osman buyukkaya Mikr.Uzm Dr. Osman BUYÜKKAYA

Konu: Dostun zahmeti düşmanınkinden çok olur.

Ben de Kurucu Kurultayındaydım. Salon tıklım tıklımdı. Dört göz, ikiden farklı görür demiş halkımız da, salonda binlerce göz vardı. Bunların hepsi DOSTLUK aramaya gelmişti.

Bizim halk silimizin dokusunda hoşgörü ve merhamet ağırlıklı olduğundan, dostluk ve düşmanlık felsefesi de medeniyet dokumuzda sık işlenmiştir. Dikkatimi çeken, salondakilerin yeni dostluklar başlatmak için değil, eski dostlukları yaşatmak için toplanmış olmasıydı. Havanın huzurlu, sakin ve güvenli olması delegelerin daha önce birbiriyle yemiş, aynı sofrada sohbet etmiş, iş görmüş olduklarını ele veriyordu. Bu birlikteliğin temelinde “Dost dosta bağ bağışlamaz, doğru yol gösterir” anlayışını hazır bulunanların, forumdan, yeni kurulan partiden, maddi destekten çok, dostları doğruya yönlendirme arzusu hâkimdi.

Görüldüğü üzere, ilk izlenimlerimde, rahatsız eden, umutsuzluk gölgesi yaratan hiçbir şey yoktu.

İlk konuşmaları dinlerken, isminin kısaltılmış şekli DOST olan ve Bulgaristan Türk Müslümanlarının Hak ve Özgürlük Partisinden ihraç edilen 4 milletvekili ile parti Kırcaali il başkanı ile bazı kıdemli özgürlükçü militanlar tarafından kurulan Özgürlük, Sorumluluk, Hoşgörü ve Demokrasi partisi temellerinin çok derin atılmadığını hissetim. Şöyle ki, sanki dünya yalnız yeni-liberalizm ile NATO etrafında dönüyor ve Bulgaristanlı Türk Müslümanlar, kurultaya delege gönderen Pomak ve Romanların, % 90’nı yoksullar kategorisinde yaşamak zorunda olan yaşlı Bulgarları başka hiçbir şey ilgilendirmiyordu.

Bu konuşmaları daha uzun zaman dinleyince insan “sorumluluk”, “hoşgörü“, “demokrasi” ve “özgülüklerin” bu ülkede tohumu tükenmiş, dikmek için fidesi de bulunamaz olmuş, nimetler olduğu ve neredeyse “vay vay” deme boyutuna doğru kaymaya başlıyordu. Herkesin aynı şeyi söylediğine göre, bu böyle olabilir, fakat “Dost, dostun ayıbını yüzüne söyler!”.

Kimse kalkıp da, son 5 yılda Bulgar toplumu kutuplaşarak katılaştı ve biz Türkler ve diğer Müslümanlar olarak “ötekileştiriliyoruz“, yeni biçim yaklaşımla hor görülüyoruz ve her gün biraz daha zorlandığımızdan dolayı 710 binimiz Türkiye’ye ve 1,5 milyonumuz da Batı Avrupa, Avrupa Birliği (AB) ülkelerine süresiz ya da mevsim işçisi olarak belirli aralıklarla gidip dönmek zorunda kaldık demedi.

Benim kurultaydan beklediğim anlamsa şuydu:

“Dost sanma iyi gününde dosta görüneni, dost bil kötü gününde dost olanı.” Salondakilerin çoğu birbirini tanıyan kişilerdi. Aldatıldıklarını, pusuya düşürüldüklerini fark edemeden kurban olan 1990’ların şanlı HÖH mitinglerinin önde gelen heyecan yüklü örgütçüleriydi.

Halkımız kendilerine “Dost sanma, şanlı vaktin dostunu!” derken, bıyık altından gülümsemişlerdi. Bu konu köy ve kasabalarda çok defa yorumlandı ve en sonunda şu şekli aldı: “Dost sanma, şanlı vaktinde dost olanı, dost bil, gamlı vaktinde elinden tutanı.

” Bulgaristan Türkleri sosyal ortamında bu sentez iç çelişkiler içerir, çünkü onlar çok eziyet çektiler, ağır dönemlerden geçtiler. Nazi Almanya’sında Alman ırkından olmayan her iki vatandaştan birinin tutuklandığı ve işkence gördüğü gibi, Bulgaristanlı Türk kardeşlerimizin arasında da hemen hemen her ikisinden biri içeri alınmış, hainliği kabul etmeyince zindana atılmış, sürülmüş ya da hapsedilmiştir.

Almanya örneğinde bu etnik temizlik 5 milyon Yahudi’nin Ölüm kamplarında öldürülmesi, 5 milyon tutukluya da yıllarca çakıl kırdırma şeklinde öykülenir. 1961 Yılına kadar Bulgaristan’da da 200’den fazla toplama kampı olması ve 149 bin 1le 161 bin arasında insanın telef edildiği bilinmektedir. 1985’te Türk aydınların ve kanaat sahibi olanların “Belene” adlı Tuna Adası’ndaki Ölüm Kampına atılması, toplumda büyük infial, korku yaratmıştır ki, onları “Büyük Göçe” zorlayan bu korkutarak sindirme oldu.

İşte bu anlamda olmak üzere, gerçek dost iyi günde insanın yanında yer alanlar değil, kötü günde insanın ve ailesinin yardımına koşanlardır gerçeği, bu topraklarda ve toplumda derin kökler salmıştır. Ve neredeyse 600 yıl hoşgörü, iyi komşuluk ve merhamet ortamında yaşayan bu topluma son 100 yılda kalın korku sisi düşmedi ve hayatı karartması acı bir gerçektir.

Ben yine de bu topraklara felaketin yolunu döşeyenlerin Türk Müslümanlar arasındaki iç hüsümet değil, Balkan Savaşlarından sonra birbir ardından kara bulut gibi çöken Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve ardından gelen totaliter milliyetçi şoven rejimler olduğuna ve bu pisliğin 26 yıl gibi kısa bir süre içinde temizlenememiş olduğuna inanmak istiyorum.

Şu gerçek de unutulmamalıdır tabii.

Toplumu aydınlatan hep aydınlar olmuştur.

Bulgaristan Türk etnik azınlığının yetiştirdiği aydınlar, hocalar, müftüler sistematik biçimde, 10-20 yıl aralıklarla bir yandan şiddet yoluyla yok edilirken, bir de memleketlerinden kovulmuştur. Bunun en parlak örneği 1951 göçünde 450 yükseköğrenimli, “Nüvaab” mezunu Türk din adamının Türkiye’ye göçe zorlanmış olmasıdır. Bulgar totaliter rejimlerinin Büyük Savaştan önce ve sonra Türk Müslümanlara karşı izlediği siyaset çizgisinde, “esir gibi kullanma“, “insanları hayvani yozlaşmaya zorlama vardı.

Bu denli ağır koşullarda Bulgaristan Türklerinin kendi edebiyat ve sanatlarını oluşturmada, spesifik çizgileri olan kültürlerini yaşatmada, Türk Müslüman kimliği oluşturma ve Türk medeniyetinden bir oluşturucu parça olmaya devam etmeleri tarihsel kahramanlıklarla yücelmiş bir kazanım ve başarıdır.

Bu,  geri bakarak değerlendirmen çıkardığım sonuç ise şudur:

Bulgarlar yönettiği etnik azınlıklara baskı yapmaya ihtiyaç duyuyorlar ki, bir hekim olarak, bunun bir toplumsal sapıklık derecesine vardığından endişe ediyorum.  Bu bakıma, Türk Müslümanların Bulgarlara ve hatta kendilerini ötekileştirenlere de el atan yeni partilerine DOST adını vermelerini çok anlamlı buldum.

DOST kurucu kurultay salonunda hazır bulunanlar sanki birlikte duraksamak için bir araya gelmişti. Bu çok anlamlı bir molaydı. Bu, kendi ulusal kimliklerine ilişkin biçimlenmiş ve onları eski statüde tutmaya çalışanlara karşı bir isyandı. Onlar “soya dönüş” saçmalıyla onlar üzerinde egemenlik kurmak isteyenleri geri püskürtmüş ve “Bulgar Etnik Modeli“ni de çöpe atmayı başarmış olan temsilcilerdi. Onların Hak ve Özgürlükler Hareketine ters düşmesinin temel nedeni buydu. Statükoyu yenmişler ve Türk kimlikleriyle DOSTLUKLAR DA buluşma yolunu seçmişlerdi. Onlar korkuyla birlikte unutkanlıklarını da yenebilmişti.  Aranan dostluk sınıf, dil, ideoloji, din üstü bir gerçekti. Onlar, dil-din fark ve yasaklarının toplumda ayırıma zorlayan ve derinleşen bir fay hattı olmasına son verilmesi için buraya toplanmıştı.

Korkutmak ve itaat ettirmek siyasetinin temelinde HÖH siyaseti olduğunu da bildiklerinden, tüm sol-sağ milliyetçiliğiyle birlikte Türklük ve Müslümanlık konusunda HÖH nihilizmini de toptan ret etmişlerdi. Bulgar milliyetçiliğinin temelinde bir ulus-devlet kurma, çoğulcu siyaseti ve çok kültürlülüğü yok etme olduğunu ve 100 yıldan beri devam eden ulusçuluğun aşılması zor bir duvar olarak önümüze gerildiğinin bilincindeydiler. Onlara karşı yürütülen siyaset etnik azınlıkları gönül hoşluyla kazanmak değil, zulme katlanmaya zorlamak, eriterek asimile etme veya göçle def olmalarını sağlama ilkesine dayanan bir zorbacı uygulama olduğunu biliyorlar, ama vatan sevgisi üstün geldiğinden daha iyi günlerin geleceğine inandıkları için kurultay salonundaydılar.

Domuzdan post, … dost olmaz!” atasözünü hepsi bilseler de içlinde bir bu ırmağı da geçeriz inancı vardı. Dost’a sır verme düşman olur; düşmana kötü söyleme, dost olur, gibi gerçekleri iyi bildiklerinden, hem faşizme, hem de totalitarizme karşı mücadelede deneyimli olduklarından ve bu denli tecrübe sahibi olmuş olmalarına rağmen, son 26 yılda yine bir bataklıkta bocalamaya zorlanmış olmalarından, bazı sırların en yakın arkadaşa, yakın dosta bile söylenmesinden, çeşitli sebeplerden dolayı, dostun düşman olabildiğine de inanmışlardı.

Bilinçlerindeki gerçek, insan düşmanı hakkında bile kötü konuşmaktan kaçınmalı, çünkü gün gelir o düşmanıyla dost olursa, onun yüzüne utanmadan bakabilmelidir. HÖH partisinin defalarca parçalanması, 10 bin Bulgaristanlı Türk aydının ata vatandan kovulması onları böyle düşünmeye alıştırmıştı. Nüfus olarak azalmışlar, dağılmışlardı ve birbirlerine ihtiyaç duydukları belli oluyordu.

Onlar Bulgar rejimlerin sınırsız gaddarlığını ve hukuka karşı kayıtsızlığını yaşarken aslında su almışlar, çelikleşmişler, bilinçaltları boş umutlardan arınmış ruhları ve fikirleri net, sabırlı ve az konuşan insan tipleri olmuşlardı. Suskun bekleyişlerinde o beklediğimiz mutlaka gelecek sezişleri parlıyordu.

Totalitarizm döneminde onların çalıştığı fabrikalar gözetim altındaydı, “soya dönüş” yalanının uygulandığı yıllarda köylerde halka açık idamlar yapılmış, toplu tutuklamalar olmuş, çok farklı sindirme yöntemleri uygulanmıştı. Bulgar irk üstünlüğü fantezisiyle sapıtmıştı.

Tankların ve zırhlı birliklerin köyleri basması bir güç gösterisiydi. 

Toplama kamplarında dikenli tellerin ardında kaldılar. Türklük, Osmanlı ve İslam konularında meydan okuyanlar bozuk plak gibi hep aynı şeyleri anlatıyor, onlar da dinler gibi yapıyordu.  İddialarında 500 yıl Osmanlıda kalmışlar ve şimdi Türkler üzerinde efendilik hakları doğmuştu. Ne yazık ki, daha ilk günden beri yani 1878’den başlayarak Türklerle birlikte yaşarken eski dostluklara hayat hakkı tanımaya akıl edemeyen Bulgar seçimleri, 138 yılda geçerli ve olumlu bir etnik devlet siyaseti geliştiremedi ve başaramadı. Değişik baskı yöntemleri uygulamaya devam ederek, gerçekleri gizlemeye çalışıyor. Türk Bulgar yaşam biçiminin ret edilmesi ve sadece Bulgar ritüellerine göre yaşanmasında ısrar edilmesi de başka bir saçmalıktı.  Bütün bunlar Bulgaristanlı Türklere hayatın bir mücadele ve arayış olduğunu öğretti.

Bizim inancımızda “Dost’a giden, yabana gitmez” vardır.

Dostlar için yapılan fedakârlık ve iyilikler boşa gitmez inancıyla buluştuk Sofya’da.  İyi niyet jestimiz, bizim ana siyaset hattımızdan, kırmızıçizgimizden saptığımız, yan kırdığımız anlamına asla gelmez. Biz kendimizi dost bildiğimiz için dosttan hiçbir zarar gelmez inancına bağlı kalarak, Bulgaristan Türklerinin daha iyi günler görmesi, hak ve özgürlüklerine kavuşması, adaletin tesis edilmesi ve demokrasinin üstün gelmesi yolunda beraber olduğumuzu bildirdik.

Bu selam Tüm soydaşlarımızındır. En iyi dilekler de onlarındır.

Aynı zamanda bir HÖH-DOST kavgasından ancak Bulgar milliyetçilerinin kazanacağını, sorunlarımızın çözümünün etkilenip erteleneceğini de biliyoruz. Yolumuzu seçmeni ve doğru çizgide buluşmamış için bu kavgayı vermek zorunda olduğumuza inanıyoruz.

Bu mücadelenin yeni aşaması 24 Nisanda yapılacak HÖH 9. Olağan kurultayı olacaktır. Biz her düğüne kamber olmak niyetinde değiliz.

Devam edecek.

 

Reklamlar