Yazan: Nevzat ÖZTÜRK
İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

Eskiden bayramdı; şimdi ise sadece tatil. Bayramlar çocuklar içindi de, biz mi büyüdük? Yoksa gerçekten de kaybettiğimiz değerlerin arkasından üzülmekten başka çaremiz mi yok? Siz de derin bir ah çekip, “Nerede o eski bayramlar” diyenlerdenseniz, biraz hatırlayalım, biraz da hatırlatalım istedik… Siz de ah çekip eski geleneksel bayramları özleyenlerdenseniz, sizin için nerede o eski bayramlar dedirtecek detaylar sizin de yüzünüzü gülümsetmeye yetecek.

Hep söylenir, “nerede o eski bayramlar” ve iç çekilir. Peki, ne vardı o eski bayramlarda? 

Eskiden bayramdı, şimdi sadece tatil… Akıllı telefonlar yoktu. Bayram mesajı diye bir kavram yoktu; hele akıllı telefonlarla kameralı görüşme yapma fikri hiç yoktu. Eskiden el öpmek, bayramlaşmanın tek yoluydu.

Eskiden bayram telaşı olurdu. Bayram gelmeden hazırlıklar başlar, arefe günü bayram gibi karşılanırdı. Günler öncesinden temizlik yapılır, tatlılar hazırlanırdı. Şimdilerde sıradan bir gün bekler gibi karşılanıyor maalesef. Herkes evde misafir beklerdi. Şimdilerde fırsat bulan tatile kaçıyorken eski bayramlarda herkes evde misafir beklerdi. Bayramda ekmek çıkmaz, fırınlar çalışmazdı. Tek bir Bayram Gazetesi çıktığından gazeteciler de bayram tatili yapardı. Büyükler evlerinde yalnızca misafir bekler, küçükler ziyaret için gezerdi. Bayramlar tatil değildi; tatile gitmek yerine büyükleri ziyarete gidilirdi. Komşular gezilirdi. Sadece akrabalar değil komşuları da ziyarete gidilirdi. Mahalle büyüklerinin kapısı çalınır teker teker elleri öpülür, şeker toplanırdı.

Ne güzel sevinç, ne güzel heyecan kaplardı içimizi bayram yaklaştıkça, sabahı zor ederdik. Babalar gelirdi bayram namazından, evde herkes sıralanır bayramlaşırdı, evdeki o bayram havası anlatılmaz harikaydı. Bir huzur eserdi ılık ılık, içler sıcacıktı, o bayram kahvaltıları unutulmazdı…

Bayramlıklar hevesle hazırlanırdı; büyük küçük demenden, herkes yeni kıyafetle bayramı karşılardı. Herkesin yeni kıyafet alacak durumu da olmadığında, bayramlık almak da giymek de fazlasıyla kıymetliydi. Bayramlıklar başucunda saklanırdı. Eskiden her şeyin, bir çift ayakkabının bile kıymeti vardı; yeni alınmış bayramlıklar başucunda beklerdi. Bayram kırmızı rugan pabuçlarla başlardı. Arife gecesi yeni pabuçlarla beraber uyunurdu, annenin tüm kızmalarına aldırmadan, gizlice…Sabah erkenden kalkılır, bayramlıklar giyilir; ardından ailece kahvaltıya oturulurdu. Bayramlar bayramdı.

Annelerin bütün yavrularını ak pak yapıp, tertemiz bayramlıkları giydirip yolcu etmesi bile ne kadar duygu doluydu. Çocukluk ne güzel, hele o zamanda, sokaklar cıvıl cıvıldı, çocuklar her kapıda “Bayramınız mübarek olsun yengeciğim, amcacığım!” der çantalarını şekerle parayla doldururdu… Saydıkça coşardı akşama kadar… Harçlık heyecanı olurdu. Harçlık vereceği bilinen akrabalara gitmek için can atılırdı. Avuç avuç yenen şekerler yetmez; bayram harçlıklarıyla pamuk helva, kağıt helva, elma şekeri, macun sırasına girilirdi.

Yine bayram günü baba evinde toplanılırdı, o zaman, yine ayrı bir sevinç, bir yandan kardeşler, bir yandan yeğenler, annelerin gözleri sevinçten dolu dolu, en büyüğünden en küçüğüne yavrular, torunlar etrafta, içlerinde, yüreklerinde  hiç bitmeyen dua : “ Ya Rabbim, bu bayramlara yine kavuştur bizi”. Biraz misafir ağırlanır, biraz hazırlanılır, kardeş kardeş hep beraber ailece çıkılırdı komşuları, dostları ziyarete, ne kapı kapalı dururdu ne telefon sesi biterdi…

Şimdi mi? Şimdiyi hiç sormayın…Anne, baba buradaysa gidiliyor tabii ama yine de kardeşlerin kaçı bir arada? Biri giriyor, diğeri girenin çıkmasını gözetliyor girmek için adeta. Doluşulmuyor, doluşulamıyor eskisi gibi, gelenler sırayla geliyor, üstelik gelmeyenler de var yoktan bahanelerle… Annelerin gözleri dolu dolu, hiç susmuyor, devamlı akmaya hazır, ama bu defa kederden, üzüntüden bu dağınıklıktan dolayı. Hüzün en iyi dostu olmuş, yerleşmiş yüzlerine. Ne gidilen yerde tat var, ne de bizlerde… Kardeşle karşılaşıyorsunuz, sımsıkı sarılsanız ya! Gönülden bayramlaşsanız ya! Yok!

Anne ve babaların gözleri yollarda, “Gelen de sağolsun, gelmeyen de.” diyorlar. Takmıyormuş gibi göstermeye çalışıyorlar ama aslında gözleri kapıda ve her yerde olmayanları arıyor, içlerinde yalvarmalar; “Gelin artık, baba evinizi böyle sessizlikte bırakmayın…” Böyle dağılmak için mi büyüdü çocuklar? Elbette hayır! Evliliğin de işte öylesine! Gelinin de işte öylesine! Damadın da! Kardeşleri birbirinden ayıran, anneleri yasa boğan her şeyin herkesin işte öylesine! Üç beş günlük dünyanın neyi bizi birbirimizden böyle uzaklaştırıyor? Hepimizin canının aslında tek bir can olduğunu ne zaman anlayacağız? Birimiz bu dünyadan göçünce mi? Birimiz bu dünyadan gidince, kabre girince mi anlayacağız, pişman olacağız?

Aslında heyecanlı bir şeydi bayram… Bayramlıklarımızı alır, sıraya girer, büyüklerimizin ellerinden öperdik. Çocuktuk, mutluyduk. Ne zaman değişti, hangi ara “bayram”dan uzaklaştık, bilmiyorum. Bayramın asıl eğlencesi, bayram yeriydi… Bir dönem öyleydi en azından. Herkesin eşit olduğu yer. Şehirde, pazarın kurulduğu caddenin sonundaki açıklıkta tezgahlar kurulur, ortada da bir lunapark olurdu. Pamuk şeker satanlar, baloncular, seyyar oyuncakçılar derken panayır alanını andıran bayram yerleri en büyük eğlencemiz olurdu. Orada belediye başkanıyla da karşılaşılırdı. Şimdiki gibi korumalarla dolaşmazdı “başkan”lar ve gösteriş olsun diye top dağıtmazlardı. Bayram yerleri çok zamandır kurulmuyor.

İnsanlar kendilerine benzeyenlerle “kutluyor” artık “bayram”ı. Oysa eskiden komşuda pişen mutlaka size de düşerdi…Komşuluk vardı çünkü. Yan yana kapılarda yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmesin diye paylaşılır, komşunun tabağı asla boş gönderilmezdi geri.

Çocuklar için mutlu olmak daha kolaydı. Eskiden çocuklar için “mutlu olmak” kavramı çok daha büyük anlamlar taşıyordu; şimdilerde hiçbir şey onları mutlu edemiyor. Onlar için en büyük mutluluk konsol oyunları, bilgisayarlar, akıllı telefonlar değil; mahalleye gelen salıncaklara binmekti.

Bulgaristan Türklerinde, Ramazan Bayramı ya da Kurban Bayramı öncesi arife gününde “kolaş” denilen börek, saç kokutması denilen bir başka börek, tatlı olarak da öküzünü, muska tatlı, baklava ya da lokma yapılır . Yapılan börekler veya lokma eğer bunlar yapılamamışsa hazır alınan lokum yedi kapıya dağıtılır. Arife gününün özelliği evi ertesi gün yaşanacak olan bayrama hazırlamaktır. Bunun için yapılan tatlılar kadar ev temizliği de çok önemlidir. Bayram temizliği, diğer temizliklerden çok daha detaylı olarak yapılır. Yine arife günü gidilebilecek yakınlıktaki mezarlıkta yatan yakınların mezarları ziyaret edilir. Arife günü gidilmemişse, bayramın ilk günü gidilir. Genellikle de erkekler kabir ziyareti yapar. Bayramlaşma da bayram sabahı bayram namazının kılınması ile başlar. Erkekler ilk bayramlaşmayı namaz kılındıktan sonra camideki cemaat ile yapar. Sonra eve gelen erkekler, ev halkı ile bayramlaşır. Bayramlaşmanın esası mutlaka küçüklerin büyüklere bayramlaşmaya gitmeleridir. Bu gidiş de kendi içinde hiyerarşiye sahiptir. Bayramlaşma önce evin erkeğinin ailesinden başlanarak yapılır. Ardından kadının yakınlarına bayramlaşmaya gidilir.

(Yard.Doç.Dr.Çukurova Üni. Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi, folklor/edebiyat, cilt:24, sayı:93, 2018/1, Anadolu’ya Göç Etmiş Bulgaristan Türklerinin Kutlama Törenleri İle Bu Törenlerde Yer Alan Müzikler)

Eski anılarımı hatırlamak, köyümü, köylümü ziyaret etmek, hasbihal etmek için memleketimdeyim. Bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkmak, kızlarıma hatırlatmak, ecdadımızın kültürünü tevarüs ettirmek için köyümdeyim. Bunu bir sosyal sorumluluk olarak görüyorum. Biz sahip çıkmazsak, kendine, atasına, kültür ve medeniyetine yabancı, doğrusu bize yabancı nesiller çıkıyor karşımıza. Tercih zamanı! Eski anılarınızı gülümseyerek hatırladığınız; ama en az onlar kadar sevgi dolu bayramlar dileriz…

Nice güzel bayramlara…

Ordu’dan tüm Türkiye’ye, İslam Alemine, Balkanlara, Türkün diyarına, sevgi ve saygılarımla.

Allah’a emanet olun.

Paylaşınız

Reklamlar