Neriman ERALP

 

Dilimizde “körün taşı rasgele!” diye bir değim vardır. Doğrusunu isterseniz Bulgarin taşı hiç de rasgele değildi. Tam da gözümüzden vurdu. Geleneklerimizi yasaklamakla gözümüzü gör edip, geçmişimizi göremememizi hedefledi ve bunu yapamayınca bizi dağıttı, kovdu ve vatansız bıraktı. Bu çok derin düşünülmüş bir saldırı oldu.

Bu defa sizleri, köy geleneklerimize geri götürmeye gayret edeceğim. Ben de genç olduğum ve kendi yaşımdan gerisini işittiklerim ve okuduklarım olarak anlatabildiğim için, yardımcı eser olarak Dr. İsmail Cambazov’un bu yıl basılan “beşiğim ve eşiğim” kitabını yeniden açıyorum.

Önce yazarını bir daha tanıyalım.

“Kitabimin konusu: doğduğum büyüdüğüm Rodoplar’daki köydür, onun insanlarıdır. Ben beşikten inip eşikten çıktıktan sonra etrafımda gördüğüm insanları, hısım akrabayı, konu komşuyu anlatıyorum. Sadece kendi gördüklerimi değil de, 80–90 yaşında ihtiyarlardan daha çocukluğumda işittiklerimi de ekledim. Böylece temelinin tam hangi yüzyılda atıldığı bilinmeyen köyümün bir asırlık  (XX. asır) hayatını anlatmaya çalıştım. Bu tariho kadar dramatik olaylarla, çetin yaşam mücadelesi, fakirlik, sefalet, her bakımdan geri kalmışlıkla dolu ki, genç köydeşlerimin ebelerinin, dedelerinin, analarının babalarının çektiklerini anlayabildiklerinden kuşku duyuyorum.”

Kitabın Bayramlar Bölümünden Ramazan: (Sayfa 414)

Bayramlar:

İnsan ihtiyarladıkça masumlaşır, çocuklaşır, derler. Çok doğru bir söz…

Çocukluğumun bayramları, düğünleri bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden. Tek düze köy hayatını renklendiren dini ve yerel törenlerimizi anımsadıkça kalbim hopluyor.

Bunlar basitliğine, sadeliğine, hatta ilkelliğine karşın ne kadar zevk, şenlik dolduruyormuş insanın kalbine!

  1. asrın 30’lu yıllarında bizim köylünün tek düze, sıkıntılı, fakir yaşamını çeşitlendiren geleneklerin göreneklerin başında gelir bayramlar. Hele de iş mevsimlerinin dışına rast gelirse her ikisi de büyük bir coşku ile kutlanır, uğurlanır.

 

Ramazan:

Kutsal oruç ayı Ramazan Haziran, Temmuz, Ağustos gibi yaz aylarına rastlarsa sevabı büyüktür; ancak kırda barıda çalışanlar için bir felaket olur. Bir taraftan kızgın güneş, öte taraftan 16 saat süren uzun bir gün, al üstüne kırda gergin çalışma ayları. Ya oraktasın ya harmanda ya kosa biçiyorsun ya düğün yapıyorsun. Mübarek güneş dikilir başına, hiç ağnamaz Batıya doğru. Saatlerce tepende duran güneş, dışını değil daha fazla içini kavurur. Susuzluğu gidermek için başımızı yıkarız olmaz, başımızı kovaya sokarız, içimiz daha fazla yanmaya başlar. İftarda yemekten önce suya hücum edilir. Su testisi elden ele birkaç defa dolaşır.

Ben hayatımda iki dönem yaz aylarında oruç tuttum. Allah’tan da üçüncüye de erdirmesini niyaz ediyorum.

Bizim köyde daha ğç ayların girmesiyle başlardı Ramazan hazırlıkları. Şaban ayının ikinci yarısında doruk noktasına çıkardı.

Ramazan yemeklerinin başında kuskus gelirdi köyde. Her hane evvela kuskusunu hazırlar. Annelerimiz, yengelerimiz, ablalarımız sıvarlar kolları, has unu (buğday unu) elerler teknedeki hamuruna yumurta karıştırırlar tekneden yastacın üzerine çıkarırlar hamuru bir tarafını uğura uğura küçük tanecikler haline getirirler, Küçük hamur taneleri çarşaflar üzerine serilip dışarıda kurutulur. Biz çocuklar da başında bekler, tavuklardan korurduk. Fakat kendimizi oyuna kaptırdığımız olurdu. Tavuklar kuskusun yarısını kagalarlardı. O zaman dayan annemin, yengemin şamarına dayanabilirsen.

Bulgur çorbsı, pilavı Ramazan sofralarının vazgeçilmez demirbaşı idi. Komşular da bulgurlarını bizim göce kayasında öğütürler, torbalarına doldururlardı.

Çiğ buğdayın dövülüp ezilmesiyle yapılan keşkek ise odanın yanındaki koca taş dibekte dövülürdü. Ramazana karşı dibeğin başı hiç boş kalmazdı.

Artık tarladan çıkarılmış olan patateslerin iyiceleri Ramazan sofrası için ayrılır, geri kalanı çürümesin, donmasın, sürmesin, sürmesin diye kuyulara doldurulurdu.

Fasulye zaten köylünün milli gıdası. Tarcıkta Ramazanı bekler.

Güzün toplanan erikler, elmalar, armutlar kurutulmuş, tarcıklara doldurulmuştur.  Ramazan hoşafı hazırdır.

Bir aylık sahurluk, iftarlık temin edildikten sonra iş dayanır evlerin içini dışını temizlemeye. Her yer süpürülür, yıkanır, temizlenir.

Oruç temiz vücut ve kalp ile başlar. İlk teraviye herkes yıkanarak paklanarak temiz sırt başla gider. Ramazan sevinci herkesin kalbini doldurmuş, coşturmuştur. Yüzler manevi zevkten, huzurdan şakımıştır.

Eski Ramazanların zevkli yanlarından biri de Ramazan davulu ve davulcusuydu. Ramazan ayı başında sahura kalkmak için Ramazan davulcusu tutulurdu. Davul gene her cami ve mescitte vardı. Davulcu akşamları iftar vaktini bildirir, imsakten önce davulunu çalarak köyü gezer Müslümanları sahura kaldırırdı. Herkesten davulcu olamazdı. Davulu zevkle vurmak bir marifetti. Ramazanın on beşi davulcu ve köy çocukları için bir bayramdı. İftardan sonra davulcu davulunu alır, çocukları arkasına takar ev ev dolaşırdı. Her ev önünde, hep birlikte ramazan manileri söylenir ve hane sahibinden bahşiş almadan çekil inmezdi.  Bahşiş para olur, gömlek, havlu vs. verilirdi.

İşte o söylenilen manilerden birkaçı:

Sıçan gelir tıkla tıkla,

Ne nohut kaldı ne bakla.

İki gözüm Mahmut aga,

Cebinin dibini yokla

Dar yatakta yatarız,

Keyfimize bakarız.

Biraz bekle davulcu,

Bahşişini atarız

….

Aldım bahşişimi giderim,

Çok dualar ederim,

Sağ olup da ölmezsek,

Gelecek yıla gelirim.

Veli aga ne uyursun,

Uykularda ne bulursun.

Kalksan namazını kılsan

Doğru cematini bulursun

Davulumun içi pekmez,

Çalarım fakat ötmez.

Bir bahşiş vermezseniz,

Davulcu buradan gitmez

İşte geldim kapınıza

Selam verdim hepinize.

Selamımı almazsanız,

Bir daha gelmem kapınıza.

Eski cami direk ister,

Söylemeye yürek ister.

Benim karnım toktur ama,

Arkadaşım çörek ister.

 

Davulcu ev sahibini kaldırmayınca avludan çıkmaz. Ev sahibinin kalktığına işaret de ışığın yakılmış olmasıdır. Pencereden kandil ışımış ise, davulcu görevini yapmıştır. Yok kandil yanmaz ise, kapı vurulur, başka gürültü çıkarılır, insanlar illa savura kaldırılır.

Biz mahalle çocukları davulcunun arkasına takılır, manilerini koro halinde söyler, her avluya bir yanlılık coşkuluk sokardık.

İmsak da davul gümbürtüsü ile biterdi.

Dervişe sormuşlar, orucun en çok nesini seversin, diye. Cevap “yemesini” olmuş. Orucun en zevkli yeri iftarı beklemektir. İftar yaklaşınca merdivenin başındaki göce kayasının (elle çevrilen değirmen taşı) üzerine oturup davulun vurmasını bekledim. Davul güm deyince iftar diye sevinçle müjdelerdim.

Babalarımız iftarı teravih kılınan odada yaparlardı. Hoca kendimizden olduğu için hoca sırası güdülmezdi. Konu komşuyu, hısım akrabayı iftara davet etme geleneği de yoktu bizde. Herkes evinde oğul uşağının iftarı için hazırlanan yemekten bir tasa ya da sahana doldurur, bir parça ekmek alıp giderdi hocanın yanına. Daha tabiat sahibi haneler ayrıca patates pidesi, kabak pidesi getirirlerdi iftara. Böylece 15-20 haneden getirilen çeşitli yemekler büyük bir iştahla yenir, sofra daima dua ile bitirilirdi.

İftardan sonra insanlar evlerine dağılmazdı. Herkesin karnı doymuş, susuzluğu giderilmiş, keyfi gelmiştir. Sigaralar tellendirilir, öyle koyu bir muhabbet başlar ki, tadına doyum olmaz.

Teravihlere sık sık vaiz hocalar gelirdi. Böyle hallerde kadınlar da gelir, dışarı oturarak hocanın vaazını dinlerlerdi.

Ramazan ayı, uzun sıcak yaz günlerine rast gelse dahi daima büyük bir huzur, kalb rahatlığı, mutluluk içinde geçerdi. Bir defa Ramazan 15’i geçti mi, biz çocuklar bayramı dört elle çekmeye başlardık.

Ancak analarımız babalarımız için Bayram büyük sorunlarla gelirdi. Çocukların giyecekleri yoktur, misafir önüne konulacak et yoktur, pide yapmak için gündöndü yağı yoktur, baklava için şeker yoktur. Pazar tamtakır. Karaborsadan almaya para yok. Fiyatlar cep yakıyor. Fakat yarım litre, bir litre gündöndü yağsız olmaz. Pideden de vazgeçersin, yağlı pilavdan da ama kulaçtan vaz geçemezsin. Hem kendi köyünün hem de komşu köylerin çocukları en aşağı yüz çocuk ellerindeki büyük şişlerle kulaç gezmeye geleceklerdir. Senden aldığı kulacı o şişe dizecek ve aralarında kim daha fazla kulaç toplayacak yarışı yapacaklardır. Çocuk yoktan anlar mı? Yağı nasıl, nice bulup kulaç pişirmek şarttır.

Rahmetli babam nereden nereden birkaç litre yağ bulur amcalarıma fincan fincan taksim eder, illa İsmail Çavuş’un hanesi kulaçsız kalmazdı.

Misafirler için bir iki litre et bulmak da mesele olurdu. Derede tepede gizlice hayvan kesen kasaplar çok yüksek fiyatlar koyarlardı ete. Alabilirsen al. Kendi yetiştirdiğin tavuk etini misafirin önüne koymak her halde ayıp hesap ediliyordu ki, Ramazan bayramında hiç tavuk kestiğimizi hatırlamıyorum.

Enişteler, Ramazan içinde ayrıca bir akşam misafirliğe çağrılır. Birinci akşam, ikinci akşam için buyur edilirler. Ramazan bayramı kısa olduğu için misafirler en çok birinci akşama toplanır. Bizde beş tane damat vardı. Oğulları uşaklarıyla gelirlerdi. Bir orduluk insan toplanırdı. Misafirin istirahat etmesi, uyuması diye bir şey yoktu. Bütün yıl birbiriyle görüşmemiş bacanaklar bir muhabbette dalar, uykusu gelen döşeğin üzerine biraz kıvrılıp bir iki saat kestirir, gözlerini uyuşturarak kalkar, hemen muhabbete giriverirdi.

Biz çiçeği burnundaki gençler ancak gelen giden ile pek meşgul olmazdık. Bizim başka derdimiz, bayramdan başka beklentimiz vardı. Kıza bakmak:

Erkekler Bayram namazından döner dönmez kızlar kızlar koşa meşalelere salıncakları kurar şarkı söylemeye başlardı.

Şarkıları da kendileri gibi allı pullu, şen şakrak:

 

Benim yârim gelişinden bellidir.

İbrişim kuşaklı ince bellidir.

 

Nakarat:

 

Gel aman gelişine

Gül aman gülüşüne

Hayran olayım…

Armudumu dişledim,

Sapını gümüşledim

Ben yârimin resmini

Defterime işledim.

Armut koydum sepete,

Yâri buldum tepede,

Küçükten bir yar sevdim,

Şan oldum memlekete,

 

Komşu köylerin kızları böyle kendi aralarında şenlenip oynarken bizleri karşıdan görünce hemen veryansın ederler. Hepimiz için ayrı maniler yakarlar.

 

Ayak baktım ay ayaz.

Kıza baktım kız beyaz

Kesede de para az

Bu kız bana yaramaz…

Ev ardında mum yanar

O burada ne arar

Yaşı gelmiş otuza

On beşinde kız arar…

Kız avludan atladı

Yemenisi patladı

Yârim senin kafanı

Kaplumbağa mı otladı?…

Sıcakta asılı bakır

Yârimin gözleri çakır

Zengin diye gitmiş idim

Kuru imiş takır takır.

 

Hepimiz kızların bu taşlamaları, takılmaları kimin için söylediklerini anlar, içerden hem sevinir, hem de yüzümüz kızarırdı. Kızların diline düştüğüne sevinirdi, aşağıladıkları için ise gücenirtdi.

Gelecek yazımda size Doğu Rodoplar’da kıza bakma geleneğimizi anlatacağım.

Reklamlar