Neriman ERALP

Bundan tam 25 yıl önce 6 Mayıs 1989 sabahıydı.

Bayram ertesiydi. Gece boyu bereket yağmuru yağmıştı. Mayıs havasında gönüllere dolan farklı bir hava vardı. Mustafa Ömer öğretmen tarafından kurulan ve yönetilen yarı legal mukavemet örgütü Demokratik Lig direniş hazırlıklarını tamamlamıştı. Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlükler mücadelesini yeni bir boyuta ve savhaya taşımak için AÇLIK GREVLERİ başlattıyordu.

Demokratik Lig örgütü, “Belene” ölüm kapından sonra, Vratsa ve Mihaylovgrad (Montana) ili Bulgar köylerine dağıtılmış ve kısa bir sürede Bulgaristan Türklerinin yaşadığı bütün köy ve kasabalarla irtibat kurup örgüt ağı oluşturdu.

Lig saflarında 3 binden fazla Türk birleşti.

Direniş örgütünün Tüzük ve Programını kabul etti. Ayaklanmaya çok geniş bir bölgede ve inanmış, cesur ve kararlı kadrolarla gidiliyordu. Direnişin ilk uygulama biçimi olarak açlık grevi seçildi. 6 Mayıs 1989’da Deliorman ve Gerlovo’da grevlerin başlaması kararlaştırıldı. Hakları ve özgürlükleri uğruna açlık grevlerinde ölmeye geniş bit köylü kitle oluştu. Büyük yolculuğun yeni başkaldırı aşaması böyle başladı. Halkımız totaliter tirana karşı ayaklanıyordu. Kötülüklere, ayrılıklara, baskı ve teröre sabırla dayananlar daha iyi bir yazgıya artık gerektiği gibi hazırlanmıştı.

Herkes kendinden emin ki. Her şeyini dava uğruna feda etmeye hazırdılar.

Kurtuluş denen alın yazısına götüren yol direniş olacaktı. Korku sınırı aşılmış, savaşçı Türklerin gözü kararmıştı. Saflarını sıklaştıranlar maddiatlarından sonra manevi değerlerini – isimlerini, ana dillerinde konuşma, yazma yazışma haklarını, Türkiye’deki akrabalarıyla görüşme, haberleşme, ziyarette bulunma, Türk gibi sevme ve yaşama hakkını, tüm geleneklerini ve yaşam tarzı özelliklerini, özgün kültürlerini yitirmiş, şu hiçbir esasa dayanmayan totaliter yasaklar dünyasında daha fazla yaşamak istemiyorlardı. Kendini insanlık tarihinde en insancıl, en adil, en demokratik toplum düzeni olarak tanıtan sosyalizm totaliter baskı ve terör, zorba ve yaptırımlar rejimine dönüşmüş, etnik kimliklerini eriterek yok etmeyi, hepsini bulgarlaştırmayı denemiş ve çok can almış ve yakmıştı.

Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının öz geçmişlerini, İslam tarih, yaşayış biçimi ve geleneklerini, konuştukları dili bile yasaklamıştı.

Sürgünlerde sürünen, ceza evlerinde kapalı tutulanların aileleri zor duruma düşmüş, parçalanmış, hayat ateşten gömlek olmuştu. Onların hepsinden gönüllü köle olmaları, kimliklerini unutmaları, ağızı var dili yok varlıklar olmaları isteniyordu. Bulgaristan Türklerinin tarihinde kölelik yoktu. Şanlı bir geçmişten geliyorlardı. Soyları defalarca devlet kurmuş, iktidar olmuş, savaşlar kazanmış, hayatın hep ön saflarında yürümüştü. Diğer etniklere ve halklara örnek bir hayat tarzıyla yaşayagelmişlerdi.

İyi insanların en iyilerinden olsalar da başlarına gelmeyen kalmamıştı.

Her şeye rağmen, hiç kimseden hiç bir şey istemeden yaşayabilmeleri mümkündü. Yaşadıkları topraklar kendilerinindi, iş açmada, yuva kurmada, komşulukta eşleri yoktu. Son yüz yılda kendilerine karşı uygulanan Türk düşmanlığı, Türklüğü unutturma, hafızalararını boşaltıp yıkama, gasplar, kışkırtmalar, komplolar, aşırılıklar, eziyet ve kabaran tepkinin periodik dışa göçle kırılması artık canlarına tak demişti. Onlara karşı “soya dönüş” adıyla 5 yıldan beri uygulanan kanlı baskı ve zulüm politikası hepsi için ateşten gömlekti.

Kaybedecek hiçbirşeyleri kalmamıştı.

Okulları kapanmış, külüplerinin kapısına anahtar takılmış, okuma yurtları yasaklanmış, tiyatroları dağıtılmış, gazete ve dergileri çıkmıyor, radyoları susturulmuş, daha önce basılan Türkçe kitaplar toplatılmış, aydın, öncü, militan Türkler içerideydi. Açlık grevlerini başlatanlar iktidarın gözünde “çılgın bir kalabalık”tı. Ne istediklerini bilmeyenlerdir.

Yönetenler her zaman ve her yerde haklı olmaya alışmıştı.

Ruhlarını satmış üç beş kişi iktidardan yana olduklarını gizlemiyordu. Ara sıra “gösteri mahkemeleri” düzenleyen iktidarın Tük savcıları da olsa, gerçekleri konuşmayanlar azaldıkça azalıyordu. Milisler her yerde gece sabaha karşı ev basıyor, biz birisini tutuklamışsak, suçlu olduğu için tutuklamışızdır saçmalığını zorla kabul ettirmek için tüm işkence biçimlerine başvuruyordu. Ahmet (Doğan) gibi ajanların ele verdiği ve “DC” adlı gizli sivil polis tarafından içeri atılanların suçsuz olabileceğini düşünmek ayrıca suçtu. Tutuklanan otomatikman suçlu oluyordu. Tutuklanıp da salıverilen olmadı.

Tutuklayan, suçu ispatlamak zorunda değildi. Türk olmak tutuklanmak için yeterliydi.

Camiye gitmek, Allah adaletine inanmak da tutuklam için yeter de artardı. Demokratik Lig adına ayaklanmaya davet edenler büyük bir güvenle karşılandı. Halk onları son derece duru, politika ateşinde yanmış, kavrulmuş kişiler olarak bağrına bastı. Onlar, Türklük davasına inançları ve vicdan temizliği açısından pırıl pırıl öncülerdi. Konuşmalarında son derece etkileyiciydiler. Halkın kendilerine tamamen inandığını ayaklanmanın bütün Bulgaristan’ı sarması da bütün dünyaya gösterdi.

İsyan öncüleri halkla güzel Türkçemizle konuşuyor, ana dilimizde hitap ederken çekinmiyor, anlattıkları her söz herkesi yüğülüyordu. Hazırlanan açlık grevlerinin hedefinde objektif olarak halkı saran, gönülleri ateşlemiş olan, kaçınılmaz genel ayaklanma kapısını aralamak ve açmaktı. Ana amaçlardan biri de “Hür Avrupa”, “Hürrilet”, “Bi Bi Si” ve Ankara ve İstanbul Radyosuları aracılığıyla Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının Bulgar isimlerini kabul etmediğini, T. Jivkov’un totaliter rejiminde yaşamak istemedini, isimlerini, dinlerini, okullarını, özgün kültürlerini ve Türk azınlığı olarak kendi adet ve geleneklerine göre yaşamak arzu ettiklerini bütün dünyaya duyurmaktı. Açlık Grevleri Genel Ayaklanma yolunu açtı ve başarılı oldu. Mayıs 1989 Ayaklanması Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının özgün tarihinde en önemli ve en etkili olaydır. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin yani tüm Müslümanları hak ve özgürlükler davasında birleştiren, kenetleyen ve güçlü kılan kutsal isyandır.

Düşmanın tank ve topuna karşı yenilmez ulu bir ruhla, ellerinde iş aletleri, çapa ve kazmalarla ayaklandılar. Tank zincirleri altında kalanlar yılmadı. Göğüsleri “Kalaşnik” kurşunlarıyla denilenler pes etmedi. Bu ayaklanma Bulgaristan’da yaşayan Türklerin yalnız zulüm çekerken değil, düşmanla çarpışırken de tek yürek olduklarını kanıtladı. Amansız ve gadarca saldırılarla, silah gücüyle ve 500 000 Türkün evinden, köyünden, Vatanından kovulmasıyla bastırılan bu Büyük Türk Başkaldırısı, Bulgar demokratik hareketi için bir çalar saat oldu. 1989 Mayısında Bulgaristan

Türkleri ayaklanmasaydı, totalitarizmin zalimliği devam edecek, demokrasi hayata çağrılamayacaktı.

Mayıs 1989 İsyanında 37 kişi kurşunlanarak öldürüldü. Gösteri ve mitinglerde yaralananları bir çoğu İstanbu Çapa Hastahanesinde ameliyat edildi, tedavi gördü. Türkiyedeki kardeşlerimiz, soydaşlarımız, derneklerimiz, federasyonlarımız, bütün Türkiye her an yanımızdaydı. İsyanın öncüleri Belgrat, Viyena, İstanbul vb. yerlere kovuldu. Mustafa Ömer ve arkadaşları Bulgaristan Türklerini ve Ayaklanmayı aynı Yılın Ağustos ayında Paris’te düzenlenen Avrupa İnsan hakları konferansında temsil ettiler, haklı davamızı bütün Avrupa’ya ve dünyaya duyurdular. Ne yazık ki, Büyük Ayaklanmamızın özü sistemli kovuşturmalarla hainlerle polisin işbirliğiyle giderek boşaltıldı. Ön saflardaki kahramanlarımız, halk topluluığumuzun Türklük bilinciyle yüklü olan kesimi ülkeden kovulunca, toplumsal yaşamdan dışlanınca, bize öteden beri zulüm eden totaliter baskı rejimi işi elden bırakmadı. Gizli gizli yetiştirdiği Türklük ve İslam davasına ihanet etmeyi kabullenmiş olan kadrolarını değişik komplolarla ve özellikle göçle boşaltılan sahneye çıkardı. Ahmet (Doğan) gibi gizli polis beslemelerinden “lider” yaptı. Büyük bir hevesle, azimle, kararlılıkla ve atılımla saflarında toplandığımız Hak ve Özgürlükler davamız hayinlere çökertildi. 25 yıldan beri haklarımızı elde edemedik. Halen yolumuz kesilmiş durumdadır. Hainlerin, 25 yıl sonra, artık Saraylarda yaşayan hainlerin son sözü şudur; “Yok şu özgürlüğümüz, yok bu özgürlüğümüz; hak ve özgürlük sizin neyinize?” Özgürlük isteyen Bulgaristan’ı terk eder. Ve 2.5 milyon yurttaşımız ülkeyi terk etti.

Şimdi 25 Mayısta seçim geliyor. Oy alamazlarsa Sarayları terk etmek zorunda kalacaklar. Başka yapacak hiç bir şeyler kalmadı. Mayıs 1989 İsyanını gerçekleştirenlerin torunları olan bizler, Bulgaristan Türk gençliği A. (Doğan) gibileri yalnız Kurultay kürsüsünden değil, saraydan da atmaya hazırlanıyor.

Suskun Ayaklanmada beraber olalım. Bu defa da zafer bizim olacak!

Yaşasın Mayıs 1989 İsyanımızın kutsal anısı! Tüm şehitlerimizin aziz hatırasına, AMİN!

Reklamlar