mustafa 220 Mustafa KAHRAMAN

Konu: Türkiye sözüne sadık bir devlettir.  Korkulacak hiç bir şey yok.

Bulgaristan, halkın gözünde, Müslümanlara ve İslam’a karşı daha büyük bir bostan korkuluğu dikmeye çalışılıyor. Hani Harmanlı’yı geçince ve Mustafa Paşa’ya (Svilengrad) varmazdan önce yolun sol tarafındaki tepeye dikilmiş haç bir işe yararmış gibi bir şey. Boş işlerle uğraşmak, Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) eski Başkan Yardımcılığı’ndan Osman Oktay’da Türkiye sınırındaki Bulgar milli çıkarlarını savunmaya soyunan bir yorumcu oldu gibi. Her konuya tuz biber olmaya çalışırken, her zaman olduğu gibi yine dili uzamaya başladı. Dün öyle, bügün böyle anlayamıyorum bu ikiyüzlülük niye. Asıl sorun akıl hocası kim?

Bulgaristan TV yayınlarına çıkarılan bir Türk’ün Türklere, Müslümanlara ve İslam’a karşı konuşması Bulgar milliyetçilerin yüreğine yağ bal oluyor. Bulgarlar bunu hep yapıyorlarda biz Türkler de artık uyanık olmalıyız. Hele bu kaymaklı mamaya HÖH partisi mutfağından aşırılan baharatlardan bir iki tutam atınca yeme de yanında yat.

Bir ara, O.Oktay “bir kitap yazıyorum, yazdım ve yakında hepsinin kirli donunu ipe sereceğim” dese de, baharat tüccarlarının şifalı otları tutam tutam sattığı gibi, o da bildiklerini anlatmaya bir türlü kıyamadı ya da ilk şeklini okumaya verdi ve geri aşamadı. Bizde olur böyle şeyler.

O da, tatil ayı Ağustos’ta düşünmüş taşınmış olacak ki, onu “NOVA TV” ekranında “Türkiye – Bulgaristan Sınırı ve Sığınmacılar” gibi Başbakan Borisov korosunun “Güz 2016” repertuarında  “Sığınmacılar” solosunu söylerken, doğrusu tuhafına gitti. Ondan beklemezdim. Sağlık ocağı iğnecisi olan bu “siyasetçi” her konuya nane olmaktan heves alıyor. Söyleyeceklerini önceden ezberleyip tenekeden mısır döker gibi teker-teker takır-takır döküyor. Bu defa da ağzını açtı gözünü yumdu: “Müslüman tehlikesi”, “İslam dehşeti”, “bizde de 1.5 milyon da yerli Müslüman var”, “500 bini birden sınıra dayanırsa?” telaşına düşmüş ki, sesi titriyordu. Kuşkusuz bu olumsuzlukların en kötüsü, en başında geleni de, Türkiye’yi Recep Tayip Erdoğan’ın yönetmesiydi.

Siyaset yorumculuğundan geçinen Oktay Bey’in bir de düşünme tarzı olsa canım kurban!

Hafta sonunda sığınmacıların tel örgümüzü delebileceği tehlikesini aynı stüdyoda yorumlayan gazeteci Bayan Elena Yonçeva kadar olamadı. Moskova’da Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü bitiren, “Neden ve Netice” mantığına göre analiz ederek sonuçlar çıkaran Bayan Yonçeva “sığınmacılar konusunda fazla istekte bulunmaya ve gürültü kaldırmaya hakkımız yok. Çünkü Burgaz limanından kalkan gemilerimiz Orta Doğuya silah taşıyor.

Burgas hava limanından kalkan uçaklar patlayıcı ve silah taşıyor.” dedi ve öyle devam etti:  “Bu silahlar o masum insanları öldürüyor. Bombalar evlerini yıkıyor. Hastaneler okullar havaya uçuruluyor ve onlar da topraklarından kaçıyor.” Gazeteci Bayan Yonçeva’nın “Onların ahlakına göre, bir ailenin babasını katleden, başsız kalan kadınlara ve çocuklara bakmak zorundadır. Bu onların dünya görüşüdür. Onlar suçlu gördükleri Avrupa’ya gidip, hadi biz geldik bakım bize diyorlar.” Sözleri demokratik kamuoyunda patladı.

Osman, Bayan Yonçeva’nın küçük parmağından kestiği tırnak ucu kadar olamadı.

***

Bulgaristan’dan Göçler – eski yara.

1878’de Bulgaristan Prensliği nüfusunun yarıdan fazlası Müslüman-Türk, Bulgarlar azınlıktı. Oktay’a göre, bugün sayımız 1.5 milyona düşmüş. 710 bin Türkiye’de sığınmacıyız. Gene 2.2 milyonuz demek. Ne var ki, ona göre, 500 bin sığınmacı Müslüman Türkiye sınırını itip gelirse, durum değişecek. Bana göre, panik yapmaya gerek yok. İnsan yiyecek ekmeği olduğu yere gider. Kanımca, yaratılmak istenen panik, 6 Kasım 2016 seçimleriyle ilgilidir. O, seçim oyunlarını iyi bildiğinden angaje olmuş olabilir.

Seçim ateşi yakılıyor mu?

6 Kasım 2016’da yapılacak Cumhurbaşkanı seçimi ve 3 sorulu halk oylamasına 2 ay kalsa da bizde seçim ateşi henüz alevlenmedi. Hak ve Özgürlük Partisi bu defa da aday göstermek niyetinde değil. Ahmet inde ve sesi çıkmıyor. Etrafta dolaşan M. Karadayı’nın Bulgarcasını kaba bulan Bulgarlar, söylediklerine kulak vermek istemiyorlar. HÖH seçime direk katılmak istemediğinden, Müslüman seçmeni ateşlemek için köpek havlatmaya da gerek görmüyor.

Bu seçimde sanki seçmene paydos vermiş…

Bulgaristanlı Türk, Pomak ve Çingene Müslümanlar bu defa DOST partisini bekliyorlar. Türkiye’deki sivil toplum örgütleri, derneklerle birlik olup ortak bir adayda birleşmemiz gündem oldu. Herkes müjdeli haber bekliyor. Lütfü Mestan, aman şu mahkeme kâğıdını alsın eline ve çıksın karşımıza, iki tüfek patlatıp, gönül dolduran bir konuşma yapsın diyorlar. Seçim ateşinde şöyle bir parlamak, şöyle bir tütmek var ya, hani bizim meşeler çatır çutur patlarken çıkan bir ses, bir koku var ya, insanımız onu koklamak, işitmek, yüreklenmek ve bu defa kendisini feda etmek istiyor…

Bizimki, boş olsa bile, işte böyle bir bekleyiş işte…

Sığınmacılar hedefi olan insanlardır.

Bu defa, ne dediği pek anlaşılmayan, camiye gitmese de, kendisi sünnetli bir Müslüman olan Osman Oktay ekranda: “Müslümanların Bulgaristan’a sığınması güvenliğimiz ve geleceğimiz için tehlike oluşturamaz, işte biz artık 600 yıldan beri beraber yaşıyoruz, geçinip gidiyoruz.” Diyemedi. Bu fırsatı değerlendirmesi gerekirdi. “Müslümanlardan da iyi adam var!” diyebilirdi ama demedi.

Oysa çok konuştu da, Avrupa’daki durum hiç de onun anlattığı gibi değil.

Bir defa Rusya’da 25 milyon Müslüman yaşıyor.

Bunların hepsi doğduğu toprağı öpen, işleyen, ekip biçen kardeşlerimiz. Haksız ayaklandıkları işitilmiş mi? Avrupa’nın en büyük camilerinden biri onlarındır, Moskova’da! Baş Müftüleri 7 dil biliyor. Başlarında.  Tataristan’ı, Kazan, Başkurdistan, Güney Ural, Volga Boyu ve Kafkas Müslümanlarını Nogay, Balkar, Karaçay, Çeçen, Dağıstan vsy. gidip görse iyi olur, insan ne kadar çok Müslüman kardeşle kucaklaşırsa o kadar açılır, ne kadar büyük camiye girerse zihinsel yüceler, yüksek minarelere çıktığında yüreklenir, kanatlanır… Gidip bunları bir görse iyi olur.

19.yüzyıl savaşlarında yorulmuş, nüfusu yaşlanmış olan Avrupa’ya daha fazla genç Müslüman gelmesini normal karşılarsak iyi olur.

Müslümanlar gitti yere hayır ve bereket götürür.

Onlar eski kıtaya yalnız kendi ayakkabıları ve başörtüleriyle değil, kendi gelenekleriyle, ellerindeki nasırlarla, aile içi münasebetleriyle, dini inançları ve yaşam kuralları, üstün bir Türk-İslam ahlakıyla geliyorlar. Akdeniz’i ve Ege’yi nasıl geçtiklerini, el ele verip Yunan kıyılarından Kuzey Denizine doğaya ayak uydurup nasıl yürüdüklerini gördük.

Nedenler çok farklıdır.

Onları samimi ve saygılı karşılayanlar, yüz çevirenler oldu. Sığınmacı olarak gelenler Avrupa’da yerli dili öğrenmek, çalışmak, bulundukları ortamın kurallarına uymak, çocuklarını iyi okullarında okutmak ve aynı zamanda kendi ahlak kuralları ve alışkanlıklarıyla yaşarken milli kimliklerini koruyup Müslüman kalmak istiyorlar.

Göçlerin sosyal ve politik kökenleri ve nedenleri var.

Şimdiki göç süreci bir yere kadar da, emperyalizmin sömürge sisteminin dağılmasından, hele de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki gelişmelerden arttı. Avrupa ülkelerindeki iş gücü ihtiyacını karşılamakla başladı. “Arap Baharı”, Afganistan, Irak ve Suriye savaşları, Afrika çöllerinin sürekli Kuzeye kayması ve insanları Akdeniz kıyılarına sıkışması göçleri tırmandırdı.

Bu konu, Bulgaristan’da yorumlanıp tartışılırken, ekonomik nedenlerden kaynaklanan göç dalgasının 2.5 milyon Bulgaristan vatandaşını da Batıya uçurduğunu, 700 bin kardeşimizin Türkiye’de çalıştığını dikkate almak istemiyoruz. Burada, önemli olan dışarıdan bize gelmesinler. Memleket baştan başa eşek dikenliği oldu, görmek isteyen yok…

Savaşlar kadar tehlikesi yeni nedenler var.

Siyasi ve çevreyle ilgili literatüre “iklim göçleri” diye bir terim girdi.

Amerikan NASA iklim araştırmaları merkezi 1989 – 2012 yılları arasında Yakın Doğu ülkelerinde son 12 asrın en şiddetli kuraklık ve sıcağı yaşandığını saptadı. İklim faciası bölgedeki iç savaşların nedenlerinden biri olarak değerlendiriliyor. 20. asrın kitlesel göçlerine gerekçe olarak gösteriliyor. Örneğin, Suriye’de savaşın patlak vermesinden önce yüz binlerce aile Şam, Halep ve Homs şehirleri çevresine taşınıp yerleşmişti. Bilindiği üzere, 2011 yılında Şam’da BAAS partisi hükümetine karşı ayaklanmaya sosyal temel bu göçmenlerin sorunlarıydı.

Yorumlarında O.Oktay’dan şu verileri kullanmasını rica ediyoruz.

Göç sorunu öyle sigara dumanına sarıp saklanacak bir sorun değildir. Bu bir Dünya sorunudur!

Bir defa, kıtadan kıtaya göçler bir Bulgaristan – Türkiye ya da yalnız Türkiye – AB olmaktan çoktan çıktı. Müslümanlar dünyasını, Türk dünyasını, tüm dünyayı, hele eski kıtayı baştan başa ilgilendiren bir problem oldu. “Müslüman işgali, sığınmacı seli baskını” vb kavramlar ters algı uyandırır. Son hesap ise dünyamızı savaşa iter.

Rakamlar konuşuyor:

Alman hükumetinin resmi açıklamalarına göre,  2007’de bütün Avrupa’da 53 milyon Müslüman vardır. Bunlardan 16 Milyonu AB ülkelerinde, 25 milyonu da Rusya Federasyonu’nda yaşadı. Yani bundan 9 yıl önce de Avrupa ülkelerinde Bulgaristan nüfusundan 3 defa daha fazla Müslüman yaşıyordu. ABD nüfus araştırma ajansı PEW verilerine göre, 2010 yılında Batı Avrupa’daki en büyük Müslüman kitle Almanya’daydı.  (4.8 milyon kişi ve nüfusun % 5.8’i Müslüman’dı) İkinci sıradaki Fransa’da 4.7 milyon Müslüman nüfusun % 7.5’iydi.

2016’da AB’de ve bazı ana kentlerindeki durum ve eğilim:

  • 1990’da % 4 olan Müslüman nüfus, 2010’da % 6 iken, 2030’da % 8 olacak..
  • Müslümanlar büyük şehirlere yığılıyor. Paris’te 1.7 milyon; Londra’da ise 1 milyon

Müslüman nüfus yaşıyor. Aynı zamanda Batı Avrupa’nın bazı ana kentlerinde Müslüman nüfus oranı oldukça yüksektir: Amsterdam da nüfusun % 14’ü; Antverpen’de % 16,9’u, Brüksel’de % 25’i, Birmingam’da % 26,9’u, Marsilya’da % 25’i, Stokholm’da % 20’si ve Koln’de % 12’si Müslüman’dır. Sofya’da da 25 bin Müslüman yaşıyor. Batı Avrupa’da Brüksel’in “Malenbeck” ve Paris’in “Sen-Deni,” Berlin’in “Kreuzberg” semtleri gibi büyük  semtlerdeki Müslümanlar kalabalıktır. Müslümanların bu yerleşim yerlerinde camileri, cem evleri, dernekleri, pazarları, kahve ve pastaneleri, lokantaları, okulları, araştırma merkezleri, iş yerleri, TV programları, dergi ve gazeteleri vb vardır. Avrupa toplumuna yerleşen Müslümanların yerel idarelerle, belediyelerde, sendika ve partilerde görevler aldığı, vatandaşlık hak edenlerin seçime katıldığı, meclis üyesi olduğu bilinir. Günümüzde Londra Belediye Başkanı bir Hindistanlı Müslüman’dır.

Eski göçler:

Avrupa’da günümüzde 2. ve 3. kuşak Müslümanlar var. Avrupa kültürel ortamına artık iyice yerleşmiş ve uyum sağlamış olması gereken yeni kuşaktan söz ediyorum. Saldırgan propagandaya hedef olanlar var. 2012’den sonra DEAŞ saflarında savaşmayı arayan bir ruh hali içine düşenler hatta bu terör örgütünün Avrupa ağlarına takılarak Fransa, Almanya, Belçika ve İngiltere gibi ülkelerde terör olaylarına karışanları gördük. Bu durum çok derin sosyal ve psikolojik analiz gerektirirken, toplumsal bataklık birikiminin sık elekte süzülmesini zorunlu kılan yeni durum belirdi. Her sığınmacı ya da savaş kaçağı, çevreyle ilgili göçe zorlanmış kişiler terörist değildir. Onları topraklarından koparan mağduriyet ve zordur. Hele Müslüman biriyse teröre bulaşmamaya özellikle gayret eder. Korku kışkırtmaya gerek yok.

Yeni sığınmacı akımları olmayacak diye bir şey yok.

Yakın Doğu’dan, özellikle de Türkiye’deki sığınmacı kamplarından, bilhassa Arap ülkeleri ve Türkiye’deki nüfus patlaması sonucu yeni bir sığınmacı akımının hareketleneceğini beklemek doğal kabul edilebilir. Yaşama elverişli toprak karası % 7 olan, nüfusu her yıl 2 milyon artan ve artık 90 milyonu aşan Mısır’dan bir göç kafilesinin yola çıkmasını beklememek yanlış olur. Savaştan önce 22 milyon nüfusu olan Suriye’den, 35 milyon nüfuslu Irak’tan, 40 milyon nüfuslu Cezayir’den kaynaklanan göç dalgasının, toplam nüfusu 400 milyon olan bütün Arap dünyasından da hareketlenmesi muhtemel sayılmalıdır. Bu gerçeğin ana tetikçisinin günümüzde yerel savaşlar olduğunun tanıyız. Kuşkusuz savaş nedenlerden en önemlisi ama sadece biridir.

Büyük tehlike Osman Oktay’ın gösterdiği yerde değildir.

Oktay gibi ucundan siyasi yorumcular, göç konusunda, burnumuzun dibinde olan Akdeniz havzasındaki demografi faktörün belirleyici rolünü görmezden geliyor. Tarihte “su savaşları” olduğunu sanki bilmiyor. Şimdiki Yakın Doğu savaşlarının gerçek adının da “akaryakıt savaşı” olduğunu pas geçiyor.

Varsa yoksa Türkiye, Ankara, Erdoğan ve “Büyük Tehlike”.

Neredeyse sınır tellerine takılan tavşan ve tilkilerden Sayın Erdoğan sorumlu…

Dünyayı ters yorumlamaktan ters sorunlar çıkar.

Yanlış propaganda halkları böler, etnikleri birbirine düşman eder, devletlerin arasını açar. Yeni gerçeklikleri eski kavramlarla, basma kalıp ifadelerle ve güzlerimize siyah gözlük takarak ya da ona buna yaranmak için doğru yorumlayamayız.

Kucağında çocuklu bir sığınmacı genç kadını durduran, eli silahlı askerin toleranstan söz etmesini kabul edemeyiz. Müslüman sığınmacılara domuz eti servis edilmesi ve bunlara benzeyen binlerce örnek hiçbir olayı kendiliğinden çözecek durumda olmadığı gibi, AB sınırlarının kale duvarlarıyla çevrelenmesi de çözüm olamaz. Çünkü tarih bu dönemleri çoktan yaşadı.

Sığınmacı sorunları AB’den para koparmak için araç olmamalıdır.

Oktay, Türkiye – Bulgaristan sınırında “sığınmacı seli” gerginliğinden söz ederken, “15 Temmuz’da siyasi istikrarsızlık yaşayan Türkiye’nin yeni bir hareketlenme halinde bu seli durduramayacağı” endişesini paylaşırken, neredeyse alarm çanları çalıyor. Bir defa insanoğlu olmamış olandan korkmaz. Üstüne bizim atalarımız, kötü olanda bile bir hayır vardır, dememişler mi?

Pompalanan endişe Başbakan Borisov’un “Yavuz Sultan Selim” köprüsü açılışında Berlin’de Başbakan Merkel ile görüşmeye taşıdığı havada da vardı. Bu havayı o “Franckfurter Algemaine Zeitung” gazetesine verdiği demeçte yaşattı. Her yerde ve her zaman Türkiye-Bulgaristan tel örgülü sınırını güçlendirmek için para istedi. Bu sınıra 3 metre duvar az gerildi. Denizden yeni sığınmacı akımına karşı modern zırhlı botlar alındı. Bulgar ordu birlikleri sınır muhafızı oldu. Tüm bunlara şimdi 10 metre arayla 2 kat daha tel örgü eklenmesi sayıklanıyor. Korku dağları besler mantıyla konuşanlar, 8 metre geniş ve 4 metre derin içi su dolu hendekler sayıklamaya başladılar.  Bazı yamaçlara duvar örülmesi vb istekler eklendi.

Merkel ile görüşmelere 28 AB devletinin Türkiye ile imzaladığı göçmen selini durdurmaya karşı Türkiye vatandaşlarına “1 Ekim 2016‘dan başlayarak AB ülkelerine vizesiz giriş çıkış rejimi uygulanması konusunda “özel fikir” sahibi olan Avusturya, Slovenya ve Bulgaristan Başbakanları aralarında beyin fırtınası yaptı.

Ne var ki, imzalanan ortak bir AB anlaşmasıdır.

Ayrı ayrı imza sahiplerinin uygulamada yeni değişikler talepte bulunma hakkı yoktur. Buna rağmen, Borisov, Berlin’de Türkiye ile kara sınırını “güçlendirmek” için “ödenekler” vaadi elde edebildi.

Osman OKTAY ise, “Türkiye’de iktidar zayıf”, “ikinci bir askeri darbe denemesi olabilir,” diyecek kadar alçalabilmiştir.

Sürünmenin ücretini bilmek isterim.  Bu arada, Slovenya’nın da katıldığı, “Vişegrad Dörtlüleri” adlı grup, Çek, Macaristan ve Polonya, Bulgaristan’a Yunan sınırına da tel örgü gerin, parasını ödeyelim, dediler. Borisov, AB iç sınırı olduğu gerekçesiyle, kabul etmedi.

Nedir bu Müslüman korkusu Yarabbi!

Seçim yaklaşıyor.  “Göçmen Seli Baskını” güvenli bir propaganda formülü olarak bulundu gibi. Bu sınırı büyük haç koruyamadı. Duvar da koruyamaz.

Bu sel nereden gelebilir?

Onlara göre,  Türkiye’den!

Ateş yandı.

Bacayı sarmasına yol vermeyelim.

Saygılarımla iyi günler dilerim.

Reklamlar