Nafiye YILMAZ

 

El yordamına ilerlemek, elin durumu ve yardımıyla varlıkları algılayarak yol aramak ve ilerlemeye çalışmaktır.  Türkçemizdeki en kötü lanet “gözün kör olsun!” ise, hiç kimseye daha kötüsünü nasip eylemeye hakikatten gerek yok. Son 25 yılda Bulgaristan bunu gerçekten yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.

BU YAZIMI BULGARİSTAN’DA TOTALİTER REJİMİN DEVRİLDİĞİ 10 KASIM 1989’UN ÇEYREK ASIRLIK YILDÖNÜMÜNE ADIYORUM.

Daha Kötüsü Olabilir miydi!?

Bulgaristanlı Türklere, Pomaklara, Çingenelere, tüm diğer azınlıklara 35 yıl yalan umutla eziyet edip zulmü devlet politikası haline getiren, halka kan kusturan Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri (BKP MK GS) ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkanı (BHC DKB) T. Jivkov’un iktidardan itilebileceğini aklından geçirenler çok azdı. Faraon ve lanetliler gibi ayakta ölmesine dua edip “mezarına kazık kakılası” diyenlerin arasında yetiştim. Geçen hafta internet karıştırırken Mısır Piramitleri altındaki katakomplara girdim ve orada 100 bin ton ağırlığında çok sert granit tabut kütleler buldum. Kadim zamanda lanet kötüsünün böyle bir kütlenin içine kapatılıp piramitlerin altına gömülmüş olabileceğini düşündüm.  “Mezarına kazık kakılası” kültürü bizim topraklardaki vampirlik esintisinden geliyor ki, bir daha asla hortlayama anlamındadır. Hıristiyanların şu İsa Peygamberin dirilmesi masalına bir cevabımız da olabilir. Piramit katakomplarındaki 100 bin tonluk granit kütleler besbelli Mısır Medeniyetinden önce yaşamış bir uygarlığa ait ki, bu tabutların sırrındaki iyiye mı yoksa kötülük mü vesile bilenler yok. Jivkov Sofya Merkez Mezarlığına defnedildi.

10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un tahtan itilmesinden sonra kendisiyle Vitoş Dağı eteklerinde bulunan “Sekvoya” sokağınki Dağ Evinde görüşenler oldu. Ziyaretin kısası makbul olsa da en uzununu (4 saat) gizli servis ajanı ve Türklerin çakma lideri Ahmet Doğan yaptı. Ardından aralarında kan çekimi olduğu söylendi. Şopar soyundan olan A. Doğan’ı ağırlayan ev sahibinin babası da Osmaniyeli bir burgucuydu. Kendilerine çok işkence eden, çok çektiren Bulgaristan Türkleri adına yapılan bu buluşma hepimizi çok kırdı.

1960’larda okullarımızı, liselerimizi, din okullarımızı, tiyatrolarımızı, okuma yurtlarımızı kapatan, camilerimize saldıran; 1968’den sonra 130 bin kardeşimizin memleketimizden göç etmesine neden olan; 1985-1989 yılları arasında 850 bin Bulgaristanlı Türkün isimlerini, soy adlarını, kimliğini değiştiren;  mezar taşlarımızı bile yerle bir eden;  birimizi ikimizi değil hepimizi birden toplama, kamplarında, sürgünlerde, zindanlarda bedenen ve ruhen sakatlayan; en son alaşağı edilmezden yalnız 3 ay önce 500 bin kardeşimizi yurt toprağından söküp Türkiye’ye göçe zorlayan;  25 yıldan beri kanayan dinmez ve savmaz yaralarımızı açan bir katilin, bir ejderhanın, bir ırk düşmanının elini öpüp kahvesini içmek, hatta derimizi canlı canlı yüzmeyi göze alan en gaddar caniyle böyle bir buluşmaya gitmeyi heves etmek;  son 25 yılda hepimizi en fazla kıran olay oldu. Yalnız bu iki olayla Ahmet Doğan bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu ispatladı. O bizim haysiyetimizi ve onurumuzu ayakaltına serdi.

Bu cümleden olmak üzere, şerefimizi beş para eden ikinci çakma liderse Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) şimdiki Genel Başkanı Lütfü Mestan oldu. O, 2013 yazında Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başkanı Sergey Stanışev ile Sofya’da “Kartal Köprü”de sarmaş dolaş olup öpüşmekle hafızamızın tamamen yıkandığını, öfkemizin kuruduğunu, hıncımızın söndüğünü, her gün inadına körüklenen intikam duygularımızın tamamen gemlenmiş olduğunu, bizim tamamen pes etmiş olduğumuzu ilan etti. Birkaç ay geçmedi, aynı attan kendi düştü, yüzüne karşı “senin hesabını görmeden bize hayat yok” dendiğinde, köylünün şehre ayak uydurmasının güçlüklerini fark etti ve Doğu’dan Batıya döndü ve “ben sizsiz de olurum” yaygaralarını bir an unutmak zorunda kaldı.

Bunlar, adına demokratikleşmeye geçiş adıyla tanıtılan büyük oyunun perde arasından birkaç alıntıdır. Bir de genel çöküş sahnesi var ki, onu bu defa size ters yüz anlatmaya çalışacağım.

Böyle de olabilirdi:

Biz çeyrek asır yolsuz bir yolda el yordamına ilerlemeye zorlandık.

10 Kasım 1989 ülkemize beklenen değişiklikleri getirseydi, işler böyle olmazdı.

Leberal reformcu kesim emekçi halkı, işçi sınıfını ve köylülüğü aldattı, yalandırdı, soydu, sanayiyi çökertti, tarımsal üretimi likide etti. Mafya yönetimine geçen ülkede tarihin tanımadığı bir soyguncu oligarşik kesim at oynatıyor. Ülke nüfusunun % 97’sinin malı mülkü nüfusun yalnızca % 3’ünü oluşturan oligarşi-talancıların eline geçti. Bunların devletten ve halktan çaldığı paranın toplam değeri 100 000 000 000 US Dolar (Yüz milyar amerikan dolarıdır.) Bu soygunun büyük bir kısmı Ahmet Doğan ve ekibi, şirketler zinciri ve kim olduğu bilinmeyen KİM güruhu tarafından gerçekleştirildi. Bu yüzden başımıza gelenleri bütünsel görebilmek ve gelecekleri tahmin etmek o kadar kolay olmayabilir.

Geçiş Döneminde 100 milyar US Dolarla ne yapılabilirdi?

  • “Belene” adıyla bilinen ve kuruculuğu yarım kalan Atom Elektrik Santrallerinden 25

adet inşa edilebilirdi.

  • 200 milyon m² süper lüks konut inşa edilebilirdi. Her vatandaşa 25 m² yeni mesken

Verilebilirdi. Her aileye en az 100 m² kaloriferli, sıcak ve soğuk sulu, asansörlü, PWS doğramalı, parkeli, mobilyalı, elektrikli ve çanak antenli daire dağıtılabilirdi. Bulgaristan vatandaşlarının XXI. yüz yıl konut sorunu kökten ve problemsiz çözülebilirdi.

  • Bu parayla 10 000 km üç şeritli anayol yapılabilirdi. Halen Bulgaristan’da 600 km 2

şeritli ana yol var. Bununla birlikte yine aynı parayla 35 000 km yeni yüksek sürat demiryolu hizmete açılırken, ülkemizde birçok köprüyol ve köprü, otel ve motel, tren ve otobüs garı hizmet sunabilirdi.

  • Petrol kimya sanayi geliştirseydik, kuracağımız rafinelerde 300 milyon ton ham petrol

işlenebilirdi. Bu kapasite, bütün Rusya bir yılda çıkardığı ham petrolü işlemeye eşittir.

  • Bu parayla yılda Mercedes ayarında 25 milyon araç üretecek bir araba sanayi kurulup

üretime geçirilmesi anlamındadır.

  • Askeri açıdan bakarsan bu parayla 10 000 süper modern avcı uçağı ve 50 000 modern

donanımlı tank imal edilebilirdi.

Örneklemeye devam etmemize gerek yok. Avucumuzdaki altın balığı kaçırdık, demek istedim. Bu imkan bir daha ele geçmez. Bu yıkımdan en fazla zarar gören, en fazla yoksullaşan ve çileleri kat kat artan kesim Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarıdır. Demokratikleşme dönemi doğru dürüst işletilmiş olsaydı, ekonomimiz ve tarımsal üretimimiz ölümcül yaralanmamış ve yok edilmiş olmasaydı bugün Bulgaristan’da yaşayan her hanenin yıllık geliri 15 800 Euro olacaktı. Gayri Safi Milli Hâsılatımızın 1989 yılına göre en az 2.4 defa daha büyük olması sağlanabilirdi. Hepimiz 25 yıldan beri sürekli bunalım içindeyiz. 1990’da başlayan soygun bugün de devam ediyor.

Bulgaristan’da Türk ve Müslümanlar zar zor geçiniyor:

“Büyük Göç” başlarken Bulgar bankalarındaki sıcak paranın üçte birine sahip olan Bulgaristan Türkleri o gün bu gün işleri yoluna oturtamadı. Temel üretim alanı olan tütüncülük yok edildi. 280 bin tondan 20 bin tona düştü. Tütünün dibine kibrit suyu dökenlerin hedefi insanımızı aç bırakıp ekonomik göçe zorlamaktı. Tüm tüm dağıldık. Tarımda kooperatifçiliğimizi bir daha diriltemedik. Sebze meyve üretimi büyük ölçekli örgütlenemedi, yeni Pazar açılamadı. İri ve küçükbaş hayvancılıkta azalma ve sınırlama süreci devam ediyor.

En önemli vazifelerimizden biri Bulgaristan Türk ve Pomaklarının üretim biçimini kökten değiştirmektir. Ahmet Doğan-Delyan Peevski mafya grubunun Lihtenschteinlı bir Of Şor gruba devrettiği tütüncülüğümüzün kuruyan son filizlerinden son sigaralarımızı sarıp dumanını içimize çakerken ekmek teknemizi kıranların oyunlarına seyirci olabiliriz.

Halkını, oyunu aldığı insanları aç bırakan, sefalet bataklığında süründüren bir “lider” doğru dürüst olsun çakma olsun fark etmez sıfırın altında sıfır, bir hiçtir.

Bulgar mafyası, küflü komünistler, eski gizli polis “DC” şefi Atanas Atanasov gibi şu günlerde kurulmaya çalışılan yeni Sofya hükümetinde Reformcu Blok adına İç İşleri Bakanı olmayı hayal edenlerin yarattığı, yedirip içirdiği, Çingene dilencisinden oligarşi uşağı yaptıkları Ahmet Doğan’ı 25 yıllık Geçiş Dönemi’nin “akil” adamı ilan etmelerine de değinmek istiyorum. Hepsinin en deha üstadı olan Vladimir İliş Lenin “Antignotsizim” eserinde şöyle yazmıştır: “Bilime dayanmayan pratik ölüdür! Pratiğe dayanmayan bilim kördür!” Siz Ahmet Doğan ve akıl hocaları için bu iki şıktan hangisini isterseniz onu seçiniz. Onların içine düştüğü kör kuyu budur. Biz ruhen ölü ve tamamen kör “lider” ve “akillerin” önderliğinde kalmak istemiyoruz. Bundan öte el yordamına ilerlemek istemiyoruz. Yerimizde döne döne başımız döndü. Sürünen düşenin halinden bugün de anlamıyor, yarın da anlamayacak ve bizi de süründürecektir.

Biz her şeyi kökten değiştirmek istiyoruz:

Vatanımızda demokratik hukuk devleti kurulamadı.

Demokratik gelenekleri olmayan bir ülkede dikta rejimine geçilmesi kolay olkur.

Bizim Almanya gibi 1000 yıllık hukuk devleti gelenekleri olan ülkelerle boy ölçmemiz boşa kürek çekmektir. Bulgaristan 130 yıldan beri bor alan ve ödeyemeyen bir ülkedir ve bu masal nereye kadar devam edecek. Doğru dürüst okuma yazması bile olmayan insanları meclise doldurmakla hiçbir şey olacağı yok. Şimdiki durumda Bulgaristan’daki politik partilerde şahsiyet yok. Şahsiyetlerin ise partisi yok. Bizdeki totaliter, Çar ve Genel Sekreter rejimleri de defasında ulusal felaketle sonuçlandı. Çar Ferdinant 1913–14 savaşlarında tosladı. Oğlu Çar III. Boris İkinci Dünya Savaşı’nda faşist Almancı oldu ve tosladı. Todor Jivkov da totaliter diktatör olarak hezimete uğradı. Son hezimette en büzük payı olan 140 yıldan beri insan hakları ve özgürlükler, adalet ve insan şerefiyle yaşama davası veren, 1985-89’da  fiilen  Ayaklanan Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının payı ve rolü sonuç belirleyici oldu.

Büyük zaferlerin takdiri bir asır sonra olur. Acelemiz yoktur.

Yapılmasını istediğimiz somut değişiklik:

Bulgaristan genel ve yerel seçim yasaları değiştirilmelidir. Majoriter yani mutlak ekseriyet sistemi, (çoğunluk sistemi) /en fazla oy alanın kazandığı sistem/ uygulanmalıdır. Anayasamız buna müsaittir. Halk kendi vekillerini, temsilcilerini, muhtarlarını, belediye başkanlarını, yargıçlarını, başsavcısını, kendi liderini kendisi bilinçli olarak seçmelidir. Dayatmalara, oldu bitti uygulamasına, yasal durumlarda didişmeye son verilmelidir. Bizim oylarımızla hırsız çetesi elebaşlarının, dolandırıcıların, dalaverecilere aracılık yapanların, faizcilerin,  sabıkalıların, vergi ve gümrük kaçakçılarının, kanun kaçaklarının meclise doldurulmasına, koltuk kapıp 4 sene yiyip içip tatlı tatlı uyumasına son verilmelidir! Biz oy kullanırken oyumuzu verdiğimiz şahsiyeti tanımak istiyoruz.  Bulgar halkının gözüne bakmak ve onun karşısında korkup kaçmış biri olarak değil, şerefli olmak istiyoruz. Biz vatan kaçağı değil, vatan bildiğimiz bu ülkenin vatandaşıyız. Onurumuza ve namusumuza leke düşmesine tahammülümüz yoktur. İnadına oy verme ve inadına yaşama zamanı dolmuştur. 25 yıl hatır saydık, yeter. El yordamına zorlama ve yerinde sayma zamanı sona ermiştir.

Seçim sistemi kökten değişmeden hiçbir sosyal, ekonomik, eğitimsel ve kültürel reform yapılamaz. Çeyrek asır hırsızın işi hırsızlık, dolandırıcının işi dolandırmak, yalancının işi yalandırmak ve hainin işi hainlikti. İnsan gibi insan seçmeden kimseye güvenemeyiz, güvenmemeliyiz. Halkını değil kendi menfaatlerini düşünenlerin yeri çöplük olmalıdır!

25 yıl bocalamak yeter!

El yordamıyla ilerleyemeyiz!

Lütfen gözlerinizi açınız!

Reklamlar