Filiz SOYTÜRK

 

Bulgar halk masalları arasında en çok sevilenlerden olan KELEŞ VE ÇAR KIZI masalında Türk dünyamızın öz ve özgün çizgilerini buluyoruz. Bizim Bulgaristan Türkleri lehçelerimizde “keleş” nefret dolu, hırçın ve beceriksiz, ehemmiyetsiz bir adamdır. Mesela bu beceriksiz adamdan mı korkuyorsun? Sözleri keleş biri için söylenir.

 

Bulgar halkı “keleş” sözünü bu halk masalında yiğit, cesur ve bahadır biri olarak, bilmiştir. Okur keloğlandan farklı bir simayla karşılaşır.

Masalın özündeki Türk olgusunu ele veren bir de, Çar Kızının terlik giymesidir. Bulgar kültüründe ev içine ayakkabılarla girildiğinden, toplumda ve hatta Çar Saraylarında terlik kültürü diye bir olay yoktur. Üstelik dışarıda da terlikle dolaşma alışkanlığı yoktur. Masalda Çar kızının her gece bir çift terlik eskitmesi, masalın ana motiflerinden biridir.

 

Bu masal halk kültüründe derinliğini gösteren bir eser olduğu kadar, diğer halkların kültürlerini nasıl etkilediğine de bir örnektir. Önemli olan bir de kültürümüzde başaranın bir dev, bir ejderha, aslan veya yılan değil, öncelikle ve başlıca insanoğlu zekâsı, becerisi ve yaratıcılığı olduğuna bir örnektir.

 

Bu masalımızın bir Bulgar hak masalı olarak sunuluş şekli şöyledir:

 

Keleş ve Çar Kızı

 

Vaktin birinde bir Çar ve onun da bir kızı varmış. Kız her gece terliklerini eskittiği için Çar her sabah ona yeni terlik alıyormuş. Nasıl olur da her gece bir çift terlik eskitir diye düşünen Çar, kızının gece yaşantısına bir türlü akıl erdiremediğinden, hayret içinde kalmış. Nihayet, kızının gece hayatını takip ettirmek ve olup biteni öğrenmek için koruma tutmuş. Üstüne üstelik kızının gece serüvenleri üstüne ona gerçekleri anlatana, kızını vermeyi de vaat etmiş.

 

Birçok prens ve levent genç kısmet denerken gece uyuyup kaldıklarından Çara hiçbir sır açamamış ve sabah erken hepsinin kelleleri kaymış.

 

Oysa Çar kızıyla oynaşan bir yılanmış. Korumalara uykuya daldığında gelip kızı kendi evine götürerek oynaştıktan sonra sabaha karşı saraya döndürüyormuş.

 

Saraya Keleş adında bir genç gelene kadar 29 damat adayının kellesi kaydırılmış:

 

– Kutlu Çarım, müsaadenizle, kafamın kesilmesi pahasına da olsa, ben kızınızı koruma ödevini üstlenmek istiyorum, demiş.

 

Gece yarısına kadar uykusunu almak için akşam erkenden kızın kapısının eşiği yakın uzanmış ve horlamış.

 

Gelen gece yarısı gelmiş, kızın kapısını usulca çalmış. Prenses kalkıp kapıyı açmış. Oda birden aydınlanmış, içinde sanki güneş doğmuş. Tam o an Keleş uyansa da, horlamaya devam etmiş. Prenses en güzel elbiselerini ve yeni terliklerini giymiş, el ele tutunup yılanın evine yollanmışlar. Keleş peşlerince yürümüş. Saraydan çıkınca yılanla prenses bir altın çiçek demetiyle oyuna başlamış. O kıza atıyor, kız da demeti geri çeviriyormuş. Keleş bir meşe gölgesine saklanmış ve bir defasında demet yakınına yuvarlanınca, uzanıp almış ve koynuna saklamış. Altın demedin kaybolduğunu fark eden yılan ile prenses kavga etmeye başlamışlar:

 

  • Demedi sana atmıştım. Diyormuş ısrarla yılan.
  • Görmedim. Diyormuş prenses.

Nihayet ikisi de sakinleştiğinde yola koyulmuşlar. Onlar biraz uzaklaşınca, Keleş Çara götürmek için gölgesine saklandığı ağaçtan birkaç yonga koparmaya çalışmış. Kulağına satır sesleri gelen prenses:

  • Ağaçtan bir ses geliyor, Demiş.
  • Korkma, sana öyle gelmiştir. Demiş yılan.

Yürümeye devam etmişler. Az gitmişler uz gitmişler, bir köprübaşına gelmişler. Onlar köprüden geçtikten sonra, Keleş köprüden bir taş parçası almak için köprü altına inmiş. Kulağına yine bir takım sesler gelen prenses ardına dönerek:

 

  • Bu ses nereden geliyor? Diye sormuş.
  • Korkma, sana öyle gelmiştir. Demiş yılan.

 

Yine yola düşmüşler. Az gitmiş uz gitmişler ve köprüsü olmayan, derin bir ırmak kenarına varmışlar.

 

Yılan Çar kızını kucakladığı gibi karşı yakaya atlamış.

Keleş kıyıda, sağ bakınmış sola bakınmış, kimseyi görememiş. Yakınında iki şeytan bir bakır tava, bir büyük şapka ve bir gümüş değnek için ocak başında kavga ediyorlarmış.

 

  • Siz ne için kavga ediyorsunuz? Diye sormuş yüksek sesle Keleş.
  • Şu eşyalar için birbirimize girdik, çünkü onları aramızda paylaşamıyoruz.

Demişler.

Bunu işiten Keleş hemen sormuş:

  • Bunların özelliği nedir ki, aranızda paylaşamıyorsunuz? Diye sormuş.

Şeytanın biri söze karışmış.

  • İnsan bu şapkayı başına koyunca, görünmez oluyor.
  • İnsan şu bakır tavaya oturduğunda, en derin nehri hemen geçebiliyor, diye

eklemiş öteki şeytan.

  • Verin bana bunları ve ben aranızda adil paylaşım yaparım, diye rica etmiş

Keleş.

İnanmışlar ve üç eşyayı da uzatmışlar. Keleş tavaya hemen oturmuş, şapkayı kafasına koymasıyla görünmez olmuş ve gümüş değnekle tavaya vurmasıyla kendini ırmağın karşı yakasında bulmuş.

 

Bu arada yılan ile prenses kıyıdan bir hayli uzaklaşmış olduklarından, Keleş onları zor bulmuş. Nihayet onlara ulaşmış. Neredeyse yılanın evine varmışlar ve içeri girmek üzereymişler. Başına şeytanlardan aldığı şapkayı koyan Keleş yine görünmez olmuş ve arkalarından içeri girip kapı ardına gizlenmiş.

 

Yılan ile prenses yol yorgunluğundan dinlenmek için bir köşeye oturmuşlar. Yılan koynundan bir altın elma çıkarmış, prensese yuvarlamış, o da geri çevirmiş. Altın alma bir defasında kapıya doğru yuvarlanana kadar, oyun devam etmiş. Yaklaşan altın elmayı alan Keleş, cebine saklamış. Yılan ile prenses topu aramışlar. Bulamayınca da tartışmaya başlamışlar:

 

  • Elmayı atsana, neden gizliyorsun, sende olduğunu biliyorum. Diyormuş

prenses.

  • Ben sana attım, sende olmalı. Diye cevap veriyormuş yılan.

Kalkıp aramaya koyulmuşlar ve bulamayınca, Çar kızı:

 

  • Lütfen beni artık saraya götür, demiş.

 

Onlar, saray yola koyulmuş, arkalarından da Keleş ilerlemiş. Derin ırmağa geldiklerinde, onlar bir hamlede, arkalarından Keleş de tavayla geçmiş. Köprüden de geçmişler ve meşe ağacına yaklaşırken, Keleş, izlendiklerini anlamasınlar diye acele edip saraya onlardan evvel varmış. Kapının yanına uzanıp horlamaya başlarken onlar da yetişmişler. Keleş’in uyuduğunu görmüşler.  Yılan prensesle vedalaşmış, onu yatağına yatırdıktan sonra uzaklaşmış.

 

Ertesi sabah, herkes uyandığında, Çar kızının terliklerine bakmış, aşınmış durumlarını görünce hemen sormuş:

 

– Güzel kızım, terliklerin yine param parça, neredeydin?

– Ben bir yere gitmedim, buradaydım. Olmuş kızın cevabı.

– İyi öyleyse, ben Keleş’i çağırtıp, nerelerde gezdiğini, hemen öğreneceğim, demiş Çar.

– Çağırt baba, demiş kız.

Çar Keleş’i çağırmış ve sormuş:

  • Ey, Keleş kızımın gece gece nereleri dolaştığını anlayabildin mi?

Nereleri gezer de terliklerini bu duruma getirir? Diye sormuş.

  • Gerçekleri anladım Çar hazretleri, diye cevap veren Keleş

Prenses bu cevaptan biraz şok olmuş ve

  • Anlat bakalım ne anladın? Demiş.

Keleş, gece yarılarında yılanın prensesi uyandırıp evine götürdüğünü ve yolculuk ayrıntılarını birer birer anlatmış. Söz altın demede geldiğinde, Keleş onu koynundan çıkarıp Çara göstermiş.

  • Böyle olmadı mı? Diye sormuş prensese ve söz altın elmaya geldiğinde,

onu da cebinden çıkarmış ve gösterdikten sonra prensese dönerek:

  • Öyle olmadı mı? Diye bir daha sormuş.

Prenses babasından ve hazır bulunanlardan çok utanmış ve her şeyi doğrulamış:

Doğruları öğrenen Çar kızını Keleşle evlendirmiş. Keleş Çar damadı olmuş.

Çar damadına çarlığının yarısını vermiş. Keleşe kızınla yaşama ve çarlığa hükmetme

Hakkı tanımış.

 

İşite böyle oluyor keloğlan keleşle, Sultan Çarla, kızı prensesle, ayakkabılar terlikle,

fesler şapkayla, çubuklar değnekle vs. değiştirilince. Onlar ermişler muradına…

Reklamlar