Musa Musa VATANSEVER

Konu: Başbakan Borisov:Türk yatırımları bizim için uzun vadede risktir.”

Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov son günlerde doğup büyüdüğüm şehrim olan Varna’dan konuştu. Karadeniz incisi olan güzelim sahil anakentimizde Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşların GERB partisi Gençlik Kolları semineri düzenlenmişti.  Başbakan gençler önünde ve basına açık bir ortamda Bulgaristan iç ve dış siyasetini ve dünya gelişmelerinin Bulgaristan üzerindeki etkilerini yorumladı.

Memleketimiz dışında olup bitenin Bulgaristan’a olan etkisi açısından analiz yapan Borisov, önce “Türkiye ekonomisi çökerse, bölgeye çok kötü etki yapacak” diyerek girdiği konuya şöyle genişletti:

Büyük sayıda Türk şirketi Bulgaristan’a yatırım yapmak istiyor, fakat bu uzun süreli değerlendirildiğinde, özellikle Türklerin yaşadığı karma bölgelerde olmak üzere, risk içeriyor.”

O, bu riskleri şöyle açıkladı: “Parayı ödeyen siyaseti belirler.”  Hani N. Hoca’nın “Parayı veren düdüğü çalar” dediğine getirdi.  Bir feylesof ve siyasetçi olarak öngörüde bulunan GERB lideri, sanki “Türk şirketleri belirli bir siyaset dayatabilir.” Demeye çalıştı.

Öze döndüğümüzde, “Korku dağları bekletir!” atasözümüze dönmek zorundayız ve kötü, sert bir durumla karşılaşılacağından korkan kişi, yapmak istemediği şeyden istemeye istemeye vazgeçer. Bunu böyle işaretlemek zorundayım. Çünkü eğer Sofya hükümeti Türk şirketlerinin, T.C.’nin doğal etki alanı olan yakın bölgelere yönelik dış yatırım siyasetinden ve Balkanlara akışından korkuyorsa, Avrupa Birliği ve komşu ülkeler arasında yakın işbirliği ve ortaklık, her iki taraf için de yarar getirecek projeler gerçekleştirme siyasetinden uzaklaşıyor anlamı çıkar.

Bu dünyada her şey olabilir, ama kimse zamanın gereklerine karşı çıkamaz.

Avrupa, Amerika ve Rusya bölgemizde bir Büyük Türkiye oluştuğunu kabul ettiler. İşte şimdi Çin’de yapılan G-20 zirve görüşmelerinde kendisiyle en uzun ve en ameli görüşmelerde bulunulan lider Türkiye Başkanı sayın R. Tayip Erdoğan oldu. Dünya büyükleri, şu Yakın Doğu, Suriye ve Irak probleminin, DEAŞ, PYD, PKK gibi terör odaklarıyla silahlı mücadelenin TSK’nin direk müdahalesi dışında çözülemeyeceğini anladılar ve Başkan Erdoğan’ın hareketlerini izlerken önerilerini değerlendiriyorlar.

Dünya güçler dengesini son derece etkileyen Rusya – Türkiye yakınlaşması, “Yavuz Sultan Selim” köprüsünün açılışında gündeme gelen, Büyük Türkiye üzerinden, “İpek Demir Yolu” boyunca Güney Avrupa’ya yayılma siyaseti tüm devletler tarafından kabul edilirken, halklar tarafından destekleniyor. Bu gelişmeler kendiliğinden olmak üzere, Bulgaristan’ın kapılarını Türk yatırımlarına açmasını zorunlu kılmalıdır. Çin’den gelen ve tüm Orta Asya ve İran’ı geçerek Türkiye’nin Edirne AB sınır kapısına dayanan bu milenyum atılımı, halklara yeni medeniyetler çağı açacak dev yatırım, “Kapı Kule”de “Ayşe Kadın” tren istasyonuna gömülemez. Bir Avrupa kapısı olmayı hayal eden Bulgaristan, dünya gidişatına uymak, kapılarını açmak, US Dolarlar kokmadığına inananların Türk yatırımlarının da kokmadığına inanmaları gerekecektir. Dünya çarkını Bulgaristan gibi minik bir devlet geri çeviremez, gidişlere yön veremez, küçük ve bencil hesaplarla dünya siyasetini etkileyemez.

Öte yandan “Korkunun ecele faydası yoktur.” Olacak her zaman olur. Burada olacak olan sınırları açmak ve yatırımların gerçekleşmesine olanak sağlamaktır. Bulgaristan Müslüman Türklerinin yaşadıkları köy ve kasabalara Türkiye’den yoğun yatırımlar geleceğini hepimiz biliyorduk. Avrupa Birliği’nin yatırım fonları bitti. Rusya ile “ambargo” siyaseti sonucu ekonomik ve ticari ilişkilerimiz donduruldu. Küçük bir devlet olarak Amerikanın da ağazına göre bir kaşık değiliz. Diğer komşularımızdan Yunanistan, Makedonya ve Sırbistan ise olaya pek sıcak bakmıyorlar.

Bir de bu işin mantıksal perspektifini “Koy avucuma, koyayım avucuna” atasözümüz özetlemiştir. Bizim yatırımlarımıza kapı açan ve kolaylıklar sağlayan devlette biz de mutlaka faydalar sağlarız. “Doğuş İnşaat’ın” Sofya metrosu ikinci hattını inşa etmesi ve hizmete açması iyi olmadı mı? “Mapa-Cengiz” şirketler birliğinin Sofya “Lülin” semti 8. mıntıkasından bir sanayi şehri olan Pernik’e uzattığı modern otoyol faydalı olmadı mı? Kırcali’den “Makaz” – Yunan sınır kapısına uzanan “A” sınıf asfalt yoldan herkes faydalanmıyor mu. Bulgaristan’da toplam 100 bin Türk adamı faaliyet halindedir. “Şişe Cam” tesislerinin Tırgovişte’ye dikilmesine kadar çok çalışmak gerekti ve gerekiyor. Son hesapta bunlar karşılıklı yarar sağlayan yatırımlardır ve Bulgar halkının yüzünü güldürmüştür.

Herkes bilir ki, Bulgaristan’ın Türkiye yatırımlarına karşı tutumu 2015 sonunda, Başbakan Davutoğulu’nun Sofya ziyareti esnasında değişmeye başladı. 3 Eylül 2016 günü Varna’da Türk özel sektör yatırımlarına karşı “uzun vadede riskli” gibi bir siyasi tutum ifade eden Borisov, aslında kendisine Bulgaristan Türk, Pomak ve Romenlerinin yoğun yaşadığı bölgelere yatırım parası olarak teklif edilen 1 milyar 280 milyon Euro’yu elinin tersiyle geri itme politikasına devam etti. Bu, aynı zamanda, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin de son 26 yıldan beri izlediği siyasi çizgidir. Türkler zengin olursa kontrolümüzden çıkar. Türklerin çocukları mühendislik, hukuk, sosyoloji, felsefe okursa onları elimizden kaçırırız. Okumuş adamla başa çıkmak zordur gibi sapık anlayışının 2016 uzantısını yaşıyoruz.  Onlar için varsa yoksa imamlık okutmak. Sanki hepimiz ölmeye hazırlanıyoruz.

Burada anlaşılması gereken özellik şudur. Avrupa Birliği’nden gelen paralar HÖH lideri Ahmet Doğan masasından geçiyor ve o da istediğine verme hakkını elde etmişti. Bu işler, Başbakan II.  Simeyon (2001–2005),  Sergey Stanişev (2005 – 2009)  hükümetlerinde böyleydi. Dalavere testi Plamen Oreşarski (2013–2014)  hükümetinde kırıldı. Dış kaynakların karma bölgelere yönlendirilmesi konusunda Ahmet Doğan ile Boyko Borisov arasındaki farklı olan durum şudur. Ahmet Doğan köy ve şehir halkı yararına hiçbir şey yapmadan paraları seçtiği şirketlere aktarırken, Müslüman Türk oylarına talep olan Başbakan Borisov örneğin Deliorman ve Dobruca’da köyler ve şehirlerarası asfalt yol şebekesini yeniden asfaltlarken köprüleri ve durakları onarma işlerine ağırlık veriyor, fakat Türk yatırımlarının bölgeye girmesini “riskli” buluyor. İkisi de işyeri açmaya, köy ekonomisinin modernleştirilmesine yatırım yapmaya yanaşmıyorlar. Bu gölgelerde ve Rodoplarda Türkiye pazarına yönelik iri ve küçükbaş hayvancılığın gelişmesinden korku duyuyorlar. En fazla korktukları ise Türklerin zenginleşmesi, kendi kültürlerine dayanarak dirilmeleri ve kaderlerini ellerine almalarıdır. Bu yüzden Doğan’ın T.C.’deki FETÖ okullarına gönderdiği öğrencilerde bir tek doktor, bir tek hukukçu, bir tek idareci çıkmadı. Halkımız bugün de elindeki çatlak bastona dayanmaya devam ediyor ve umudu Büyük Türkiye’ye bağlıdır.

Gündemdeki korkulardan biri de “sığınmacı selinin” Bulgaristan’a yönelmesidir. Dünyada en misafirperver ve en büyük sığınmacı ve savaş kaçağı ülkesi olan Türkiye’deki 3 milyon Suriyeli ve İranlı problemlerini kendi çözmeye çalışıyor. Korku ise, onların 2015’te olduğu gibi bir daha hareketlenmesinde kaynaklanıyor. Olaya daha derin bakıldığında, NATO gemilerinin Ege ve Akdeniz’de sığınmacı avında olduklarından, kitle selinin kara yoluyla Bulgar Türkiye sınırını göğüsleyeceği endişesidir. Bulgar makamları, “Sakar Balkan” Bulgar Türk sınırına baştanbaşa tel örgü gerdi. Termal kamara dizdi. Zırhlı devriye araçları için yollar açtı. Şu günlerde Karadeniz’e uzanan tel örgüde son 8 kilometre donatılıyor. Sınırda polislerle birlikte askeri güç de konuşlanmıştır.

Durum böyleyken, Sofya, Plovdiv, Dragoman gibi şehirlerde her gün 150 -200 evraksız Arap sığınmacı tutuklanıyor. Bu kişilerin evraksız olmalarının sebebi ise AB içinde yürürlükte olan sığınmacı antlaşmasına bağlıdır. Kaçak yabancılar girdikleri ilk AB ülkesi olan Bulgaristan’da kayıt yaptırmak istemiyorlar, çünkü geri çevrilirken ilk girdikleri ve kayıtları bulunan ülkeye gönderiliyorlar. Almanya ya da Hollanda’ya vardıklarında evraklarını DHL ile kabul edip ilk kaydını o ülkede yaptırarak işi güvenceye bağlıyorlar.

Bulgaristan’daki sığınmacı yerleşkelerinde de huzur yok. Harmanli kampında artık birkaç isyan yaşandı. Hükümet kararıyla bunların açık tip sığınmacı yerleşkesinden kapalı tip sığınmacı yerleşkesine dönüştürülmesi planlandı. İsyan edenler biz “mahkum değiliz” diyor. Sığınmacılar Bulgaristan yerleşkelerinde kendilerini dut gölgesinde gibi rahatsız hissediyorlar, zevksiz bir hayata zorlandıklarını anlatıyorlar.

1 Ekim 2016’dan başlayarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına AB vizelerinin kaldırılması konusu da hararetli tartışılıyor. O bilinen 72 kıstasın yerine getirilememesi için dua edenler var, desem yanlış olmaz. Çok defa, 15 Temmuz darbe denemesinin de bu işleri engellemek amacıyla yağıldığını geveleyenlere kulak misafiri oldum. Kimileri ise, PKK ve FETÖ cani hareketlenmesi, Türkiye makamları başlarını dertten kaldırıp şu kriterler paketini tamamlayamasın diye kışkırtıldı, diyor. Biz artık her konuda yanındayız diyenlere inanmaz olduk. Bulgaristan’da “Türkler buraya dolar” korkusu büyüdükçe büyüyor. Türkiye Cumhuriyeti Yatırımcılarının hiçbir engel aşmadan Bulgaristan’a akın edeceği korkusu 1 Ekim yaklaştıkça tırmanıyor.

Türkiye hükümetinin birçok sığınmacıya vatandaşlık ve ardından pasaport verme kararı da korkulara benzin döktü. “Artık bunlar sığınmacı olarak değil, T.C. vatandaşı olarak gelecekler, dokunmaya ve kovmaya hakkımız olmayacak!” feryadı koptu.

Sözün özü. Bulgaristan gibi bir nedenden ötürü büyüyemeyen bazı küçük ülkelerin, daha da küçülmeleri için özel gayret göstermelerine gerek yok. Anlaşıldığı üzere, “Türk yatırımı istemiyorum” demek, aslında “Büyümek istemiyorum, yerimde sayacağım ve hatta küçülmek istiyorum,” anlamındadır. Burada önemli olan Bulgar’ın ve Bulgaristan’ın büyümem değil, şu bizim karma bölgelerde yaşayan Türk, Pomak ve Çingenelerin kötü yaşaması, sıkıştıkça sıkışması ve en sonunda memleketi terk etmeyi gönüllü olarak kabul etmeleridir! Hakim olan zihniyetin bu olması çok kötü tabii. Önce Atakacıların, ardından Makedon komitacılarının ve sahte yurtseverlerin beyin dolgusu olan bu zihniyet artık anlaşıldığı üzere GERB bacasını da tamamen sarmıştır. Ne yazık ki, biz bu milliyetçilik sapkınlığının suyundan gidemeyiz.

Aynı gençlik seminerinde konuşan Bulgaristan dış işleri bakanı Mitov’un endişesi ise şu şekilde ifade buldu. “Sınırımızı yasal olmayan yoldan geçmiş üçüncü ülke vatandaşlarını Türkiye’ye iade etmemiz için, bizim T.C. ile özel çalışmamız gerekiyor. Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki vizelerin kaldırılması şartıyla sığınmacı kaçakların iade edilmesi sözleşmesi yürürlüğe girmediği halde, biz sığınmacıları bu ikili sözleşmeye dayanarak iade edebilmeliyiz.

Korkular bir değil, iki değil! Yatırım göndersen uzun vadede riskli, sığınmacı gitse olmaz, Türk bölgeleri boş kalıyor kimsenin umurunda değil, önemli olan “Türkiye çökerse biz ne yaparız” konusunda şeffaf bir fikir sahibi olmaktır. Diyorum ya, Bulgaristan’ın büyümesine gerek yok, Büyük Türkiye’nin yücelmesi hepsini yerinde saydırmaya yeter de artar. Küçülen insanların ufku da küçülüyor, yapacak bir şey yok…

 

Reklamlar