Konu: “Bugün Türkiye Başkanı bölgenin ve dünyanın geleceğini elinde tutuyor.

           O bunun bilincindedir. Atacağı tek imzayla tarih yazabilir.”

Andre Vlçek ile ilgili görsel sonucu Andre Vlçek. Rus asıllı olup hayatının daha uzun bölümünü New York’ta geçirmiş, bütün kıtalarda yaşamış ve çalışmış bir gazeteci, film yapımcısı ve yazardır.

Birçok ülkedeki savaşları ve çatışmaları yansıtmıştır.

Son kitapları: “İmparatorluk Yalanlarının İç Yüzünü Açığa

Vurmak” ve “Batı Emperyalizmine Karşı Savaşım

Telessur ve Pres TV için belgeseller çekiyor.

Uzun zaman Latin Amerika ve Pasifik bölgesinde kaldıktan sonra şimdi Yakın Doğu’yu yansıtıyor.

Bir çok insan, Batıya olan psikolojik, politik ve ekonomik bağımlılığını tuzla buz etmek için NATO’dan ayrılmaya hazırlanan bir Türkiye görmek ve bunun gerçek olmasını isteyen büyük sayıda insan var. Recep Tayyib Erdoğan ve onunla beraber olanların ABD ve AB ile kavga ettiği şu dönemde, Türkiye’nin dünyadaki konumlarını titiz bir yaklaşımla yeniden değerlendirebileceği, Rusya ve Çin’le olan ilişkilerini pekiştirebileceği, Suriye Başkanı Başar Esat ile tarihsel dostluğunu yeniden tesis edebileceği ve İran’la ilişkilerini iyileştirebileceği umudu beklenmedik bir şekilde yeniden doğdu.

Böylesine birden bire ve böylesine beklenmedik bir şekilde bunlar gerçekten olabilir mi?

Eğer Türkiye BRİKS’e gelişigüzel katılırsa, NATO’dan ayrılmayı kararlaştırırsa, Batı’nın ölümcül kucağı ile baş edebilirse, bütün dünya değişecektir!

Çevremdekiler bir yandan artık kutluyorlar.  Fakat ben henüz onlara katılmıyorum. Beklemekteyim. Türkiye’yi iyi bilen biriyim. 20 yıldan uzun bir süre Türklerle yakın işbirliği yaparak çalıştım. Kitaplarımdan beşi tercüme edildi ve orada basıldı. İstanbul’da birçok TV kanalına çıktım.

Doğruyu söylemem gerekirse, Türkiye’yi ne kadar daha fazla tanıdıkça, o kadar da az anlayabildim!

Yeryüzünün en karmaşık ülkelerinden biridir Türkiye.

Öngörülebilmesi imkânsız, çelişkiler yumağı ve bağlaşıklıkları sürekli değişen bir ülkedir Türkiye. Hiçbir şey yüzeyde göründüğü gibi değildir. Dipteki akımlar da birçok kez birbirine karışıyor, birbirinden ayrılıyor hatta yön değiştiriyorlar.

Türkiye üstüne namuslu ve dirin yazmak, mayın tarlasında koşmak gibi bir şeydir.

Sonunda her defasında yanlış yere çıktığımızı anlarız! Söyleyeceklerinin önemine bakılmaksızın, Türklerden birçoklarını mutsuz edebilirsin. Bu çok önemlidir, çünkü burada nesnel hakikat sanki hiç de basit değil. Değişik “kamplar” birbiriyle anlaşamıyorlar. Bu köklü ve hararetli bir anlaşmazlıktır.

Bundan dolayı, birçok yabancı (himaye altında olan) yorumcu ve analizcinin Türkiye’de son dönemde baş gösteren olaylarla ilgili değerlendirmelerinde değişikler yapmalarına hiç de şaşmadım. Onlardan bazıları kesin görüş beyan etmeye de uzandılar.

Türkiye’yi iyi tanımayanlar gerçekten de artık kutlamaya başladılar. Sanki onlar her şey artık tamamen anlayabildiler. “Türkiye Cumhurbaşkanı rota değiştirdi ve Türkiye Suriye sınır üzerinde düşürülen uşakla ilgili Rusya’dan özür dilemeye karar verdi. Ardından Batı ölümcül bir askeri darbe denemesi örgütledi. Erdoğan: “Bu kadar yeter!”dedi. Darbe denemesinin iplerini çekip çıkardı. Putin ve Rusya ile kucaklaşmak için Sankt Peterburg’a gitti.”

Her şeyin bu kadar basit olmasını ben de isterdim. Ben de kutlamalara hemen katılmayı çok isterdim.

Oysa ben bilgisayar başına çökmüş, çok sevdiğim ve yıllardan beri algılayamadığım Türkiye’yi yeniden anlatmaya çalışıyorum.

putin erdoğan ile ilgili görsel sonucu

     Vladimir Putin ve Recep Erdoğan, Sankt Peterburg, 9 Ağustos 2016

***

Ben Tayyib Erdoğan’la, onun en büyük Türk şehrinin Belediye Başkanı olduğu zaman, Refah Partisi’nin İstanbul ofisinde görüştüm. Görüşmemiz 90’lı yılların sonlarına rastlar. Ben o dönemde Sarayevo, Pale, Belgrat ve cephe hattı arasında gidip gelerek Yugoslavya’ya Savaşını yansıtırken canımı kurtarmakla meşguldüm.  Tanıdığım gazetecilerden çoğu Viyana’ya kadar trenle yolculuk etmeyi yeğlerken (uçak seferi yoktu, yabancılara araba sürmek yasaklanmıştı), sanki yıllık izne çıkmışlardı. Bu durumda ben, İstanbul, Edirne Bulgaristan yolcu treniyle yolculuk ediyordum. Balkanları hakikatten iyi tanımak istiyorsam ki istiyordum, o zaman Osmanlı İmparatorluğunu topraklarını tanımak ve onunla ilgili daha fazla bilgi sahibi olmam gerektiğini biliyordum.

Son haftalarda Sayın Erdoğan, orta ve yüksek sınıftan – İstanbul’un Batı yanlısı Laik sakinlerinden birçoğunu dehşete düşürmeyi başardı. Her zaman Avrupa yolu arayan bir ana şehirde o bir İslamcı Parti ile bağlıydı. Ne de olsa, bazı köklü sosyal reformları gerçekleştiren o oldu, atıkları yeniden kullanmadan altyapısına kadar mega şehirde köklü değişiklikler yaptı. Birleşmiş Milletlerin yeniden yapılandırma programından güçlü destek aldı. Ne söyleyeceğini işitmek için onunla görüşmemi kabul etti.

Bir dini fanatikle yüzleşmeyi umarken, karşımda çok bencil, işi başından aşkın ve faydacı bir siyasetçi, bir halkçı buldum.

Türkçe konuşuyor musunuz? diye sordu, selam yerine.

“Yetersiz” – d3edim ve ekledim: “Yalnız birkaç söz.”

Evet sizin Türkçeniz yetersiz, fakat benim partimin (Refah Partisi) adını, aksansız,  mükemmel telaffuz ettiniz. Bu bizim ne kadar önemli ve yeri doldurulamaz olduğumuz bir kanır değil midir?

***

Bundan tam emin olmadığımdan… onu anlamaya, onun mantığını izlemeye çalıştım. Karşımda duran ve kendisini aşamadığım ve egosunun yolunca ilerlemeye karalı bu kişiyle İstanbul’da yüz yüze olmaktansa, o an Yugoslavya savaş hendeklerinden birinde kendimi daha iyi hissedeceğimi düşündüğümü, itiraf ediyorum.

Ve o işini görmeye devam ediyordu. Türkiye halkının daha çoğu oyunu ona veriyordu, 2013’te Başbakan oldu ve 2014’te Türkiye Cumhurbaşkanı seçildi..

borisov erdoğan ile ilgili görsel sonucu

Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep

Erdoğan görüşmesi, İstanbul, 26 Ağustos 2016.

***

İslamcı olsa da olmasa da, 2003’ten beri Erdoğan Batı tarafından dışlanmadı. O, Batı’nın en güçlü askeri örgütü olan NATO’nun koşulsuz ve kesin üyesi olan ülkesinin lideriydi. O bu bağları koparmaya asla yeltenmedi.

Türkiye, Batı ile ya da onun ortakları veya “bağımlı” devletlerle, süreli küçük sürtüşmeler yaşasa da,  askeri müttefikliğin geleceğine tehlike oluşturan bir şey olmamıştı. Gemi mürettebatından bazı kişilerin ölümüyle sonuçlanan, Gaza’ya insani yardım taşıyan Türk gemisi  “Mavi Marmara” ya yapılan saldırıdan sonra,  2010 yılında Türkiye ile İsrail ilişkileri genelde sözlü, ama ciddi bir buhran yaşadı. Askeri ilişkiler kesilmedi. Örneğin, Türkiye Konya yakınındaki askeri hava üssünde İsrail pilotu eğitmeye devam etti.

Çok fazla çelişkili bir durum yaşandı.

***

Türkiye’de “Kimin kim olduğunu anlamak!” çok zordur. Bağlılıklar değişiyor. Kişiler ve örgütler de durmadan değişiyor.

İddialara göre, ABD Devlet Sekreterliği yıllarında Türkiye ziyaretlerinin birinde Hillary Clinton, Türk hükümetinden bir sosyalist ve milliyetçi yayın olan “Aydınlık Gazetesi” ni kapatmasını istemiştir. “Aydınlık” ta birkaç söyleşi yapmıştım, onlar da benden mülakat aldılar. Dostum ve Türk belgesel filmciliğinin üstadı sayılan Serkan Koç’un da çalıştığı “Ulusal Kanal” ile işbirliği yaptım.

Türkiye’de Kemalistler’den daha çoğu ve milliyetçi kesim Kürtlerin bağımsızlık ya da her hangi bir tür otonomi savaşına karşıdır.  Onların hepsi güçlü, laik, bağımsız ve egemen Türk devleti olması gerektiğine inandıklarından, PKK hepsi için bir terör örgütüdür.

PKK için farklı görüşler var. Ortak noktada, herkes aşırı milliyetçi bir Kürt örgütü nokrasında buluşuyorlar. Diğerleri onu emperyalizmin beşinci “kol ordusu” olarak gösterirken, CİA aşısı olduğunu savunanlar da çok.

Türklerin tek noktada buluşamadıkları yalnız “Kürt sorunu” değildir. Sözüm ona “Ermeni soykırımı” deyecek olsan, kendini hemen yukarıda değindiğim mayın tarlarının tam ortasında bulursun. Türk solu da ekseri  “soykırım” sözünü işitmek bile istemiyor. Siz, görüşmelerinizde sohbete Kürt ya da Ermeni “problemi” sokarsanız, bir gecede dostlarınızın daha fazlasını bir gecede kaybetmiş olursunuz.

Kafa karıştırıcı! Daha kötü olan da var. Karışıklığı tamamen anlayabilmek için 2014’te Avrupa kısmında,  İstanbul’dan 80 km uzak olan “Silivri” cezaevine gittim. O zaman bu çok güvenli tesise büyük sayıda Türk general, albay ve değişik rütbelerde subayla, aydın ve militan kapanmıştı. Onlar kod adı “Balyoz Harekâtı” olan, 2003 yılında yapılmak istenen, bir laik askeri darbeye katılmaları muhtemel olduğundan dolayı içerdeydiler.

Bu generaller kimdi? Onların tutuklanmasını gerektiren olaylar hangileriydi?

Onlardan bazılarının aileleriyle görüştüm. Tanıklarla konuştum. Kimileri Erdoğan’a ve onun AK Partisine karşı konuştular. Çok küçük bir kısmı Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıkarken, diğerleri Avrupa Asya projesini destekliyordu.

Gerçek nedenleri ne olursa olsun, hükümet generalleri ve onlarla olanları uygunsuz hatta tehlikeli buldu. Onlara karşı açılan dava uydurmaydı, ülkede ve dış dünyada sert tepki almıştı. Fakat Erdoğan’ destekleyen, ülkeden kovulan ve (o zaman) AK Parti’nin çok yakın müttefiki Feytullah Gülen tarafından yönetilen, çok güçlü bir İslam hareketi – cemaat – vardı.

1914’te AK parti ile Gülen birbirine düştükten sonra, sanıklar tutuk evlerinden salındı ve toplam sayıları 236 olan tüm tutuklular 31 Mart 2015 günü aklandı.

Ve şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan, başarısızlıkla sonuçlanan en yeni askeri darbe kalkışmasının ardında Feytullah Gülen’ın durduğu suçlamasıyla ABD’de bulunan Türkiye’ye iade edilmesinde ayak diriyor.

Belki de zaten harman karman çorman olan işlerin daha da karışması için olacak, sol kanattan tanıdığım Türk gazeteciler daha 2012’de benden bu dini hareketin –cemaat – araştırmamı rica etmişlerdi. O zaman ben Afrika’da bulunuyordum ve onlar Afrika kıtasında okullaşmalarını ve her türden sapık tehlikeli aşırı din öğretilerinin yaygınlaştırılmasıyla cemaat etkinliklerini irdelememde ısrar ediyorlardı. O yıllarda Feytullah Gülen Türkiye’de AK Parti’ne yakın kabul edilirken, amerikancı olarak biliniyordu.

Bilindiği üze AK Parti’nin “Yeni Osmancılığı” bir ara biraz kontrol dışına taşmıştı. Batı endişelenmeye başlamıştı. Öyle de olsa, Türkiye Batı siyasetini ve onun Yakın Doğu’daki emperyalist siyasetini destekliyordu. Çok yakın geçmişe kadar (şimdi kanlı düşman olsalar dahi) AK Parti’nin izlediği bu siyasette yakın müttefiki Feytullah Gülen’di.

Benim yakın dostum, yazar, tarihçi ve gazeteci Yiğit Günay, 15 Temmuz 2016 darbe denemesinden önce şu açıklamada bulunmuştu:

“Siyasete  ‘neo-Osman izim’ demişlerdi. AK Parti hükümeti ya da Türkiye kendisi, Batı emperyalizminin bölgedeki taşeronu olarak çalışacak ve yine bu bölgede bir altüstenci olarak kendi etki alanını kendisi genişletecekti. O zaman Birleşik Amerika’da üstlenmiş olan Gülen hareketi de etkindi. Şu an hükümetle cemaat hareketi birbirine düşmandır, fakat eskiden iç içeydiler. Gülen hareketi Afrika kıtasında olağanüstü aktifti, çünkü onların şan şöhret yaratmak için kullandıkları ana araç okul ve üniversite açmaktı. Onların parası bol! Okuduğum bir rapordan, 2013 yılında “Hizmet” hareketinin Birleşik Amerika’da 130 “çartır okul” (bu, Birleşik Amerika ile Kanada’da devletten mali yardım alan fakat özel yönetilen okullar için kullanılan bir terimdir) sahibi olduğunu öğrendim. Çartır Okul sahibi olanlar Birleşik Amerika vergi mükelleflerinin ödediği paralardan milyonlarca US Dolar destek alırlar. Öte yandan bu okullar çok iyi örgütlenmiş olup, büyük şirketler kurmuşlar ve zengindirler. Ve onlar kontrollerinde olan bu zenginlikten varlıklarını katlamak için yararlanır.

Arap Baharı” patladığında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti oldukça tereddütlüydüler. Amerika kendilerine  “Endişelenmeyiniz, olayların arkasında biz varız,” deyene kadar, ne olduğunu pek anlayamamışlardı…

NATO savaş uçakları Libya’yı bombalamaya başladığında, Erdoğan bir konuşma yaptı ve yaklaşık olarak şöyle dedi: “Şu NATO’nun yaptığı nedir Allah aşkına, Libya’yı bombalıyor.” İki gün sonra bu ödeve Türkiye de katıldı. Amerikalılar ona: “Ne olduğunu görmüyor musun?” deyince, o da hemen fikrini değiştirdi!

Bu gelişmenin ardındaki fikir şuydu: “Aslında Arap Baharı AK Parti için yararlıdır. Bunun bir adı da, bütün bölgede rejimlerin yenilenmesidir. Yeni rejimler öncelikli olarak İslamcıydı ve böylece AK Parti bu rejimler üzerinde etki kurmada başarılı olabilirdi.”

obama erdoğan ile ilgili görsel sonucu

Barak Obama ve Recep Erdoğan, Paris, 1 Aralık 2015.

Yukarıda açıklamak amacıyla yazdıklarımın hepsi Türkiye siyasetinin çok bileşik ve çapraşık olduğunu kanıtlayabilmem içindir.

Burada devamlı ve daimi olan bir şey sanki yoktur. En uygun mecaz olarak  “yer değiştiren kum teperi” demek geçiyor aklımdan.

***

Bu yolda Türkiye’nin yönelimi nereyedir?

Türkiye’nin Doğuya dönmesi gerçekten mümkün olabilir mi?

Umutlar büyüktür. Bu umutlar bir yere kadar haklı da sayılabilir. Fakat benim aklımda bir şeyler olduğu için kutlamalarla acele etmiyorum.

Batı, Türkiye’nin yitirilmesi onun jeopolitik çıkarlarına çok büyük bir darbe olacağının bilincindedir. Yeryüzünün en stratejik bölgesinde bulunan bu büyük devleti elden kaçırması ve tasını tarağını toplayıp barışçı ve problemsiz gitmesi, akıl erecek gibi değil.

Türkiye Cumhurbaşkanı Batı baskıları karşısında geri adım atmazsa, o devletini NATO’dan büyük bir kararlılıkla çekip alırsa, (50 US nükleer silahının korunduğu) “İncirlik” askeri üssünü kapatırsa ve ardında Türkiye’de bulunan bu askeri tesisleri Rusya’ya açarsa, Batı’nın tüm bunlara güçle hatta çok kaba bir şekilde karşı koyacağını düşünebiliriz.

Bu defa menüde ne olabilir: Katletme denemesi, yeni bir askeri darbe ya da dış güçler tarafından kışkırtılan isyanlar mı? Bilemiyorum. Fakat dere gibi kan akıtılacağını şimdiden söyleyebilirim.

Bu durumda Türk entelektüelleri hangi tarafta olacaklar, şu bilinen aktörler, yazarlar, bilim adamları ve gazeteciler ne yapacaklar? Onlar çok cesur insanlar. Çomski ile yazdığımız son kitapta onlar hakkında “yeryüzünün en cesur yaratıcıları” dedik. Soru şudur: Onların gerçek siyasi aidiyeti nerededir? Birçokları Paris, Londra, New York, Berlin’ne bakıyor.

Onlardan birçokları kimden ilham alacaklarını bilemiyor bugün. En fazla ün yapan iki Türk yazar Orhan Pamuk ile Elif Şafak, ruhlarını Batıya satmış karalama ustası olarak kabul ediliyor ve Türkiye’yi kendilerine para veren yabancı yayımcı ve okurların arzularına göre anlattıklarını vurgulamaktan çekinmiyorlar.

Genç Türkler arasında önemli bir bölüm, yeni devrim eğilimlerini, hükümetleri ve sivil toplum örgütlerini yerinde öğrenmek için Latin Amerika’ya gidiyorlar. Asya’ya gidenler de var. İstanbul’da oturan Türk entelektüeller onların Atinalı bencil ve varoş zihniyetli meslektaşlarına kıyasla çok daha kozmopolit ve geniş dünya görüşüne sahip kişilerdir. Fakat Türkiye şehit nüfusunun daha büyük kısmı için Avrupa sekülarizmi ve liberalizmi ana değer yargısı ve hedeftir.

Bu kesin “NATO’ya karşı” ve “ABD dış siyasetine karşı” olsalar da, birçok kez tam olarak neyin taraftarı olduklarını anlayabilmek güçtür.

Hükümet, NATO’ya bir tekme vurmaya ve onun yerine Rusya ve Çin’le yakınlaşmaya karar verse, bu kesim onu destekler mi? Türkiye’nin BRİKS ülkelerine karılmasını isterler mi?

erdoğan ile ilgili görsel sonucu

  Si Dzinpin ile Recep Erdoğan, 29 Temmuz 2015.

Erdoğan deneyimli ve pragmatik siyasetçidir. O, ticareti ve “bozuk paraları” iyi biliyor. O, hem Batı hem de kendisine karşı başkaldıranlar için ülkesinin gerçek değerini çok iyi biliyor!

Onun ülkedeki saygınlığı çok yüksek. Vatandaşların % 70’i destek sağlıyor. 15 Temmuzda yapılan darbe denemesini kışkırttığı ya da desteklediği için olsun veya bu bunalımda Türkiye’nin yasal hükümetini desteklemek için hiçbir şey yapmadığından ötürü Batıya yönelttiği eleştirinin “maral surları” gözle görülüyor.

Ve şimdi artık Batı tehlikeyi ciddiye almaya başladı.

Bugüne kadarki gelişmelere dayandığımızda, Erdoğan’ın Washington, Berlin ve diğer Batı başkentleri ile çok ağır pazarlıklara oturabilir. Yakın geçmişte Doğuya doğru rota değiştirme bu işte çok ciddi bir blöf olabilir.

Bunu hem Obama hem de Putin biliyor. Türkiye’de depolanmış nükleer füzeler için Amerikanın pek endişeli görünmemesinin nedeni budur. Bu yüzden de Putin Sankt Peterburg görüşmesinde Erdoğan’a çok saygın davrandı.

Şimdi herkes Türkiye’nin atacağı yeni adımı bekliyor. Erdoğan acele etmeye bilir. Zaman onun lehinde çalışıyor. Şimdi o, kendi çıkarlarını elde edebilmek için,  iki cepheyi birbirine karşı ayağa kaldırabilir. Hangisi daha yararlı olacaksa onu seçebilir.

Türkiye, öneriler arasında seçim yaparken, Doğu’dan gelen tekliflerden çok daha büyük bir yeni Batı teklif beklemekte haklıdır.

Yukarda da yazdığım gibi, ben Türkiye’yi anlamakta bugün de zorlanıyorum.

Bazı Türk dostlarımdan aldığım yazılarda, onların da kendi ülkelerini anlamakta güçlük çektikleri görüşüne rastlıyorum.

Türkiye’de her şey hemen değişebilir. İnsanlar da değişir. Çağdaş Türkiye’nin pragmatik atası Mustafa Kemal Atatürk, gerçekten büyük bir Türk milliyetçisidir, fakat o aynı zamanda “laik Batı”dan güçlü etkilenmiş biridir. Bir de o, Türk ulusunu güçlü, birleşmiş, bağımsız ve egemen kılmak için Batı güçlerine karşı savaştı ve bu savaşta Sovyetler Birliği’nde büyük ölçüde askeri ve ekonomik yardım almak zorunda kaldı.

Bugün Türkiye Başkanı bölgenin ve dünyanın geleceğini elinde tutuyo. O bunun bilincindedir. Atacağı tek imzayla tarih yazabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok iyi bir karar alacağına inanıyorum ve bunun için özel seçim köpüklü şarap şişemi buzdolabında saklıyorum. Buz gibi ve patlatmaya her zaman hazır koruyacağım. Yakın bir zamanda mantar patlayıp tavana vuracağına kesin inanıyorum.

Kaynak: COUNTERPUNCH

Çeviridir.

Reklamlar