Nevzat ÖZTÜRK

Bütün dini inanç sistemlerinde mabedler, inanılan varlığa karşı dini görevlerin, toplu veya ferdi olarak ibadetlerin icra edildiği, kişinin kendisini inandığı varlığa yakın hissettiği mekanlardır. Bu yerler, ilahi alemle dünyevî alemin kesiştiği, başka bir anlamda Tanrı ile insanın bir nevi buluştuğu ve kişinin kendisini ilahî huzurda hissettiği yerlerdir. Bu sebeple, İslâm, manastırların, havraların, kiliselerin ve mescitlerin Allah’ın isminin bolca anıldığı mekânlar olduğunu belirtmiş, buraların Allah’ın koruması altında olduğuna işaret etmiştir.(Hac,22/40) Her inanca göre ibadetlerin yapıldığı yerlere verilen hususî isimler bulunmaktadır. İbadet edilen mekânı ifade etmekte kullanılan farklı isimlerin, ortak manaları bulunmaktadır ki, bu da ma’bed kavramının karşılığıdır. Müslümanlar tarafından, ma’bed teriminin karşılığı olarak “mescit” ve “cami” isimleri kullanılmıştır.

Bilindiği gibi İslam’da, ibadet yerini adlandırmak amacıyla ilkin, mescit sözcüğü kullanılmış, daha sonra ise “bir yere toplayıcı, bir araya getirici” anlamında ve özellikle Cuma namazlarının kılındığı yerlere “mescidü’l-cami” denilmeye başlanmış ve giderek tek başına cami terimi genellikle “ibadet edilen yer” anlamını ifade eder olmuştur. Başlangıçta yalnızca Kâbe için kullanılan “Beytullah” sözcüğü ise, daha sonra her mescit ve cami için kullanılır olmuş ve bu durum, camilerin kutsallığının bir kat daha artması sonucunu doğurmuştur. Bununla beraber; bazı İslam ülkelerinde küçük- büyük bütün ibadethanelerin de mescit adıyla anıldığı da müşahede edilmektedir.

Mescit kelimesi Arapça’da; dik durmak, eğilmek, baş eğmek, alın ve burnu birlikte yere koymak manalarına gelen s-c-d kökünden ismi mekândır. Dolayısıyla secde edilen yer manasını ifade etmektedir. Secde namazın rükünleri içinde en önemlisi, Kur’an’a göre insanın daha ilk yaratılışında şahit olduğu bir hürmet ifadesidir(Bakara 2/34). Kur’an- ı kerim, hadisler ve ilk İslam kaynaklarında cami karşılığında mescid kelimesi geçmektedir.

İslâm’ın başlangıcından günümüze Müslümanların hayatında önemli bir yere sahip olan camiler, toplumun her kesiminden, her yaş ve seviyeden insanları bir araya getiren, onları Allah’a kulluk bilinci ile kaynaştıran, ibadetlerin usulüne uygun olarak öğretilmesini kolaylaştıran, bireylere batıl inanç ve hurafelerden arındırılmış doğru dinî bilgilerin kazandırılmasını sağlayan önemli bir kurumdur. Kurulduğu dönemden itibaren Müslüman toplumlarda dinî, siyasî, idarî, sosyal ve eğitsel nitelikli pek çok hizmetin yürütülmesine zemin teşkil eden camiler, İslâm kültür ve medeniyetinin oluşup gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Hz. Peygamber İslâm’ın kurumsallaşmasına camiden başlamış, hicretten hemen sonra inşa ettiği camiyi, bireysel ve sosyal pek çok ihtiyacın karşılandığı bir merkez haline getirmiştir. Camiler İslam dini ile bütünleşmiş ve İslam dininin insan ve dünya ile ilgili temel yaklaşımının sonucu oluşturulmuştur. İslam dini, evrensel bir din olarak, insanların bir arada birlik içinde yaşamalarını isteyen bir anlayışa sahiptir. İslam dininin bu anlayışının yeryüzünde somut olarak sembolize edilmesi, camilerle olmuştur. Camiler bu bağlamda, mimarisi ve fonksiyonlarıyla insanlara kendi mesajlarını yansıtması bakımından önemlidir

Tarihsel süreç içerisinde çok farklı fonksiyonları bünyesinde barındıran camilerin en önemli işlevlerinden biri hiç şüphesiz eğitim kurumu olarak görev yapmalarıdır. İslam tarihi boyunca dinin gereklerini, ibadetlerini öğrenmede camiler merkez konumundadır. Bu nedenle cami eğitiminin başlangıcını, son ilahi hitabın nüzulüyle birlikte başlatmak gerekir. Dinin henüz kurumsallaşmadığı Mekke dönemindeki Daru’lerkamı, hicretin ilk durağı olan Kuba mescidini, sonrasında Mescid-i Nebi ve Suffa’yı cami eğitimin köşe taşları olarak sayabiliriz. Dolayısıyla, İslam eğitim tarihinin mescit ve camilerle sıkı bir ilişkisi vardır. Bu yüzden, İslam eğitim tarihinden söz açmak, İslam kültürünün yayılmasında başrolü oynayan yerlerden de söz etmeyi gerektirir. Esasen ortaya çıktığı andan itibaren mescitlerde ders halkaları teşekkül etmeye başlamıştır. Bu halkalar seneler ve asırlar geçmesine rağmen İslam memleketlerinde farklı şekillerde varlıklarını devam ettirmişlerdir. Camiler ibadet yeri olma özelliği yanında, din eğitiminin temel konuları olan; ibadet, ahlak gibi insanın ruhen ve bedenen işlendiği, bir bakıma halk eğitiminin en geniş biçimde yapıldığı, toplu eğitim merkezlerinin başında gelmektedir

Dün olduğu gibi bugün de cami kürsülerinden, minberlerinden yapılan sesleniş Müslüman toplumların vicdanında yankı bulmaktadır. Herhangi bir İslam coğrafyasında yaşanan menfi hadiseler karşısında maddi manevi birlik ve beraberliğin temini aynı yolla sağlanmaktadır. İslam toplumlarında toplumsal değişimin baş döndürücü hızla yaşandığı ekonomik krizlerin, manevi hastalıkların, bireyselliğin giderek arttığı bir dönemde, değerlerde görülen yozlaşmayı azaltacak en önemli çözüm yolunun sağlıklı bir din eğitiminden geçtiğini söyleyebiliriz.

Dolayısıyla birlik beraberliği, kanaat etmeyi, şükretmeyi, paylaşmayı, selamlaşmayı telkin eden cami merkezli eğitsel faaliyetler insanlığın sıkıntılarına çare olmaya devam etmektedir. Çünkü, nüzulünden itibaren İslam toplumuna değer aşılayan, cehalet çağını yaşayan insanları saadet asrının mutlu bireyleri haline getiren, tavrıyla, tutumuyla, fiziksel görünümüyle muhataplarını diğerlerinden farklı olmaya davet eden Hz. Peygamber(s.a.s), bütün bu faaliyetlerini toplumsal hayatın merkezine yerleştirdiği camilerden sürdürmüştür. Bugün aynı seviyede olmasa da, halen camilerden sürdürülen eğitim faaliyetleri, modern çağın bunalıma sürüklediği insanlığa, yozlaştırdığı topluma değer aşılayarak, kimlik kazandırarak aydınlatmaya devam etmektedir.

Cemaate devam eden birey içine katıldığı inananlar topluluğuna mensup olma şuurunun yanında dini pratikleri nasıl yerine getireceğini öğrenir, aynı zamanda farz, nafile, tesbihat, zikir gibi dini kavramlar ve uygulamalara da aşina olur. Birey evde kendi başına namaz kılarken hissedemediği duygu yoğunluğunu törensel bir edayla kalabalık bir halde kıldığı ibadetlerde yaşar. Ayrıca, bireyin kendi başına yaşayamadığı duygu yoğunluğunu cemaat halinde yaşamasını sağlayan mabetler de hem içe yani cemaate hem de dışa yani diğer dinlere karşı bir mesaj içerir. Cemaat mabedini inşa ederken her şeyden önce ibadetini düşünür ama aynı zamanda bunun dışa karşı bir mesaj taşıdığının da farkındadır. İbadet için hususi bir yapının inşası ya da tahsisi, o dinin mücessem bir ifadesidir. Dıştan bir bakış açısıyla mabetler öncelikle ibadeti değil, o ibadetlerin içinde yer aldığı dini akla getirmektedir. Yani, mabet cemaatin içine ibadet merkezli bir çağrışımda bulunurken, cemaatin dışına dini sembolize eden bir mesaj vermektedir. Mabedin görkemi sadece kendi mensuplarını değil, farklı din mensuplarını da önemli ölçüde etkiler.

Mabedin bizzat kendisi dindar için dini ifade ettiği gibi, caminin içi de farklı anlamda sembolik çağrışımlara sahiptir. Mihrap imamın durduğu yerdir ve kıbleyi gösterir. Minber ise dini nasihatleri anlatır. Ancak mihrap sadece kıble yönünü gösteren basit bir oyuk olarak düşünülemez. O kelime anlamı itibariyle sığınmak demektir ve Hz. Meryem’den mülhem olarak tertemiz bir ruhun Allah’a yöneldiği yeri sembolize eder. Caminin iç duvarları Kur’an ayetleri ile süslüdür ve mutlaka her camide ön ve yan duvarlardaki levhalarda Allah, Muhammed lafızları, dört halifenin ve peygamber torunlarının isimleri yer alır. Caminin inşası ve bakımı bile uhrevi çağrışımlara sahiptir. Camiye bir tuğla katkıda bulunan kişi cennette bir tuğla kazanacağına inanır. Günümüz camileri, geçmişten devraldıkları fonksiyonların pek çoğundan uzak olsalar da, bünyesinde bir araya gelen cemaatin, dolayısıyla toplumun temel güven alanıdır. Sığınma, korunma duygusunun ve istikrarın adresidir.

Dinin toplum nezdindeki kurumsal kimliği olan camiler bu kimliğin toplumun bireylerine aktarımını sağlar. Ayrıca yaygın eğitimin merkezi olan camilerden yapılan vaazlar, sohbetler, okunan hutbeler, çocuklara ve yetişkinlere yönelik olarak düzenlenen kurslar, toplumsal yaraları sarma adına yapılan kampanyalar değer ürettiği gibi, değerlerin korunmasını ve aktarılmasını da temin eder.

Tek başına hayatını devam ettiremeyen, varlığı ancak toplum içinde anlam kazanan insanın toplumsal hayata yaptığı en önemli katkılardan birisi hiç şüphesiz ‘değer’ dir. Değer üreten, ürettiği değerlerle toplumsal yaşama renk katan insanoğlunun değerlerden giderek uzaklaştığı, kimlik bunalımı yaşadığı çağımızın en temel sorunlarındandır. Hayatı anlamlandıran unsurların, kavramların içinin boşaltılması, ahlak ve değer erozyonunun giderek artması, bilgi çağını yaşayan insanoğlunu yalnızlığa, mutsuzluğa ve karamsarlığa itmektedir. Yalnız, mutsuz ve karamsar insanlardan oluşan bir toplumun da geleceğini öngörmek de hiç zor değildir.

Bu konuya devam edeceğim inşallah paylaşacak çok şeyimiz var.

Allah’a emanet olun….

Reklamlar