Filiz SOYTÜRK

Konu:  Tavşanı örnek alalım ve illetten mutlaka kurtulalım.

 

Masallarımızda ne ararız? İçine düştüğümüz durumlardan çıkış tabii. Zekâ küpü halkımızın birikiminin yansımasıdır bizim masallarımız. Kimisi uzun kimisi kısadır. Başkahramanımızın Kel Oğlan ya da bir tavşan olabilir, eşeğine ter binmiş Nasrettin Hoca konuşabilir, önemli olan dinleyenlerin beklentisidir. Masal okuyanlar problem çözümünde zeki çözüm arayanlardır.

Yeni yüzyılın ilk hamlelerinde de yine masal kitapları rehberimiz oluyor. Masallar bize “herkes dönüp baksın kendine” diyor.

Masallarımız “kovmakla bitme bu ocakta Türkler!” der.

Nükteli sözlerimiz: “Yapma komşuna kötülük, gelir başına!” der.

Yeni yüzyılın bilgeliği ise, “Seçimle çözülemeyen sosyal sorun yok! Şeklinde sivrildi.

Dilimizde dolaşan en yeni tekerleme ise, “Biz hep dobracılığımızdan çektik!”

Dobra” sözcüğü Bulgarca da var. Lehçemizde “dobra dobra” olarak kullanılır.

Dobra dobra” dolan başlı yollara vurmadan, eğirip bükmeden, sakınmadan, gözyaşına bakmadan “çata çat” deriz ya bazı şeyleri bazen, işte bunun ifadesi oluyor bu.

 

Şimdi sizler için seçtiğim ve bir tavşanın zekâsıyla bir Aslanı kuyuya nasıl düşürdüğünü anlatan halen politikacı geçenlere de ibret olacak bir halk masalı anlatmak istiyorum.

 

Tavşanın Aklı

Yemyeşil bir ovada birçok hayvan bir arada yaşıyordu.

Ancak bir aslan yüzünden çok huzursuzlardı. Çünkü aslan, sürekli pusu kuruyor ve büyük küçük ayırt etmeden önüne gelen her hayvanı avlıyordu.

Aslan, güzelim ovayı bütün hayvanlara zindan etmişti. Çok güçlü ve acımasız olan aslanla kimse boy ölçüşemiyordu.

Bu korkuyla yaşamaya daha fazla katlanamayan hayvanlar toplandılar. Aralarında tartışıp aslana bir teklif sunmaya karar verdiler.

Hep birlikte aslanın mağarasına giderek,

  • Bundan sonra av peşine düşmene gerek kalmadı. İstersen her gün aramızda kura çekerek belirleyeceğimiz bir hayvan gelip öğünün olacak, dediler.

Bu teklif aslanın hoşuna gider ancak o kandırılmaktan çekinir. Onlara şöyle der:

  • Bu hoş bir öneri! Tabii sözünüzde duransanız… Şundan bundan çok hileler gördüm çünkü. Hem ben kendi yiyeceğimi kendim avlamaya alışmışım. Çakallar, tilkiler gibi başkasının getireceği lokmayı nasıl beklerim?!

Hayvanlar, aslanı önerilerini kabul etmeye razı edebilmek için çok dil döktüler. Ancak aslanda onlara hemen güvenecek göz yoktu. Diretip duruyordu.

 

Hayvanlar aslana, yaptıkları anlaşmaya uyacaklarına dair kesin bir söz verdiler. Ona “Hiç tasalanma, yiyeceğin her gün kesintisiz gelecek.” Dediler.

      Aslan,

  • Eğer anlaşmayı bozarsanız hiddetimden korkun, diyerek hayvanların önerisini kabul eder.

Bu anlaşmadan önce, her çekilen kura hangi hayvana hangi hayvana isabet

ederse o, koşarak aslana gidiyor ve aslan da geleni afiyetle yiyordu.

Günün birinde kurada tavşanın ismi çıktı.

Tavşan, kendinden beklenmeyecek kadar gür bir sesle, “Artık bu zulüm

       yeter!” diye bağırdı.

         Diğer hayvanlar tavşanın tepkisine şaşırdılar.

  • Biz bunca zamandır verdiğimiz söz uğruna canlar feda ettik. Ey inatçı, sen

bizim adımızı kötüye mi çıkaracaksın? Aman dikkat et de aslan

incinmesin!

Haydi, yürü git, çabuk!

Tavşan,

  • Ey dostlar, Hepimizi bu aslanın çektirdiklerinden kurtarmam için bana

biraz zaman tanıyın. Öyle bir çare bulacağım ki, hepimizin canı kurtulacak.

Hayvanlar tavşanın bu sözleri karşısında korkuya kapılırlar. Hemen ona itiraz

ederler:

  • Ey akılsız! Bir tavşan olduğunu unutma. Koskoca aslana sen ne

yapabilirsin ki?!

Tavşan söylenen sözleri duymazdan gelir. Aklındaki planı uygulama

konusunda diretir. Diğer hayvanlar tavşanın üstüne daha fazla gitmekten vaz

geçerler. Ancak onun ne yapacağını da merak ederler.

Tavşan,

  • Her sırrın açıklanması uygun değildir. Zira iki dudağı aşan sır yayılır,

diyerek düşüncelerini açıklamaktan kaçınır.

Tavşan kasıtlı olarak oyalanır. Epey zaman geçtikten sonra da aslanın mağarasına doğru yola koyulur.

Aslan günlük yiyeceği geciktiği için öfkelenmiştir. Mağarasında habere dolanır, toprağı eşeleyip, kükredi:

  • Hey Alçak! Ben ki filleri parçaladım, ben ki başka aslanların kulağını çektim! Sen nasıl olur da beni bekletmeye cesaret edersin? Sen ne akılsız bir tavşansın! Yaklaş da bir aslanın öfkesi ne demekmiş, gör!

         Tavşan, boynunu büküp konuşur:

  • Büyüklük gösterip affedersen, özürüm var. Onun için geciktim.

Aslan, öfkeyle söylenmeye devam eder:

  • Ne özrü? Şahların huzuruna bu zamanda mı gelinir? Ahmağın özrünü

dinlemek bile yakışmaz!

Tavşan, yalvarmayı sürdürür:

  • Dinle! Ben sabah erkenden yola düştüm. Yanımda bir başka tavşan ile

buraya geliyorduk. Arkadaşlar, senin için onu bana yoldaş etmişlerdi.

Arkadaşım şişmanlıkta da güzellikte de benim iki katımdı. Fakat yolda daha

önce görmediğimiz bir aslan yolumuzu kesti, bize sataştı. Ben ona sana

geldiğimi söyledimse de beni dinlemedi.  “O da kim oluyor? Gelsin de

 kimin daha güçlü olduğunu görsün!” dedi. Bizi paramparça etmekle

 tehdit etti.  O zaman, “Ne olur bizi bırak da senden ona haber

 götürelim!” dedim. Dileğimi, arkadaşımı yanında rehin bırakmak şartıyla

 kabul etti. Çok yalvarsak da hiç fayda etmedi. Yoldaşımı alıkoyup beni

serbest bıraktı.

Tavşan, sözlerinin etkisini arttırmak için kısa bir süre sostu. Aslan onu dikkat ve şaşkınlıkla dinliyordu. Giderek sinirlendiği de gözlerinden belliydi. Tavşan ağlamaklı, etkileyici bir ses tonuyla konuşmaya devam etti.

  • Sana geldiğimiz yol bundan böyle o aslan tarafından kapatılmıştır.
  • Sana günlük yiyecek lazımsa o aslandan kurtulmalısın.

   Aslanın aklı karışmış ve öfkelenmişti.

  • Haydi, gel bakalım, dedi. Doğru söylüyorsan düş önüme!

Onun da cezasını veririm, onun gibi yüz binlercesinin de… Ama yalan söylüyorsan eğer, çekeceğin cezayı sen düşün! Dedi.

Tavşan, planını gerçekleştirmek için kılavuz gibi önüne geçti. O önde aslan arkasında önceden belirlediği bir kuyuya doğru yola çıktılar.

Kuyuya yaklaşınca tavşan yavaşladı. Aslanın arksından arkasından yürümeye başladı.

    Aslan bağırdı:

  • Niçin geride kaldın, öne geçsene.

Tavşan:

  • Padişahım, diye inledi. O hain beni öyle korkuttu ki dizlerim tir tir titriyor, ayaklarım geri geri gidiyor. Lütfen beni affedin. Beni öne geçirmeyin.

Aslan:

  • Söyle o hâlde nerede u canına susamış aslan parçası, diye sordu.

Tavşan, eliyle işaret ederek konuştu:

  • Bakın, o sizi hiçe sayan o haddini bilmez aslan işte şu kuyuda yaşıyor.

Aslan:

*    Peki, dedi. Bir bak bakalım, orada mı?

Tavşan, çekiniyormuş gibi davrandı.

  • Tek başıma o kuyuya yaklaşamam. Ama beni kucağına alırsan senin yardımınla kuyuya bakabilirim.

Aslan tavşanı kucağına aldı.

Birlikte kuyunun ağzına kadar yaklaştılar,

Aslan kuyunun ağzından bakınca, suda pırıldayan kendi yansımasını gördü.

O yansımaya göre kuyunun dibinde, kucağında bir tavşanla kocaman bir aslan duruyordu!

Aslan düşmanını gördüğünü sandı ve kucağındaki tavşanı kenara fırlatıp kuyunun içine atladı.

Aslan bir daha o kuyudan çıkamadı.

Planıyla aslandan kurtulmayı başaran tavşan, sevinçle arkadaşlarının yanına dönerek onlara bu müjdeli haberi ulaştırdı.

Tavşan çözümü kendi aklınla bulup hazır yiyici aslandan böyle kurtulmuştur. Masalı da zor duruma düşenlere ibret olsun diye anlatılır.

Bizim toplumda da kendilerini saraylara kapatıp ekmek elden su gölden ahkâm kesenler var. Mesela Ahmet Doğan Bulgar devletini ve Türk ve Müslümanlarımızı saraydan soyuyor. Çanağının derinliğini bilmediği bir baraj inşasından 1.250. 000 Euro (bir milyon iki yüz elli bin Euro); Avrupa’dan gelen yardım ve yatırım paralarından % 25; ona buna yaptığı işlerden % 40; adı var sapı yok dalaverelerden % 50 ve kâğıt üstü yalan işlerden de % 60’a kadar harç alıyor. Bizim “şoparı” ya Avrupa Birliği kuyusuna götürme ya da seçim sandığı içine hapsetme zamanı artık geldi.

Barışçı, gürültüsüz patırtısız, Bulgar’a rezil olmadan  kurtuluş yolumuz seçim sandığı olmalıdır.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

 

Reklamlar