hamiyet-cakir Hamiyet ÇAKIR

Bulgaristan Neden Demokratikleşemiyor?

Konumuz Bulgaristan’da hoşgörü serüvenini anlatmaktır.  Memleketimizde hoşgörüyü (tolerans) anlatan kitap yazılmamış, şiir bestelenmemiş, şarkı yakılmamıştır. Bulgar dili bu bakıma kısır ve hoşgörümüzü algılayamamış olay “komşu”  ve “Bulgaristanlı Türkler iyi insandır” düzeyinde kalmıştır.

Biz Türk Müslümanlar ise Bulgaristan ova, dağ yamacı, bağ-bahçelerine gönül hoşluğuyla dolu yaşamı daha 13-üncü yüzyıllarda beraberimizde, halk edebiyatımızla, türkü ve şarkılarımızla, efsane ve fıkralarımızla getirmişiz.   

Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz,” sentezini bundan 800 sene önce söyleyen ve yeryüzünde barış, anlaşma ve birlikte güzellikler dünyası yaratıp içinde beraberce yaşama felsefesinin şairi olan Yonus Emre özetle şöyle demiştir:

Biz kimseye kin tutmayız, kamu alem bildir bize!” ve buna ek olarak

Biri kuyu kaza, içine kendi düşe!” nüktesi çok anlamlıdır.

Biz bugün Bulgaristan’da hala dağılmayan kara bulutların altında yaşarken, dağılmalarını ve semanın açılmasını bekliyoruz, ama 26 yıl geçmesine rağmen, “gökyüzü kara, umutlar karadır’

Mart ayının son haftası 25-26 Mart Komünist Rejim Kurbanlarını anma ve 28 Mart da Korniza köyünde (Nevrekop) Pomak kardeşlerimizin isimlerinin değiştirilmesi esnasında yapılan katliamı lanetleme günü olarak anıldı. Totaliter rejimin amansız zulmü yeniden gözyaşları arasında dile geldi. Olaylar toplumda temel güvenin, halk ile devlet, etnikler ile ana ulus, dinler, iktidara ve yargıya adalete olan güven ilkelerinin çok yaralı, sakat olduğunu gösterdi. Yeni ve daha güzel bir dünya kurabilmeye güven ve inanç olmaması ise, zulmün yasalara dayanılarak ve devlet tarafından ve terör güçleriyle uygulanmasından kaynaklandığını kanıtladı. İşte böyle ortamda, insanın topluma ısınması, güvenle sarılması ve kişisel girişim başlatması çok zor oluyor. Toplum arınamıyor, çünkü yerinde sayıyor, çünkü her yer batak kokuyor. Bunun nedeni ise, Bulgaristan’da 1945-1953; 1959-1961; 1972; 1984 -1989 yılları arasında, toplama kamplarında, cezaevlerinde, zindan hücrelerinde, sürgünde insan vicdanı, vücuttu, idadisi, kimliği, kişiliği ve zamanın başkalarının kontrolü altında bulunmasında aldığı izler, yaralar, eziklik kaybolmuyor ve hayat çizgisinde belirleyen oluyor.

İşkence görmüş bir kişinin eski durumuna geri dönmesi, ıslahı mümkün müdür, mümkün olabilir mi? Biz susan, anlatmayan, hatırlamak istemeyen, bildiklerini devretmemek için susan ya da kendini Allaha teslim etmiş vuslat bekleyen bazen da sanata gömülmüş, çizen, yazan, değişik bir ışık arayan yaşlıların, baba ve dedelerimizin arasında yaşıyoruz, yetiştik.

Örneğin biz yeni Bulgaristan tarihinde “Belene” ölüm kampıyla 3 kez yüzleşiyoruz. 1950’li yılların başında, 60’lı yılların başında ve 80’li yıllardadır.  Orada ezilenler, Bulgar, Pomak ve Türklerdir. Sayıları önemli değil derken, her kişi kendi azısıyla, geçmişiyle şahsen yüzleşiyor demek istiyorum. Öyle bir şey ki, şu an Kanada’da yaşayan Mümün Hoca bir Belene’cidir ve her gece bulanık Tuna sularını ve ölüm taşıyan kara bulutları rüyasında gördüğünü yazıyor.

Totaliter devletin resmi rakamlarında 23 bin Beleneci ve taş ocaklarında can veren sürgün var. Demokratik örgütlerin ve insan hakları örgütlerinin verileri 159 bin ile 162 bin kişi arasında değişiyor. Bu rakama, Pomak ve Türk Müslümanlar, “soya dönüş” kurbanları katılmamıştır. Halkın dilinde en büyük ölüm kampının “Loveç” (Lovça) kenarında olandır. Burada çekilen çile kitaplaşmış, şiirleşmiş ve unutulmamak üzere efsaneleşmiştir. 26 yıldan beri, Loveç Ölüm Kampı kurbanlarının yakınları anma töreni düzenlerken engellerken karşılaşırken, 2016’ı Mart’ında ilk kez olmak üzere Loveç Belediyesi törenlerin örgütlenmesine katıldı ve kolaylıklar sağladı. Biz toplum yeşermeye başladı, kara bulutlar dağılmaya başladı dediğimizde tam da bunu algılıyor ve anlatmaya çalışıyoruz.  Korniza köyünde totaliter komünizmi lanetleme törenine HÖH ve DOST partilerinden heyetler katılsaydı, kendilerini tebrik ederdik. Oysa Meclis Başkan Yardımcısı olunca kendini beyaz üzerinde hisseden HÖH milletvekili ateist Pomak Aliosman İmamov, halk ruhunun dönüştüğünü fark ederek,  hemen beyan verdi. HÖH-DPS partisinin “Batak Katliamı” olayını tanıdığını söyledi ve böylece “biz kara bulutların dağılmasını istemiyoruz!” demiş oldu.

Yine olumlu gelişmeler arasında ASET – İşkence Görmüş Kişilere Yardım Merkezi kuruldu. Biz soydaşlar bölge bir örgütlenme oluşturamadık, hep başkalarından bekledik. ASET ‘in Loveç Kampında düzenlediği şimdiki anma mitinginde psikolog Kalina Yordanova, “Totalitarizmin işkenceleri ve zulmü üstüne rakkamlarla düşünmek yanlış olur, bizim toplumumuzun umudu yok edilmiştir” dedi. İsimsiz, kayıtsız infaz kararları var, 60 yıldan sonra yakınlarını arayanlar var, ölüm sebebi gösterilmeyen doktor raporları var. İşte bu noktada Bulgar toplumu, devlet yönetimi halktan kopmuştur ve halkın güvenini asla bir daha kazanamaz, çünkü korku içinde yaşayan yurttaşlarımız trajedinin yeniden sahnelenmesinden, kara bulutların bir daha boşanmasından korkuyorlar. Bu kara Bulutlar Bulgarların üzerine boşandığı gibi, 1960’larda isimleri değiştirilirken Çingenelerin, 1970’lerde Pomak Müslümanların ve 1980’lerde “soya dönüş” serüveninde Türklerin üzerine tolu gibi yapmıştır ve her şeyi yerle bir etmiştir. 1953, 1976 ve 1989 Türkiye’ye göçe zorlama serüveni de bu kara bulutların yıldırımları ve gök gürültüsü sonucudur. Bu kara bulut Bulgar önce sosyalist ve ardından komünist totaliter ve bugün de sahte demokrat devletin sembolüdür. Ve gökyüzü açılmadan, Bulgar toplumu totaliter rejim kalıntılarından tamamen arınmadan ülkede ne liberal demokrasi, ne sosyal-demokratik demokrasi ne de halkçı demokrasi kurulamaz, adalet sağlanamaz, halkın korkusu savmaz, savamaz ve hiç birimiz geçmişin korkulu kâbusundan kurtulamaz.

Bulgar toplumu nasıl arınabilir?

Bulgaristan’da hoşgörü yolunda ilk adım ancak suçluların yargılanıp cezalandırılmasıyla, toplama kamplarında, tutuk evlerinde, zindanlarda, hapishanelerde işkence edenlerin, cellatların adlarının açıklanması başlayabilir. İşkenceci subayların yaşlarına bakılmaksızın hemen tutuklanması ve yargılanması gerekiyor.  Pomak ve Türk Müslümanların isimlerini değiştirenlerin, Türkan kızımızı ve daha 42 kardeşimizi kurşunlayanların isimleri hemen açıklanmalı ve tutuklama emri çıkarılmalıdır. Köy baskını emirlerini verenlerin, halkın üzerine tank sürenlerin, köylere atlı ve köpekli zalimler gönderenlerin, verdiğimiz kurbanları kurşunlayanların isimlerinin hemen açıklanması ve yargı sürecinin başlamasıyla yol almaya başlamış oluruz.  Bu Bulgaristan’da yaşayan tüm nüfusun ortak, birleşme ve kaynaşma yolu olacaktır. İşte bu yolun ideolojisi HÖŞGÖRÜ felsefemizdir. Bulgar belleğinde böyle bir değerler dizisi, dünya görüşü, vizyon olmadığından bunu biz kendilerine hediye edeceğiz. Şartımız HÖŞGÖRÜYÜ birlikte yaşatmak olacaktır. Bunu kabul ederlerse o zaman KARŞILIKLI HOŞGÖRÜLÜ olmaya gerek yoktur, çünkü eskiden komşu kapısının iki tarafa açıldığı gibi, bu defa da hoşgörü herkes tarafından ve herkes için var olacaktır.

Hiçbir katil, cellat demokratik toplumda iş başı yapamaz. Şehitler için büyük anıtlar dikilmeli, müzeler ve anma merkezleri inşa edilmeli, ulusal törenler düzenlenmelidir. HÖŞGÖRÜ günü ulusal bayram olmalıdır. Bu yolda ileri adım atılmadan, yaralarımız sızlamaya devam edecek, başımızın üstündeki kara bulutlar dolaştıkça dolaşacak ve her birimiz korkunun esiri olmaya devam edeceğiz.

Bu yola açılabilmemizin ana koşulları şunlardır:

Önce totaliter rejimin belkemiğinde, omurgasında ve zihninde yer almış kadrolar birer birer açıklanacak ve kendilerinden hesap sorulacak. Bu mesele, beşinci dereceli ajan hafiyelerin anasını babasını, kardeşini ya da köy öğretmeni ve ya köy imamını ele vermiş, fişletmiş olması soru olmak çok öte ve olağanüstü ciddi bir problemdir. Bizdeki düşmanlıkların kaynakları kurutulmalıdır. 3 bin 16 Türk Müslüman ajan-ihbarcı dosyası köpeklerin önüne atıldı da ne oldu. Bu işi gönülden yapmayan, zorlananlar, işkence görenler aynı gecede memleketten kaçtılar. Zorla ajanlık yaptırmak, komdan kule kurmak gibidir, ilk yağmurda dağılır ve yok olur.  Bizde de öyle olmadı mı?

Biz, 1 milyondan fazla bir nüfusuz ve HÖH-DPS, Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan etrafında kalanların sayısı 100 kişiyi aşmıyor.  HÖH bu sebepten çöktü. Ajanların arasında da zavallıların zavallıları var ki, durumunu düzeltme yolunu ancak yeni ihbarda, kötülemede bulunmada görenler HÖH zirvesine yapışık kaldı, halk, aydınlar, öğretmenler, zeki gençler ikiyüzlü ve şerefsiz yaşamak istemiyor ve memleketi terk ettiler, ediyorlar. Unutulmamalıdır, 1989’dan beri Bulgaristan’ı terk ederek Türkiye Cumhuriyetine sığınanlarımız resmi verilere göre 710 bin kişidir ki Türkiye’de doğan çocuklarımız hariç. Bu rakam yepyeni bir politika belirlememizi zorunlu kılan önemsizleştirilmesi imkânsızlaşmış bulunan son derece büyük ve yakıcı bir gerçektir. Bu arada, hem Sofya’da olduğu gibi, hem de Ankara’da Bulgaristanlı Müslüman soydaşlar temsilcilerinden kurulacak bir temsilciliğin oluşturulması zamanı da artık kapı çalıyor. Bu koordinasyon başka türlü sağlanamaz. Bu işler Ankara makam kapılarında beklemekle olmaz. Siyasi gerçekliği sivil toplum örgütleri temsilcileri düzeyine dayandırarak, siyasi boyuta uzanmamız daha uygun karşılanabilir. Çünkü bizdeki siyasi yapılanma halktan kopuk teslimiyetçiliktir ki, 3 yıl “sarayda” kapalı tutulan bir HÖH başkanından halkımızın ve soydaşlarımızın nabzını tutup, sorunlarına doğru çözüm önermesini beklemek yanlış olur, hayaldir.

İnsansız kalmamızın kesinlikle durdurulması yolu toplumun totalitarizmden arınması ve ajan-hainlerin, cellatların, işkencecilerin, sahtekârların, rüşvetçilerin, dolandırıcıların cezalandırılmasından geçmektedir ve geçecektir. Bu yapılmadan ne demokrasi ne de adil bir toplum kurulabilir.

Şu da var. Başta Doğan olmak üzere, hainlik yapan, “biz ateist bir partiyiz” diyerek HÖH partisinin özünü ve niteliğini değiştirmeye çalıştılar. Korniza anma törenine gitmeyen Rodoplu milletvekili Mustafa Karadayı gibi “başkanlık hayali” kuranlaradır sözümüz.  “Batak Katliamını” tanıyoruz diyen milletvekili Aliosmnan İmamov gibi kendini unutanlardır işaret ettiklerimiz. Ajanlığı 16 yaşında başlayan ve artık tamamen kimsesizleşen Ruşen Riza ve onlar gibi gizli polis tarafından öne itilerek, Türk Müslüman davasını sulandıran kadroların 24 Nisan’da toplanacak HÖH-DPS 9. Olağan Kurultayında liste dışı bırakılması, kendilerine hiçbir parti görevi verilmemesi gerektiği gün gibi ortadadır.  Totalitarizmden arınmamız ve adaletli demokrasi yolumuz böyle açılacaktır.

Bu arada, yeni kurulacak DOST partisinin ismine dahil edilen HOŞGÖRÜ (tolerans) kavramına günümüze yakış8ır bir anlam getirilmesi ve bu konuda esaslı bir açıklamanın herkesin anlayabileceği bir dilde sunulması zamanı gelmiştir. Şu da vart, yine aynı partinin adına iliştirilen SORU(MLULUK terimi de kime karşı sorumluluk içeriyor. Bu konuda, DOST partisinin demokrasi ve anti-totaliter dava şehitlerini anmaması, aynı konuda Sofya’da başka, medyada farklı, Ankara’da kökten değişik, halk arasında da iz bırakmayan bir şekilde yapılan beyanlarla daya yapılanamaz ve ileri adım atamaz.

Halka rağmen siyaset yürütülemez. Bu gerçek hem HÖH hem de DOST için geçerli olduğu kadar, tüm Bulgaristan siyasi strüktürleri için de geçerlidir.

Kara geçmişle hesaplaşmadan hiçbir yerde ve hiçbir kimseyle hoşgörü konusu açılamaz. Önce Bulgaristan berraklaşacak ve yeni siyaset sayfası o zaman açılacaktır.

Reklamlar