Tarih: 07 Temmuz 2018

Yazan: Şakir Arslantaş

Konu: Bu adamlar kaldırım mühendisi değil, Polis!

Öğretmen olsun, çocuklarımıza aydınlık taşısın diye yetiştirdiğimiz kadroları sabahtan akşama kahvelerde karta oynarken gördükçe içim sızlıyor. “Geçmişlerini unutturmak istersen, insanları dağıtacaksın” diyenlerin, çocukları, gençleri ve yaşlıları eğlendirmek için neden bir araya topladığına akıl erdiremedim.

Şimdi Bulgaristan’da yeni bir adet oluştu. Eski polisler 30-40 yıl önce işledikleri suçlardan kendilerini tamamen aklayarak haklı göstermek ve belki de “şerefli” ölmek istiyorlar. Artık halk arasına çıkıyorlar. Kamuoyu oluşturma adımları atıyorlar. Birlikte basın toplantıları düzenliyor, radyo söyleşileri yapıyor. Bu arada “DS” arşivine girmeden kitap ve makale kaleme alıyorlar.
En önemlisi de birbirlerine arka oluyorlar. İşler o kadar ileri taşındı ki, “soya dönüş sürecinde” 1984-1989 baskı ve terör yıllarında, isimlerimiz zorla değiştirilirken, Türklere karşı gerçekleştirdikleri operasyonları anlatıyor ve kendilerini kahraman gösteriyorlar. Zaten bu işlerin böyle olması bekleniyordu. Başbakan Borisov bu gelişmeleri görmüş olacak, “en yüksek emekli maaşının tabanını 960’tan 1 140 levaya yükseltmeyi düşündüğünü açıkladı.
Bizde en yüksek emekli maaşları zaten sivil polisler alıyordu. Böylelikle son 30 yılda gösterdikleri “dayanıklılık” mükafatlandırılmış olacaktır. Bizim polis tayfasının yaptığı “en önemli iş”  1972-1973 Pomakların, 1982’de Çingeneler ’in, ardından ani ve topyekûn bir saldırıyla 1984-1989 yılları arasında 1 253 553 yaşayan Bulgaristan Türk vatandaşın ve fırsat buldukları yerde ölülerin de isimlerini Bulgar adlarıyla değiştirdiler.
Önemli ödüller aldılar. Fakat 1989 yılının 10 Kasım tarihinde diktatör Todor Jivkov Türk baskısına dayanamayıp devrildiğinden dolayı, şöyle gerine gerine böbürlenemediler. Madalyalarını takıp gezemediler. Yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatamadılar. Görevde kalanların işi o gün bu gün tüm devlet belgelerinden, kayıtlardan, yazılardan, gazetelerden, kitaplardan hatta internetten birer ikişer Türklerle ilgili yaşananları söküp çıkarıp çöpe atmak oldu.
Bu dava uzun devam etti. Gizlice yapıldı. Ofislerde çalışanların hepsi sır küpü oldu. Susmaya alıştılar. Yalnız Sofya’da 456 bin kişi bir yandan sözde “işine baktı” hem de bu işleri yürüttü.

Zaman öyle bir geçti ki, artık inden çıkıp, tarih yazma zamanı geldi. Bulgar “DS” polisi kendini galip gelen görmeye başladı. Ne mi yazıyor?

***

Ben önceden (1990’dan hemen sonra) General, Albay ve Yarbayların gece gece, eşlerinden bile korkarak kaleme aldığı ilk kitaplara fazla önem vermiyorum. Buy eserler “biz emir kuluyduk, işimize baktık, üstümüzdekilerin dediklerini yerine getiriyorduk” havasıyla yeni tohumlar ekip,” kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlardı. Kimin sopacı olduğu, kimin ajan ifadelerini değiştirdiği, kimin ajan ifadelerini tamamen uydurduğu, kimin şahsi hesaplarla o gizli işleri birbirine karıştırdığını vs anlayabilmek çok zordu. Yani biz “dosya” mosya oyununa getirilerek 10 yıldan beri aldatıldık. Bütün dosyaları sıksan 1 litre yağ çıkmayacağını anlamayan kalmadı.

***

Şimdi yeni bir durum var. Yeni geliştirilen tezlerde “İç İşleri Bakanlığı görevlileri olarak biz Türklerin isimlerinin değiştirilmesine karşıydık” görüşü yer alıyor ki, bu düşündürücüdür. Henüz çözülemeyen son hesapta demek istedikleri nedir?

Hakikatten Bulgaristan Sosyalist partisi (BSP) gerçekten eriyor mu? Yoksa bir gizli anlaşmaya mı varıldı! Bizde evlatlar babalarının suçlarından yargılanmaz ilkesi geçerlidir. BSP yönetiminde genç kadrolar bollaştığına göre, uzlaşmış olabilirler.

Bu arada, bu gelişmeler adım adım üzerimize gelirken kahvehanelerde pişti oynamaya devam ediyoruz. Düşünmüyoruz demiyorum, ama hangi yöntemle düşündüğümüz belli değil. Bazı günler şekerlemeye gitmeden oyuna devam ederken, “bizim kısmetimiz bizi bulur” sözleri kulakları okşuyor.

***

Bazı kahvehanelerde islenen, Sofya TV yayınlarından “On AİR”ın “Operasyon Tarih” programından koyu milliyetçilik salyaları akarken, 1984 yılından önce İç İşleri Bakanlığı Varna Devlet Güvenliği (DS) Albayı olarak, “Türklerin isimlerinin değiştirilmesi hazırlıklarının durdurulması için birçok rapor ve mektup” gönderdiklerini anlattı. Bu olay bizim için çok önemlidir. Çünkü isimlerimizin değiştirilmesine karşı Bulgar devleti içinden ses çıktığını, sesler yükseldiğini, tepki olduğunu şimdiye kadar işitmemiştik. “DS”, istihbaratın diğer kolları, bakanlıklar, parti devletin hep aynı görüşle ve uyum içinde olduğu fikri hepimizin kafasına zorla sokulmuştu. 30 yıl sonra böyle bir çatlaktan söz edilmesi ilginçtir.

İş İşleri Bakanlığı ile BKP Yönetimi arasında bu konuda yani “soya dönüş süreci” suçunu üstlenme, topluma ve tarihe hesap verme ile ilgili bir zıtlaşma, çatışma, parçalanma olduğunu bilsek de, BSP kurmaylığının içi kıdemli generallerle dolu olduğundan dolayı kesin sonuç çıkaran olmamıştı.

***

Varna “DS” II. Şubesinde (aksi istihbarat) görevlisi olan ve halen “belgesel eserler” yazan Albay Pavlin Pavlov, ulusal  “Darik” radyosundaki söyleşisinde, halen “Soya dönüş süreci öncesi Bulgaristan’daki durum” üstüne çalışmalarını sürdürdüğünü ve “Çekme Şeytanın Kuyruğunu!” başlıklı yeni çıkan bir kitabını tanıttı.

Konu, bundan 30 yıl önce yaşanan ve o dönemin medyasında Karadeniz’in “Altın Kumlar” sayfiyesindeki “Enterternasiyonal” hoteli bahçesinde ismi değiştirilmiş 3 “teröristin” (Bulgaristan Türkü) patlattığı 3 el bombası şeklinde gündem olmuştu. Ölü ve yaralı yoktu. Olay 7 Temmuz 1987 günü olmuştu. İç İşleri Bakan Yardımcısı ve “DS” Müsteşarı Grigor Şopov yönetiminde, Varna, Burgaz Polis Amirlikleri, “bereli güçler” komutanı V. Velev, “komando” güçleri, zırhlı amaçlar ve bir de helikopter Bulgar-Türk sınırına kadar uzanan olaylara bizzat  katılmıştı.

Silistre ili, Ak Kadınlar (Dulovo) belediyesine bağlı Çernolik’den Bulgar ismi Nikola Nikolov (-Türk ismi-Baytar Apti Aptiev – 48 yaşında) ve Eminler (Boil) köyünden zorla verilen Bulgar ismi Neven Asenov (24 yaşında) bu polis operasyonunda araç içinde yanarak ölmüştü. Nikolov’un oğlu olan Orlin ise tutuklandı, hemen idam cezası aldı ve kurşuna dizilerek öldürüldü. İsimleri değiştirilen 3 Türk Bulgar isimleriyle yaşamak istemiyor ve Türkiye’ye gitmek istemişlerdi.
Bu olay o aylarda Plovdiv tren garındaki patlama, Sliven Hotelindeki patlama ve Sofya yakınlarındaki “Bunovo” tünelindeki patlama ve Varna Uçak Alanı bahçesindeki patlama gibi “terör” olayı olarak değerlendirildi ve polis saldırısı amasız oldu. Oysa Türkler isimlerinin ve haklarının iade edilmesini istiyorlardı.

Şöyle bir gelişme izliyoruz. Bu 3 kurbanlarımızın isimlerini şehit düşen, bilinen 37 kardeşimizin listesinde yoktur. Boil ve Çernolik köylerinde aziz hatıralarını yaşatmak için boş tabutların gömüldüğü mezar taşlarına Türkçe isimleri yazılamamış, 1990’dan sonra köy sokaklarından birine isimleri verilmemiş, aziz hatıralarını yaşatması için bir çeşme kurulmasına da izin verilmemiştir.

Türk isimlerimizin geri alınması için verdiğimiz halk mücadelesinde Yüksek Bulgar Mahkemesinin Eylül 1988’de kurşuna dizilmek suretiyle infaz edilen Emin Mehmedali Ali ve arkadaşlarının naşi krematoryumunda yakılmıştı. Onların da külleri ailelerine verilmedi.  Aziz hatıralarını yaşatmak için Burgaz ilinin Dikenli (Trın) köyünde çeşme yapıldı. Çeşme, Yüksek Mahkeme kararıyla yıkıldı.  “Teröristler çeşme hak etmiyor”, dediler.
Bu memlekette “teröristlere” yer yokmuş. İsimlerinin iade edilmesi, anadil ve din hakları üzerindeki yasakların kaldırılmasını isteyenler artık “terörist” ilan edildi.
Bulgaristan’da 30 yılda bu yerleşti. “Terörist” olmayan tek “Türk” hain Ahmet Doğan’dır. Onları yakan, kurşuna dizen, küllerini bile ailelerine vermeyen, unutturmaya çalışan, kurşuna dizen ya da sürgün veya hapsedenlerin hepsi ise “kahraman” ilan ediliyor. Katiller kendilerini haklı çıkarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Kitaplar yazıyorlar, basın toplantıları düzenliyorlar, 30 yıl öncesinin soykırımcılarını ağız dolusu anlatırken memnun olduklarını gizlemiyorlar, onlar Bulgaristan’da yeni gündemi belirliyorlar. Onların, olmayan vicdanı için, isimlerimizi zorla değiştirilmesi, Türk hanelerinin basılması, aydınlarımızın tutuklanması, sürgün edilmesi, öldürülmesi, kayıplara karışması, eve dönmemesi, suç olmaktan çıkmıştır. Sorgu makamı, savcılık, mahkemeler bu dosyaları kapamıştır. Hak arayan açık dava yoktur. Suçlular git gide kendilerini aklanmış hissederken artık duruluyor ve madalya bekliyorlar.

Böylece Bulgar komünistleri son 28 yılda totaliter düzenin en suçlu kesiminin son kırıntılarını da sözüm ona “demokrasi” yakasına sağ salim, sorgusuz sualsiz çıkarmış olacaktır. Bu yöndeki çalışmalar artık tamamlanıyor. Bulgaristan Amerikan toplumunun kölelik dönemine dönmüş oluyor. O zaman ABD’de zencilere karşı işlenen suçlar suçtan sayılmazmış. Beyazlara karşı dava açılamıyormuş. Mahkemeler beyazlara karşı davalara bakmıyormuş. İşte bizde de Bulgarların Türklere, Pomaklara, Çingenelere ve diğer azınlıklara karşı soruşturma başlatmadığı, savcılığın her şeye seyirci kaldığı, etniklere karşı işlenen suçlarda devletin adaleti rafa kaldırdığı, sağır ve kör kaldığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu böyleydi ve böyle devam ediyor. Çok yazık.

Ve biz pişti oynamaya devam ettikçe bu böyle devam edecektir.

Albayın eserde suç olarak gösterilen olay, Türklerin isim değişikliğine tepki göstermesidir. Bu durumda, Eminler ve Kara-esen-köy sakinleri isimlerini geri istedikleri için suçludur. İsimlerini geri alamayınca bir arabayla Türkiye Cumhuriyetine kaçmak istemeleri, sınır kapısının kendileri için özel açılmasını ve ülkeyi terk etmek istemeleri de suçtur. Makamları zorlamak için Hacı oğlu Pazarcık (Dobriç) ten Darin Hristov (12 yaşında) ve Nikola Petkov (15 yaşında) arabalarına almaları da suç unsuru olarak gösterilmiştir. Bu durumda “terör” uygulayan polis haklıdır. Bulgar polisi üç Türki tuzağa düşürüp tutuklamak için, eski BG İstanbul Konsolosu ve Ankara Büyük Elçiliği görevlisi, çevirmen Donço Peev’i, Türkiye Cumhuriyeti Burgaz Başkonsolosu olarak aracı olarak operasyona sokmuş, fakat onu TV’de T.Jivkov’a tercüme ederken gören 3 kişi onu tanımışlar ve oyuna gelmemişlerdir.

Bu kitapta bazı gerçekler ilk kez ortaya çıkıyor.

Bir, isimleri için eşini, ana babasını ve 2 kızını köyde bırakıp Türkiye’ye geçmek isteyenlerin ikisi Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) üyesidir, 21 yaşındaki genç oğlan köyün Komsomol sekreteridir (komünist gençlik örgütü). Askerliğini sınır eri olarak yapmıştır. Yani devletin güvendiği kişilerdir. Köy, BKP örgüt sekreteri aynı sülalede ndir. Ne ki, köyün sakinleri bu 3 kişinin Türkiye’ye kaçmaya hazırlandığını, bunun için Bolyarovo köyündeki sınır birliği deposundan 24 adet el bombası aldığını bilseler de, hiçbir kimse “DS” istihbarat örgütüne ihbarda bulunmamıştır. Bulgar devleti ile Türk köylülerinin arası açılmış ve irtibat kesilmiştir. “3016 Türk ajanımız vardı” diyenlerin, bunlardan kaçının işe yaradığını açıklamalarını bekliyoruz!

İstihbarattan bir Albay olan Pavlin Pavlov kitabında, Hacı oğlu Pazarcık (Dobriç) köylerinden Baraklar’da Necmettin Hak ve arkadaşları tarafından kurulan Bulgaristan’da Türklerin Milli Kurtuluş Hareketi’nin uluslararası terör örgütleri deneyimlerinden yararlanarak “terör eylemleri” düzenlemeyi planladığını ve bu nedenle tutuklandıklarını yazıyor. Fakat Ahmet Doğan’ın bu illegal hareket içine aşılanmasından ve yönetimi ele geçirmesinden sonra sinir başlarının kurutulduğunu, tutuklamalar yapıldığını, onu da halkın gözünde büyütmek için “zindana attıklarını” yazıyor ve onun Türklerin isimlerini geri almak, hak ve özgürlüklerini kazanmak için verdikleri mücadelede Bulgar polisine verdiği hizmetlerin çok değerli olduğunu belirtiyor. A. Doğan, aynı yıllarda Türkiye’ye kaçıp Bulgar zulmünden kurtulmak isteyen pek çok Türk gencini ele vermiş ve tutuklatmıştır. 1987’de hain Doğan’ın eli Silistre köylerine henüz uzanamamış, halkımız kendi içine sığınmış, büyük bir ulusal kavganın başlamak üzere olduğunu, direnişin uzun süreceğini sezmiştir. Türk komünistler ve Çiftçi partililer, “DS” ve BKP saflarından uzaklaşarak, kendi kabuklarına kapanmış ve suskun kitleye öncülük yapmaya başlamışlardır. Bu örnekleri Pavlov’un kitabında Eminler ve Kara-esen-köyde görebiliyoruz.

Anlatılan olayın ayrıntıları bizim için yürekler acısıdır.

Birisi 48, ötekisi 24 yaşında iki kardeşimiz polis, milis, bereli, komando kordonunu geçmeye çalışırken, zırhlı araç tarafından dereye kakılmış, Dere Ağaç sınırına 40 km kala Stranca bayırında kendi araçları “Lada 500” içinde cayır cayır yanarak yanmıştır. İsim, anadil, din, Türk kimliği davamızda şehir olmuşlardır. Yakalanan 22 yaşındaki gencimiz yargı önüne çıkarılmadan idam cezası almış ve infaz duvarında kör kurşunlara hedef olarak şehitlik mertebesine ulaşmıştır. Öz davamızın her kahramanına sahip çıkmak boyun borcumuzdur. Onlar haklı davamız uğruna can feda etmiştir.

O’key masasında bu acı olayları hatırlayanlar var mı bilmiyorum!

Bu dava bugün bile halen noktalanmamıştır.

Mücadelemiz her gün, her an devam ediyor. Yalnız oy vermekle de bitmiyor. Genç kuşağa devretmemiz gündem oluşturuyor. Bön bön bakan gençlerin geçmişimize ilgi göstermemesi çok acı bir gerçektir. Başkasının geçmişi bizim tarihimiz olamaz. Bu işin içinde biz ezilen, mağdur kalan tarafız. Tarihimizi yazmaya çalışanlar kendilerini haklı çıkarırken suçlarını gizleme gayreti içindedirler.

Türkiye’den emekli maaşı ya da sosyal yardım alıp pişti oynamak ya da be lot oynarken yumrukla masa kırmak sorunların hiç birisi işin çözüm değildir. Önce Türkiye Cumhuriyetine devletine sesleniyoruz. Sağlığı yerinde, emekliliği aydınlarımız öğretmenlerimizi, kardeşlerimizi yaz aylarında memlekete Türkçe öğretmeye gönderme zahmetine katlanma zamanıdır.
Yaşlıların olmadığı yerde Türklük bitmez. Gelsinler, kahveyi bizden içsinler. Torunlarına “ha çocuğum git bana bir kutu sigara kap da gel” demeleri yeterlidir. Burada çocuklar dedelerinin Türkçe konuştuklarını işitmeden yetişiyorlar. İstanbul Türkçesinin köylerinde de konuşulabildiğinde inanmak istiyorlar.

Bulgaristan’da bir bekleyiş var.

Bulgaristan’da akrabalar birleşmek, buluşmak istiyorlar. Şehirlerde köylerde, mezarlık ziyaretine gidip birlikte dua etmeyi, bir Fatiha okumayı, selamlaşmayı, sarmaşmayı, el öpmeyi, öptürmeyi bayramlaşmayı bekliyorlar. Büyük Yeni Türkiye İstanbul’da bir iskambil kulübü değildir.

Memleketimizin gölgeleri sizi bekliyor. Buyurun. Asıl muhabbetler buradadır…

Sizi görmeyen düşman yok olduğunuzu düşünmeye başlıyor ve yeni çözümler aramaya başladılar. Haklı olan biziz. Fakat kayıplara karışmışsak, yapacak bir şey yok…

Kozlar sizin elinizde….
Öleceksek, memleket cennetinde birlikte olalım…
Paylaşınız lütfen

Reklamlar