Amerika’nın Sesi” Radyosu tehlikeli durumu dünyaya duyurdu. 1985’ten sonra gece uykusu bilmeyen Bulgaristan Türkleri hem korku içinde yaşadı, hem de yeni yeni sert çıkışlar yaptı. İllegal örgütlendiler. Onlar “SS-23” orta menzilli füzelerin savaş başlıklarının Bulgarlara verilmediğini bilmiyorlardı tabi. Sovyet sistemi çöküşünün akıl hocası olan Richard Payns’ın  1981’de ABD Başkanlığına emin adımlayan Ronald Reagan ekibine alındığını da bilmiyordu. Hepimizin tüyleri diken dikendi.

1985’te Moskova’da SBKP MK Genel Sekreterliğine M. Gorbaçov seçilince Sofya yakınında, Samokov yöresinde konuşlanmış olan Sovyet askeri güçlerini çekti. Bunun anlamı “ne yaparsanız yapın, beni karıştırmayın” anlamında yorumlansa da, SBKP MK Politik Büro üyesi, Azerbaycan KP MK Birinci Sekreteri Haydar Aliev’in,  Bulgaristan Türklerine baskıların durdurulması için bir karar alınması talepleri, T. Jivkov’u lanetleme diretişi, ne yazık ki olumlu sonuç vermedi.  Şu da var, aynı konuda ABD Başkanlığından da ciddi bir ses çıkmamıştı.  Ezilen Türklerle Türkiye Cumhuriyeti devleti ve kurumları, soydaşlarımız, derneklerimiz ve Müslüman dünya dayanıştı, sert tepkilere ara verilmedi. Batı dünyası Helsinki ve viyana insan hakları sözleşmelerinin uygulanmasında ısrar etmedi. Sanki Jivkov yalanlarına kandı.

1989 Ağustosunda Türk göç selinin sınıra yönelmesinde hayat tehlikesi içeren haberler çok büyük rol oynadı. Dezenformasyon yapılmadı. Direk saldırıya geçildi.

Olayların mağduru olan biz Bulgaristan Türklerinin üzerindeki baskılar henüz kalkmadı. Devamlı eşeleyip bir şeyler öğrenmeye çalışsak da, bilmediğimiz daha neler neler olduğuna inanıyorum. Bu sır yumağı henüz çözülmedi. Çözülse huzur gelirdi. Millet rahatlardı. Herkesin içinde bir korku, ruhlarda sıkıntı var. Bunun nedeni ise, Bulgar ve Bulgaristan olayının ruh köküne inecek birinin henüz ortaya çıkmamış olmasındadır. Tanıdığımız liderler yetersiz kaldı. Son yıllarda bizim konulardan sorumlu olduğu ortaya çıkan (uzmanlık alanı olmayan ama hemşehrileri çok olan) Aziz Babuşçu’nun yetersizliğini anlatmama gerek yoktur.

Cebel kutlamalarında Sayın Büyük-elçimiz Hasan Ulusoy’un boynuna sarılan,  Ahmet Doğan’ın “başpehlivan” olarak sahaya sürdüğü, eksik yanları yeteneklerinden kat kat fazla olan Mustafa Karadayı’da da “iş yok” diyenler çoğalıyor. İnsanlarımız çok ezildi ve herkesin ardından yürümek istemiyor. Bize görülemeyeni görebilen, bizim işitemediğimizi duyan ve uzaktan koku alan birisi lazım. Baba yit! Bir oturuşta bir kuzu yiyen ve halkın “Af ferim!” dediği birisi… Milletin ardında saf tutacağı BİRİ!

Başka türlü bu düğüm çözülmez. NATO içinde bu kadar tehlikeli bir tümör olması ise, bizi endişelendirdiği kadar, korkutuyor da…

Başında işaret ettiğim üzere, basından ve görsel ve sözlü yayınlardan, hele de George H.W.Bush devrinde, Sovyetler Birliği uzmanı olarak bilinen H. Kissinger, M. Olbrayt gibi Devlet Sekreterlerinin, Zbignew Brzezinski gibi Başkan Yardımcılarının ardında duran, Sovyet düzenini çökertme formülünü bulan kişiyi görebilmiş olmam, arkadaşlarım önünde beni rahatlattı. Size de yardımcı olabildimse, okuduklarınız olaylara başka bir gözle bakmanızı sağladıysa ne güzel.

Okuyun ve tavsiye edin. Paylaşınız.

Reklamlar