Nafiye YILMAZ

Tarihi okuyup özümseme işi dönüşmeden öteki sosyal alanlarda değişime gidilmesi olanaksızdır. 25 yıldır yerimizde saydığımızdan dolayı herhangi bir şeyi reform etmemiz git gide daha da zorlaşıyor. 2014 ders yılı başlamazdan önce öğretmen ve aydınlar arasında tarih derslerinin yeni kitaplardaki içeriği üzerine tartışma başladı.

Bilim çevrelerinde bu fikir çatışması tarih öğretmeni Dr. Mümün İsov’un  “XX YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA BULGAR TARİH KİTAPLARINDA OSMANLILARIN (TÜRKLERİN) VE OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN (TÜRKİYE’NİN) İMGESİ eserinin yayınlanmasından sonra derinleşti.  /Yıl 2005, Sofya, Balkanlar Genel –Genç Müellifler)  Bulgaristan’da artık yeni yazılan ders kitaplarını gözden geçiren, kabul etme ve etmeme hakkı olan “ EĞİTİMSEL GİRİŞİM MERKEZİ” çalışıyor. Bu merkezin Genel Müdürü Tsvetan Tsvetanovski’ye göre, öncelikle tarih dersleri ve tarihi yeniden yazıp okuma konularında işlerin yola girmesi için önümüzdeki 8 yıl içinde tarih hocalarının hepsinin değişmesi gerekiyor. Yeni kitapların özündeki konuların doğru kıstaslara göre işlenmesi ESKİ BULGARİSTAN anlayışının ÖLÜMÜ demek olacaktır. Bu konulardan birkaçı şunlardır:

  1. Vasil Levki bir komita olarak mı yoksa bir cinayet sabıkalısı olarak mı yargılandı?
  2. Nisan 1876 Ayaklanmasının gerçek yüzü nedir?
  3. Batak şehir müzesindeki kafatasları etraf mezarlıklarından mı toplanmıştır?
  4. Süleyman Paşa Şipka’da kiminle savaşmıştır?
  5. Osmanlı köleliği mi, Osmanlı varlığı mı?
  6. Ruslar kurtarıcı mı yoksa istilacı mıydı? (168 çasa, br. 36, yıl 25)

Tarih gerçeklerinin değişmesi, yalanların ölmesi ve şimdiye kadar anlatılanları bir mezar kazıp gömülmesi anlamına gelecektir. Büyük klasik düşünür Frifrich Hegel (1770-1831) “Ölümün gözüne bakabilen yaşar!” demişti. Bulgar halkı 139 yıllık parmaktan emme tarihinin gömülüp yerine yeni bir tarih yazılmasına, eski tarih hocalarının geçmişin etkisi altında kalıp yeni kitapları ters anlatmasınlar diye görevden uzaklaştırılmasına dayana bilecek mi? Ölümün gözüne bakabilecek mi?

 

Bu işte şimdilik başı çeken Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’tir. O, bu yıl da Şipka Tepesi’nde düzenlenen büyük yıldönümü kutlamalarına para vermedi. Törende yaptığı konuşmasında artık üç defadır “Rus” “Rus İmparatoru”, “Kurtarıcı Rus Ordusu” sözlerine kullanmadı. Bulgar tarihi görüşüne devrimci değişiklikler getiriyor. Bu gelişmeler sonucunda, Süleyman  Paşa’nın Şipka Doruğu’nda Romanya Ordu Birlikleriyle yüz yüze geldiği, Rus ordusunun Şipka’ya çıkmadığı, orada savaşmadığı basına düştü. O yılların Osmanlı Genel Kurmay Başkanı Süleyman Paşa’nın ise, Plevne’den geçip Sofya üzerinden Filibe’ye uzanan Rus Ordusunun yolunu kesmek için Meriç ırmağı boyuna konuşlandığı öğrenildi. Tarih kazanındaki yalanların buharlaşması Bulgar tarih kavramlarından birçoğunun yerinde yeller estirirken, yerine yenileri gelecek.

 

Kitaplar insana gözle görmeyen şeyler üstüne bilgi verir, değerler anlatır. Bu değerlerin doğru ya da yanlış olduğunu yıllar sınar. Bir defa olayların üzerinden bir asır geçmeden tarih yazılmaz. Tarihçiler suyun çekilmesini ve ırmak dibindeki taşların hepsini görmek isterler. Ders kitaplarında ısrar vardır. Akılda tutma, öğrenme, yargıları benimseyip sindirme ve hayat kuralına dönüştürme zorunludur. Bizim okuduğumuz yıllarda kitapta yazılmış olan önemliydi. Kitapları yazdıransa Eğitim Bakanlığı olduğundan, ilk ve son söz hep devletindi.

Biz bugün artık değişik çeviri kitapları okuyarak, olmuş olan, olan ve olacak olan arasında bağ kurmaya çalışıyoruz. Örneğin Süleyman Paşa Şipka Savaşı’nda Ruslarla çarpışmadıysa, o savaşta hiçbir Rus asker ve subayı ölmemişse, o tepedeki anıt nerden çıktı, o heykelin  ardındaki levhada isimleri yazılı “kahramanlar” hayal mi??? Batak “katliamı” olmamışsa ve şimdi yazılıp çizildiğine göre, o müzedeki “kafa tasları” etraf mezarlıklardan toplanmış Türklerin ve Pomakların kelleriyse, İŞİTTİĞİMİZ HAKARETLER İÇİN KİM BİZDEN ÖZÜR DİLEYECEK? Bir de şu var: Aslinda kendisi Sliven Balkanı’ndaki “Medovets” köyünden bir Çingene olan, Nisan 1876 Ayaklanması komitacılarından, Diyarbakır mahkûmu bilinen tarih yazarı Zahari Stoyanov’un yazıp çizdiği her şeyi kabul ediyoruz ve inanmaya çalışıyoruz da, “Havari” kitabında Vasil Levski hakkında Sofya mahkemesinde gereği görüldükten ve ipe çekilerek öldürüleceğini kendi kulaklarıyla işittikten sonra zemin kata indirildi ve ‘başını duvar taşlarına vurarak kendini öldürdü’  sözlerine neden inanmıyoruz? İntihar etmek cehennemlik de ipe çekilmek cennetlik mi?

 

Hakikatten tarihin yeniden okunması, tarih bahçesindeki eşek dikenlerini söküp çıkarmak ve yerine çimen ekerek gelip geçene hava aldırmak gibi bir şey olacak.

 

Bu yapılmadan biz geçmişi geleceğe taşıyamayız. Yalanlar çok oldu ve artık bugünün süzgecinden geçecek gibi değil. Artık yeşerip yapraklanmaya başlayan yeni süreç kafamızdaki delilleri, değer yargılarını, ölçütleri değiştiriyor. Değer yargılarımızı yeni bilgi ve deneyimlerimiz belirliyor. Bu işin püf nokrası “an süzgecinin”  niteliğidir. Geçmiş geleceğe akarken bugünün süzgecinden geçer, bugünün eleğinde elenir. Bu eylemde o an için yararlı ve doğru olan kullanılır ve gelecekte bir işe yarar umuduyla muhafaza edilmek üzere kalan kısım da yoluna devam eder. Bir az soyut oldu. Olayı günlük yaşantımızdan örneklersek şöyle açabiliriz:

 

Geçen yıl ekip biçtiğimiz buğdaydan öğüttüğümüz un çuvalda (paket) içindedir. Un paketi mutfağımızdadır. (Markette olabilir.) Börek açacaksak bir işlem, ekmek yapacaksa başka işlem, mantı için daha değişik bir işlem gerekir. Mutfağımızda hazırlayıp soframıza sunacağımız yeni ürün bu sürecin içinde dönüşür. Un, su, şeker, yağ, yumurta ve daha birçok başka malzemelerle karıştırılır ve bir ihtiyacı karşılayacak duruma getirilir. Bu işte ana madde olan un temiz ve karışımsız korunmuş olmalıdır. Korunurken başka unlarla karıştırılmış, ıslanmış, tarım ilaçları deposunda kalmışsa yalnız koku kapmış bile olsa işimize yaramaz.

Biz okulda Türklerin sözüm ona kötülüklerini, caniliklerini işitmek istenmediğimizden tarih derslerinden kaçıyorduk. Bu bizim yalan tarihe tepkimizdi. Bu tepkinin kuvvet aldığı kaynaksa ana ve babamızın, yakınlarımızın, mahalle komşularımızın, yerli Bulgarların Türklerle olan saygılı davranışlarıydı. Bu durumda kitaptaki kötülük günlük hayattaki iyiliklere, hoşgörüye, iyi komşuluk ilişkilerine yenik düşüyordu.

 

Büyük tarih de böyledir. Geçmişte olup bitenlerle ilgili bilgiler çarpıtılmışsa, olayların tarihleri, kahramanlarla katiller ve hainler yer değiştirip kanıtla birbirine karışmışsa tarihi anlamak zor olduğu kadar bir de tiksinti verir ki, bilgi alma gözeneklerimiz kapanır ve bilinç kilitlenir.

 

Bu konuya devam ederken, gelecek yazılarımızda Nisan 1876 Ayaklanması’na katılan komitalardan biri olarak katılan Zahari Stoyanov ile bir Amerikan gazetecisinin aynı olayı nasıl anlattığını karşılaştıracağız.

 

Bir önsöz niteliğinde olan bu yazımda şöyle bir konuya da değinmek istiyorum. Öteden beri hep yazan fakat bakış açısının değişmesiyle yeni konulara girmek istemeyen bazı kalemler,  aynı tarihsel olayın yeni ve eski anlatım tarzını birlikte yaşatmak istiyorlar. Amaçları şu dönemde gerçekleri alt üst ederek anlatan tarih anlayışında hiçbir şeyi öldürmeden yaşatmaktır. Bu olabilir mi? Şöyle düşünelim: Rus Generali Gurko 1878’de Şipka Tepesi’ne çıkmamış, orada Rus askeri ölmemiş ama tarihsel bir heykel dikilmiş, şehitler kabri yapılmış, ebedi ateş yanıyor. Bu olayın Rus askerlerinin kahramanlığı açısından baştan sona saçmalık olduğunu söylediğimizde, “Şipka”ya adanan binlerce şiir, ese, öykü, kahramanlık romanları, destanlar ne olacak!? Tüm kitapçılardaki, kütüphanelerdeki  binlerce cildin içinden ağızdan ağırı kesicisiz diş çeker gibi çekip çıkarılacak ve “biz ulusumuzu bu yalanlarla zehirleyemeyiz” bilinciyle yakıp kül edilecek mi? Bu yalan dünyanın yaratılmasına harcanan paralar ne olacak?

 

Olaya şimdiki zaman deliğinden baktığımızda, Cumhurbaşkanı Plevneliev bu boş iş ödemelerini kesti de iyi yaptı, fakat aşırı milliyetçilik ve ırkçılık açısından Bulgarsızlaştırılmış bir tarih yaratılması için hepimizin dinlendirilmiş yani yatışmış yani kötülükten ve düşmanlıklardan arındırılmış bir tarih yazımına, birliktelik öyküsüne ihtiyacımız var.

Bir de şöyle bir sorun var. Yeni tarih çarpıtılmış olan tarihi tamamen ret ederek yazıldığında, Osmanlı gerçekliğini Moskova ya da o zamanlar Viktor Hügo’nun Fransası ya da Başbakan İsraili’nin İngiltere’si açısından değil, Bulgarların saadete gelen samimiyeti açısından yazıldığında, bu tarihi kabul ediyoruz, istemlerine ve ortak değerlerine uyacağız andı ne üzerinde içilecek? İncil ve Kuranı Kerim üzerinde olmaz, yeni Anayasamız Avrupa Birliği anayasası olacağına göre onun üzerinde de olmaz- bir demek gül üzerinde – kabul ederler mi, dersiniz?

Gerçek şudur: Kabullenmek hep zor geliyor.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim

Devam edecek.

Reklamlar