Haim Menahem Behar, Doğum: 1919-Ölüm: 2011; Lili Haim İlel, 1920-2011; İzrael İzak Mezan, 1920-2012, Raşel Persiyado Ruben, 1921-2012; Baruh David Zalman, 1925-2013, Mordechai Solomon Natan, 1918-2013; Emil Levi, 1914-1999; Rafael Solomon Kalev, 1922-1997; Leon Bahor Anavi, 1911-1978, Gabriel Nisim Behar, 1882-1965…

Bu isim ve tarihler, daha nicesiyle birlikte Bulgaristan’ın ikinci büyük kenti Plovdiv’de şehir mezarlığının Yahudi bölümündeki mezar taşlarına kazılı duruyor. 20. yüzyılın ilk yarısında Orta ve Doğu Avrupa’da doğan Yahudilerin altı milyonu en fazla 1945’e kadar yaşayabilmişken, Bulgar Yahudilerinin neredeyse tamamı torunlarını görecek kadar yaşayıp yatağında ölmüş… Bu geçen yüzyılın belki de en güzel tarihsel kayıtlarından biri, çünkü Çar III. Boris’in ikbalini 1941’de Hitler’le anlaşmakta gördüğü, hükümetin Yahudiler’in memur ve asker olmasını ya da Yahudi olmayanlarla evlenmesini yasaklayan ırkçı kanunlar çıkardığı ve nihayet 50 bin kadar Yahudi’nin ölüm kamplarına gönderilmesi emrinin verildiği Bulgaristan’da halk (Bulgar Ortodoks Kilisesi, sanatçılar, aydınlar, sıradan insanlar) iktidara tepkisini o kadar sert biçimde gösterdi ki, o 50 bin insanın hayatı kurtuldu. Bulgar halkı komşularının katledilmesine izin vermedi -korkunun dağlar taşlar kadar somutlaştığı bir dönemde Bulgar Yahudilerinin nasıl olup da faşistlere teslim edilmediğiyle ilgili muhteşem bir kaynak var; Tzvetan Todorov’un kitabı The Fragility of Goodness: Why Bulgaria’s Jews Survived the Holocaust (İyiliğin Kırılganlığı: Bulgaristan Yahudileri Soykırımdan Niçin Kurtuldu).

Bu hafta Bulgaristan’da dikkatimi çeken şeylerden biri Plovdiv’deki bu müthiş mezar taşlarıydı, diğeriyse ‘faşizan kültürel obje tüketimi’ndeki arz oranının yüksekliği… Balkanlar’ın kayak başkenti olarak bilinen Bansko’nun en işlek caddesindeki üç ayrı antikacıda Nazi eşyalarıyla karşılaştım: Üzerinde gamalı haç ve SS simgesi bulunan yüzükler, çakmaklar, mataralar, askeri madalyalar, Hitler büstleri… Dükkanların üçünde de kolayca görülecek ve hemen ilgi çekecek yerlere konan söz konusu eşyaların bir kısmının antika değil yeni ürün olduğu belliydi. Ama bu işi daha da katlanılmaz kılıyor; komşularını faşizme kurban etmemiş insanların ülkesinde savaş zamanından kalma eski eşyaların satışı en azından 1941-45 arası Bulgaristan tarihinin bir kesiti olarak belli bir noktaya kadar kabul edilebilir belki, ama en bayağı faşist eğilimleri paraya dönüştürmek için üretilmiş Nazi işaretleriyle dolu eşyaları özenli tezgâh uygulamalarıyla satışa sunmak… Sadece bu da değil; Yahudi cemaatinin Bulgar halkına minnetini dile getirmek amacıyla Plovdiv’e dikilen anıta gamalı haç çizmek, bazı mezar taşlarına zarar vermek* gibi son 7-8 yıla yayılmış olaylar da var.

Kapitalist dünyayla tanışmaları neo-liberalizmin zirve günlerine denk düşen Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri bugün kapkara bir değerler karmaşasının ortasında ayakta durmaya çalışıyor -geçen yıl, dünyanın dört bir yanında 1. Savaş trajedisinin yüzüncü yıldönümüyle ilgili anma etkinlikleri yapılırken Belgrad’ın en prestijli kitabevinin vitrininde gördüğüm devasa Gavrilo Princip (Arşidük Ferdinand’ı öldürerek savaşa görünür neden sağlayan suikastçı) fotoğrafını Sırp milliyetçiliğinin basit bir yansıması olarak düşünmüştüm. Bir hafta sonra aynı fotoğrafı Bosna Hersek’te gördüm; 1993’te Sırplar tarafından bombalanan Mostar Köprüsü’nün 50 metre ilerisindeki çarşıda satılan bir fincanın üstünde…

Bugün Bulgarlar ne komünist ne kapitalist, ne muhafazakâr ne devletçi ne de liberal… Ne olduğunu kendilerinin de bilmediği tuhaf ve çirkin bir gündelik hayat pratiğiyle, genellikle yüzleri gülmeden yaşayıp gidiyorlar. Ama enseyi karartmamak için yeterince gerekçemiz var; en karanlık günlerde komşularını kurtaranlar, Plovdiv’deki mezar taşlarına o tarihlerin kazınmasını sağlayan insanlığı yeniden kazanmanın bir yolunu bulacaktır elbet. Çünkü, bilirsiniz ne derler: Sizin geçmişle işiniz bitmiş olabilir, ama geçmişin sizinle işi asla bitmez…

Reklamlar