Alptekin CEVHERLİ

Komünist bloğun çökmesi ve Sovyetler Birliği’nin 1990’ların başında dağılmasıyla birlikte dünya iki kutuplu “Soğuk Savaş” ekseninden çıkarak önce tek kutuplu ardından da çok kutuplu bir şekle dönüştü. Bu arada SSCB ve Yugoslavya’nın içinde o döneme kadar baskı altında tutulan pek çok devlet bağımsızlığını ilan ederek, dünyamızdaki devlet sayısını bir anda 200’ün üzerine çıkardılar…

Ancak bir kısmınızın hatırlayacağı gibi bazı ülkeler bunu kansız ve sancısız şekilde atlatırken bazıları ise yeni küresel güçlerin kesişme noktalarında oldukları için oldukça kanlı ve acılı bir şekilde bu süreci atlattılar veya hâlâ atlatmaya çalışıyorlar…

Bu bakımdan Kazakistan, Ukrayna, Ermenistan ve Makedonya gibi ülkeler bağımsızlıklarını rahat bir şekilde kazanırken; Azerbaycan, Bosna-Hersek, Kosova veya Hırvatistan gibi ülkeler ciddi bedeller ödemek zorunda kaldılar. Geçen zamandan bugüne baktığımızda ise bazı hesapların hâlâ kapanmadığını ise dehşet içinde görüyor ve endişeleniyoruz…

Azerbaycan’da Ermeni işgali nedeniyle 2 milyondan fazla kişi hâlâ yurtlarından uzakta, kaçkın olarak yaşıyor. Bosna-Hersek zorlama bir federasyon ile ayakta tutulmaya çalışılıyor. Hırvatlar ise sırtlarını ‘Dayılarına’ dayadıkları için; AB’ye de üye olup belki de en hızlı refaha kavuşan topluluk oldular.

Rusya ise Burak Obama yönetimindeki ABD’nin oluşturduğu dirayetsizliği çok iyi değerlendirerek Ukrayna’ya bağlı bir Türk yurdu olan Kırım’ı, oldubittiye getirerek işgal ediverdi. Aynı dirayetsizliğin neticesi olarak Suriye, Türkiye’nin neredeyse hinterlandına girmişken alenen Rusya’ya kaptırıldı.

Bu durumda Balkanlar’da yeni kurulan Moldova, Kosova, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Slovenya, Hırvatistan ve Makedonya ise kendilerine yeni dostlar ve müttefikler aramaya başladılar.

O dönemki çok kutuplu dünyanın doğal liderleri olan ABD, Türkiye, Almanya ve Rusya arasında gidip gelen bu düello; Bulgaristan ve Romanya’nın başta olmak üzere Hırvatistan ve Slovenya’nın da Avrupa Birliği (AB) üyesi olarak Almanya’nın kanatları altına girmesi neticesi şekillendi… Sırbistan soydaşı Rusya’ya yanaştı. Makedonya, Kosova, Bosna-Hersek ülkelerindeki Müslüman ve Türk nüfus nedeniyle Türkiye ve ABD’ye ve de elbette NATO müttefiki Almanya’ya yanaşırken Moldova da soydaşı Romanya ile birlikte hareket etti. Ancak bir sorun vardı…

AB ve Türkiye sayesinde de NATO üyesi olan Yunanistan, Makedonya’nın AB üyeliğini bloke ediyordu. Sebep Makedonya’nın tarihte Büyük İskender devrinde en güçlü dönemini yaşamış olan Makedonya Krallığı ile birebir ismi alarak aynı zamanda bugünkü Makedonya Devleti’nin sınırlarından ötede Yunanistan kontrolündeki Selanik’i de kapsayacak şekilde bir coğrafi bölgenin de adına sahip çıkmasıydı…

Yunanistan bir yanda Ege Denizi’nde Türkiye’yi taciz edip, bir şeyler tırtıklamaya çalışırken, Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik işgal hülyaları yaşarken bir anda kuzeyinde kendi yeryüzü şekillerinin bir kısmını da içine alan bir isimle yeni bir devlet kuruluyordu. Üstelik hatırı sayılır bir Türk ve Müslüman nüfusa sahip olduğu için Türkiye ile de doğal dost olan bir ülke idi bu.

Yunanistan peş peşe vetolarla bu ülkenin gerçek adı olan “Makedonya Cumhuriyeti” olarak tanınmasını engelledi. Türkiye ve ABD’nin gayretleriyle ‘ancak’ saçma sapan bir şekilde “Eski Yugoslavya’dan Ayrılan Makedonya Cumhuriyeti” gibi tercüme edebileceğimiz bir isimle Birleşmiş Milletler’e (BM) kabul edildi. Ancak bu isim saçmalığı ve elbette Yunanistan’ın ve ardından AB’nin çiçeği burnunda üyesi Kıbrıs Rum kesimi vetolarıyla Makedonya, AB kapısında bizimle birlikte beklemeye başladı…

O dönem ABD ve Türkiye korumasında olan Makedonya, ekonomik olarak yavaş yavaş Almanya etki alanına girerken, ülke içinde yaşayan ve nüfusun % 45’ten fazlasını oluşturan Müslüman nüfus ile % 50 civarındaki Hıristiyan nüfus dengesi ve Arnavut – Makedon çekişmesi Makedonya için yakın ve orta vadeli tehdit oluşturuyordu. Son dönemde Makedonlara peynir ekmek gibi Bulgaristan pasaportu dağıtılması ise Bulgar devleti üzerinde yer yer etkili olan Rusya’nın mı, yoksa Almanya’nın mı projesi diye incelenmesi gereken başka bir sorun daha ortaya çıkarmıştı…

Çünkü Rusya Sırbistan üzerinden her an tekrar bölgeye girmeye cüret edebilirdi. Ve bunun ipuçlarını Kosova’da sık sık yaşanan Sırp sınır ihlalleri gösteriyordu…

NATO ve AB korumasından yoksun, kendi kabuğuna çekilmekte olan ABD’nin desteğini her an kaybedebilecek olan Makedonya, Türkiye’nin de yine terör ve ardından Suriye konusuna enerjisini harcar duruma gelmesiyle hepten bir başına kalmışken; Makedonya’da, dipten yeniden bir yapılanma dalgası geliyordu…

Ancak bu Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi vetolarına karşı ne kadar etkili olabilirdi?

Bu süreç, ta ki Yunanistan iflas edip, Almanya ile pazarlığa oturana kadar sürdü. Yunan Başbakanı Çipras, Almanya başta olmak üzere Batı’nın baskılarına daha fazla dayanamazdı, zaten öyle de oldu…

Bu arada Makedonya’da da halk kazanmış ve Türklerin güçlü sesi olan Türk Hareket Partisi’nin de ortağı olduğu Koalisyon Hükümeti, bütün engelleri aşarak iktidar olmuştu.

Şimdi sıra Makedonya’nın AB ve NATO şemsiyesine alınarak güvenli bir bölge haline getirilmesindeydi… (Elbette bunun bedelinin Alman ekonomisine hammadde ve pazar sağlamak gibi bedelleri olacağını söylemeye gerek yoktur sanırım.)

NATO, Ukrayna konusunda elini yavaş tuttuğu için Kırım’ı kaybetmiş ve Rusya’nın yeniden Karadeniz’de üs kurmasına fırsat vermişti. Aynı durum Makedonya’da yaşanırsa Rusya’nın asırlardır ancak rüyasını gördüğü sıcak denizlere inme projesinin önünde tek engel Yunan kontrolündeki Güney Makedonya, yani Selânik ve havzası kalıyordu…

Makedon ve Yunan hükümetlerinin vardığı ve Prespa Gölü’ne nispet olarak bu gölün adının verildiği antlaşma ile “Eski Yugoslavya’dan Ayrılan Makedonya Cumhuriyeti”, ‘Kuzey Makedonya Devleti’ adını alırken aynı zamanda AB ve NATO üyeliklerinin de önü açılmış oluyordu…

Elbette Yunan faşistlerin buna tepkisi olmuş ve olacaktır… Ancak, Sırbistan dolayısıyla Rusya ile komşu olmaktan ise kuzeyde Türklerin de yönetiminde olduğu NATO üyesi bir komşu, her zaman daha güvenlidir…

Reklamlar