Neriman ERALP

1989 Mayısının ortasında havalar iyice ısınmıştı. Tütün dikimi de birçok yerde bitmişti. Yeşil buğday denizi bir kuzeye bir güneye akar gibi dalgalanıyordu. Güneş okşadıkça yemyeşil başaklar hem doluyor hem kılçıklanıyordu. Dobruca ve Deliorman’ın ılıman havasında sanki bu toprakların en kadim sevda şarkısı yankılanıyordu: Doğa ile gönül ruhu bir olmuştu:

YARİN YANAĞINDAN GAYRI HER ŞEYDE VE HER YERDE BERABERİZ!

Ruhuyla yaşayanlar sevdalı ve mutluydu. Özlemlerin özlemi olan büyük MUTLULUK ÖZLEMİ bizimdi.

Gönülleri dağlayıp coşturan umuttu.

Özlemse, Büyük Çınarın gölgede buluşup birlikte ferrahlama umuduydu!

Hem umudun hem de özlemin hem anası hem babası olan Büyük Çınardı. Bin yıldan beri derinlere uzanan kökleri bütün öteki köklerle kardeşleşen, dalları gökyüzüne uzandıkça gölgesinde taht kuran Dev Çınardı o. Hiçbir kimseye sen kimsin, neren gelip nereye gidiyorsun ya da sen şu sun, sen busun asla demedi. Gelip onun altında ferrahlık arayanların hepsine gölge verdi. Büyük Çınar kimseden gölge kirası talep etmedi. Onu da kıskananlar oldu. Devirler değişirken gölgesini çalmak istediler. Gönül çözen gölgenin serinliğine, bereket ve huzuruna hançer çıkardılar bile oldu. Gölge gölge olmaktan vazgeçmedi, korkmadı, yılmadı hep geleni gölgeledi. Kibirini yenemeyenlere güldüğünü göstermek için bazan alacalandı, gün geldi karardı, ama kimseyi kovmadı. İnsan sevgisi ve hoşgörü açısından şu koca dünyanın en cömert yaratığı olduğunu, gölgelenenlerin hiçbirinden, hiç kimseden hiçbirşey istemediğini anlatacaktı da, dili yoktu. Söylemesi kolay olsa da, gölge olmak hakikatten zordu. Zaman geldi en azılı kan düşmanları huzuru onda bulurdu. Yıllarca birbiriyle hır mır edenler gölgelenirken düşmanlıklarını unuttular. Büyük Çınar, aralarında savaşanların gölgede barıştıklarına tanıklık etti.

Gölge de bir Tanrı nimetiydi. Kardeşçe ve adilce paylaşıldığında herkese yetecek kadar büyüktü. Ne ki, Büyük Çınar, ne kadar uğraşsa da, bu ebedi gerçeği küçük hesaplar peşinde olanlara anlatamadı, kuzeyden veya güneyden esen rüzgârların gölgeyi alıp götürecerğini sananların kafasına sokmayı bir türlü başaramadı.

Oysa Büyük Çınar’ın ferrah gölgesi bu diyarda yaşayan hepimizin vatan bağrı, sevgili YURDUMUZUN bir parçasıydı. Büyük Çınar bizim için Ata Vatan bildiğimiz Bulgaristan’dı. Atalarımız onun köklerinde huzur bulmuş ve toprağına karışmıştı. Bu dünyadan göç edenlerimizin sayısı büyüdükçe Büyük Çınar’ın gölgesi de koyulaşıyordu.

Bu toprak, topraktaki soy suyumuz, boylarımız, yakınlarımız ve onlardan güç kudret alarak dallanıp budaklanan, yeşil yaprakları gökyüzüyle sarmaş dolaş olduğunda yayılan gölge bizim hepimizindi. Kökleri kesilen çınar ağacının yaşaması nasıl mümkün değilse, yapraklanması ve gölge yapması da münkün olamazdı. Bir de, gölgeyi parçalamak, kesip kıyıp çuvala doldurup sırtlayıp başka bir diyara götürmek de olasızdı. O Vatan gibiydi. Bir uçtan bir uca bir bütündü. Ne senin ne benim ne de onundu, o bizim o hepimizindi.

Büyük Çınar 1989 Mayısında hüzünlüydü. Gölgesinde koşup oynarken yetişen çok sevdiği evlatlarından kimileri gölgeden zorla alınmış ve bir daha geri dönmemek üzere Vatandan kovulduklarını gördüğünde yüreği sızlıyordu.

Büyük Çınar herkese yetecek kadar gölge verdiğinden, paylaşamayanın ne olduğuna akıl erdiremedi.

YÂRİN YANAĞINDAN GAYRI HER ŞEYDE VE HER YERDE BERABERİZ! Ruhu ile yaşayacağız diyenlere ne olmuştu?

Büyük Çınar herkese istediği kadar gölge verdiğinden Bulgarların neyin kavgasını ettiğini anlayamakta güçlük çekiyordu.

Gölgenin her yerinde herkes istediği kadar oturup ferrahlayabilirdi. Ancak Büyük Çınar kimseye gölgeden çalma hakkı tanınmamıştı. Gölge kovalayanlar, onu durdurmak isteyenler, onu hançerleyerek parçalayıp kaçırmak isteyenler boş gayret içine düşmüştü. Gölgeler, çiçeklerin kokusu, derenin şırıltısı, rüzgarın şarkısı gibi birşeydi. Hürriyet gibi herkesin ve hiçkimsenindi.

İnsan olmadan, insanlar birleşmeden, insanlar toplaşmadan, ortak mücadeleye kalkışmadan nasıl hür olamıyorsa, Büyük Çınar da gölge yapmadan özgüt olamazdı. Gölge onun güneşle kardeşliği ve gökyüzüyle dostluğunun yaşayan yansımasıydı. Büyük Çınarın gölgesi onun toprak içinde öteki köklerle sarmaş dolaş olmuşluğunun de ifadesiydi. Bu anlamda insanların ortak geçmişi tarihin ne kadar derinliklerine iniyorsa o kadar güçlüydü. Ne yazık ki, bazı kavimlerin bunu anlamakta güçlük çekmeleri Büyük Çınarı üzüyordu. “Hem toprak, hem gökyüzünü ve gölgeler benim” deyenlerin zavalılığına gülmeli mi ağlamalı mı bir türlü karar kılamıyordu.

Olabilir ya, belki de, kimi okşadığı meltem için ne kadar önemsizse; kokusu hangi nefesle kimin gönlüne dolacağı gül için ne kadar belirleyici değilse; sevda şarkısını kimin dinleyip esinlendiği bülbül için ne kadar ehemmiyetsizse, adı tarih olan Büyük Çınar’ın gölgesinde kimin oturup ferrahladığı da hiç bir açıdan hiçbir önem taşımıyordu. Gölgenin kapısı yoktu. Hayat’tan farksızdı. Ve insanların ona anlamayıp aralarında kavga etmesı, birbirini kıskanmaları, hesaplaşma işine devleti bile alet etmeleri çok üzücüydü. 1989 Mayısı’nda Bulgaristan Türklerinin adına bin yıllık Vatan denen Büyük Çınar’ın gölgesinden kovulmaları da anlaşılır gibi değildi. Büyük Çınarın gölgesi gibi Vatan da hepimizindi. Hiçkimseden en ekmek ne su ne de kira istidi. O hepimize aynı derecede sevdalıydı.

Özü ortak yaşam olan ve kimin kimle aynı ülkede ve aynı gölgede, kimle komşu, kimle hemşeri olarak beraberce yaşayacağı yaratanın lütfüydü. O hepimize sevdalıydı.

Yarın yanağından gayrı her zaman ve her herde beraber olun! Deyen de oydu. Ve bunu anlamak neden bu kadar zordu?

Reklamlar