Tarih: 14 Aralık 2018

Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu

Konu: Şair Paruşev mezar oldu.

Georgi Paruşev bir şair ve düzyazısı şiir gibi akıcı olan bir yazardı. Nenesinin adı Ayşe, Dedesinin adı Aliydi. Soy kökünün Yambolu (Yambol) çarşısına dayandığını, oradaki eski kervan saray ardında büyük babasının nal sattığı bir tezgâh ve tırnak kesip nallanan atların yular uçları dolanan bir kuru çomak olduğunu anlatırdı. İkinci Büyük Savaşa katılan babası Bulgar Ordusu’nda fotoğraf çekmeyi öğrenmiş, eve omuzunda bir fotoğraf makinesiyle dönmüştü. Aile İslimye’de yarım asır fotoğrafçılıktan geçindi.

Üçüncü Bulgar Ordusu bu şehre üstenmişti. Babası fotoğrafçı olarak davet edildiğinde,  isminin kısaltılmış şekli Paro olan Georgi 5’ine basmıştı.  Asker resmi çekmek 3 çocuklu aileyi kıt kanaat geçindiriyordu.

Annesi kalçasından özürlüydü. Çocuklar büyüdükçe artan giderleri karşılamak için tekstil fabrikalarında hademelik yaptı.  İsimleri 1962’de değiştirildi. Paro, Türk isminden söz etmiyordu. İslimye’de 4 azınlık mahallesi vardı. Zengin Çingenelerin ”Yukarı” fakirlerin de “Aşağı Mahallede” yaşadıklarını, ayrıca Türk ve Ermeni Mahalleleri olduğu anlatırdı. Hıristiyan olduklarını iddia eden Çingenelerin Türk mezarlığına defnedildiğine işaret ederken, doğduğu evinse şehrin giriş kısmında ve bu 4 mahalleden uzakta olduğuna vurgu yapıyordu.

Eşi Sonya İslimiyeli, III. Boris zamanında anti-faşist savaşa katılan ve daha sonra Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nde Çingenelerden Sorumlu Şubesinde görevli bir cahil kendini beyenmişin soyundandı. Şehirdeki Fransız Kolejini bitiren tek Çingene kızı olan Sonya’yı bir gece Paro kaçırdı. Kız kaçırma kavgalarından sonra damadın yolu açıldı ve hayat basamaklarını ikişer ikişer çıktı.

Paro, Sofya’da Fotoğraf Teknik Okulunda okurken şiir yazmaya başladı. Yazdıklarını ezberliyor. Ayna karşısına dikilip el kafa işaretleri ve sesini yükseltip alçaltarak hayat kavgasında birkaç basamak daha ilerlemeye hazırlanıyordu. “Saraya giren kurbağa”  şiiri sanki yüreğindeki titreşimin resmiydi. Çingene gençler arasında yapılan Bulgarca Şiir Yarışmalarından birinde doğuştan İslimyeli olan Devlet Başkanı Edebiyat, Sanat ve Kültür Sorunları Yardımcısı Georgi Jagarov jürideydi. Paro’nun kıvılcımlı parlamasından etkilendi. Daha sonraki yıllarda defalarca görüştüler ve hemşeri masası kurarak dertleştiler.

1989’un son baharında Bulgaristan’da Jivkov rejimi yaprak dökerken, daha sonraki yıllarda 2 dönem Cumhurbaşkanı olan Demokratik Güçler Birliği öncüsü Jelü Jelev İslimye meydanında halka hitaben hararetli konuşurken katı milliyetçi komünistler tarafından kaçırılmaya çalışılırken, Çingeneler tarafından kurtarılmıştı. 1 hafta boyunca Paro’nun baba evinde gizlendi. Ömründe ilk kez bir Çingene hanesine konuk olan Jelev, Paro ve ailesiyle sıkı dostluk derecesinde yakınlaşmıştı. O günleri asla unutamayan müstakbel devlet yöneticisi, Cumhurbaşkanı koltuğuna oturduğunda, Etnik Sorunlar Şubesi Başkanı görevine Georgi Paruşev’i davet etti. Başkente büyük umutlarla taşınan aileye devlet şemsiyesi açıldı. Kızları İngiliz kolejine yazıldı. Anneye de Sosyolojik Araştırmalar Enstitüsünde iş gösterildi.

Morg görevlisinin düğmelerini iade ettiği elbiseyi çok aktif dönemde alan Paro, Cumhurbaşkanlığında kendisiyle yapılan görüşmelere takım elbiseye beyaz gömlek ve üzerinde kar tanecikleri uçuşan gökyüzü mavisi kravatla gidiyordu. Sorulan sorulara cevap verirken yeni işini “torbada keklik” bildiğinden dolayı, Bulgar toplumunda Çingenelerin yeri ve rolü gibi sorulara Rus muhafazakar düşünür Nikolay Aleksandroviç  Berdaev’in (1874-1948) felsefi-dinsen görüşünü oluşturan çok kültürlü toplumda eşit haklı vatandaşların bireysel, kolektif ve kurumsal haklar açısından yanıt veriyordu. O, 30 yıl önce Bulgarlaştırılan Çingenelerin durumunu deniz suyunun şerbette erimediği örneğiyle açmaya çalışıyor, suyun buharlaşmasından sonra aynı kadehte tuz ile şekerin bir kütle oluşturacağına inanmadığını söylüyor ve dinini kaybeden Çingenelerin dillerini unutmalarından Bulgar kimliği doğmayacağını kanıtlamaya çalışıyordu, eş değer olmayan hiçbir şeyin birbirini aramadığını anlatıyordu.

Evinde gizlenirken, yemeğini yerken, sohbet ve şiirlerine bayılan, eşinin Fransızcasını mükemmel bulan J. Jelev’e bunulan Gergi Parışev dosyası umut edilenden farklı çıkınca onay almadı. Yeni durumda Paro, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı sözde “feylesof” Ahmet Doğan’ın kucağına atıldı. Yukarıdan düşen hiçbir şeye “hayır” demeyen Doğan, boyunun kendi boyundan alçak olduğunu gören Paruşev’i kongre kararı bekletmeden “HÖH Genel Başkan Yardımcılığına atadı. Bulgaristan Çingenelerinin başı sensin” dedi.  Tam o sırada aklını “ya ben onu önce bir sınasam” fikri tırmaladı. Hemen tezgâhı kurdu.  Parti merkezinin 3. Katında bir odayı Başkan Yardımcısı için donattılar ve birden bire “partiye” neredense 5-10 çanta para geldi. Hepsi dolardı. Paro’nun odasındaki dolaplara doldurdular ve “bizim işimiz var, sen bunlara mukayyet ol” deyip kayboldular. Kapının anahtarını da vermemişlerdi. Ömrünün en sıkıntılı anlarını o zaman yaşadı. Sıkıştıkça sıkıştı, “paralara bir şey olmasın ve kariyeri başlamadan bitmesin” hesaplarıyla odadan çıkıp tuvalete gidemedi. Dili damağına yapıştı su alamadı. Midesi büzüldü  kimseye söyleyemedi. En sonunda eşine telefon etti. Yemek ve su istedi. Sonya önce tutuklandığını düşündü. Adresi öğrenince sakinleşti. Buzdolabını ve ocaktaki tencereyi bir torbaya doldurdu ve kocasının yanına koştu. Gerçeği öğrenince “Çingeneliğimizi sınıyorlar” dedi.

Tıraşı uzamış ve 2 gün saçını taramamış kocasına adamlık elbisesinin yakıştığını görünce gönlü bir hoş oldu. Paro “kısmetin kapıya gelmiş elinle itme, sakın paralara dokunma” dedi.

Ahmet’le birlikte birkaç defa Çingene kitlesine indiler. Paro ateşli şiirler okudu. Berdyaev’in kolektif haklar felsefesinin demokrasi, sivil toplum örgütleri, sosyal haklar gibi sayfalarını açtı. Avrupa’da müzik bakımından en duyarlı halkın Çingeneler olduğunu anlattı. O günlerde Paro’nun kanatlarında yeni tüyler bitmişti. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların silah gücüyle Ege Trakyası’na ve Makedonya’ya inen Bulgar işgalcilerin tutuklayıp Polonya’nın “Treplika” Nazı toplama kampına gönderdiği 5 bin Çingene için tazminat ödeneceğini öğrendi. Para kokusu alınca öncü oldu. Kravatı, gözlükleri, paltosu değişti

Adalet ve özgürlüklerle gelen günlere aydınlık saçıyor. Onun sesinde ve kokusunda kendi kimliklerini görenler coşuyordu. Sofraya çöktüklerinde kemancılar onun kulağına çalıyor. Klarnetçi melodiyi onun ruh haline göre toparlıyor. Davulcu tokmağı onun ayağına uygun vuruyordu.  Havada kurulmuş oyuncak kuş gibi uçmaya çalışan Doğan ise, işlerin bozulmaya başladığını işler fazla uzamadan sezdi.

Meclis seçimlerinde Paro Haskovo’dan milletvekili seçildi. Doğan, Georgi Paruşev’in yolunu kesti ve parlamentoya Yücel Atilla’yı gönderdi. O gün DPS merkezinde uçuşan ve kırılan sandalyalar Paro’nun azınlıkların demokratik hakları uğruna mücadele militanı olarak yeni bir kata çıkması yolunu kesti.

Fakat sanki her şey bir üflemede sönmeyen mum gibi birden sönmedi. 2006 yılında DPS’li Başbakan Yardımcı Emel Etem’in özel kalem odasından bir telefon geldi. Aynı elbiseyle ve uçuşan kar tanecikli kravatıyla gitti. Başbakan Yardımcılığı kimliğine bürünmüş, Bulgaristan Türkleri tarihinde en yüksek kata çıkmış Bayan Etem – bugün de Ahmet Doğan, Delyan Peevski, Emel Etem üçlüsü DPS içinde çelik nüvedir – Paro’yu görünce düğmeye bastı. Kapıda beliren kızın “kahveniz uzun mu, kısa mı,  şekerli mi, şekersiz mi olsun?” sorusunu beklemeden elini uzattı ve karşısındaki camı buğulu dolabı açtı. Tombul bir Viski şişesi çıkardı. Genç kıza “buz” dedi. Ardın da hiç uzatmadan. “Bir imzana ihtiyacım var”. İlk yudumdan sonra da “At imzayı al payını!” diye ekledi.

Paro, “gene ne dalavere çeviriyorsunuz?” demeden, Emel’in buğulanmaya başlayan gözlerinin içine sivri uçlu ok gibi girdi ve “anlat da öğrenelim!” demeden kadehe uzandı ve “Hadi şerefe!” deyip sustu.

Başbakan yardımcısı, “ucundan anlatmadan bu iş olmayacak” düşüncesiyle başladı: “Biz bir Çingene Poetika Antolojisi” hazırladık. Avrupa Birliği’nin Çingeneleri Bulgarlara Kaynaştırma Fonundan bu iş için “800 bin euro göndermişler, sen onların en iyi şairisin onayla ve payını al” dedi.

Paro, kitabı görmeden imzayı atmadı, “sahteliğin bu kadarı fazla” derken sesi kalınlaştı, “şerefe” demeden kadehini dikti ve “Hoşça kal!” deyip çıktı gitti. Kapıyı var gücüyle vurmak istese de yapamadı, çünkü kapı kendisi onun ardından sessizce kapanıyordu.

Ondan sonra Paro uzun zaman işsiz kaldı. Haftada bir iki defa Yazarlar Birliği lokaline uğruyor. Birkaç bira çekiyor. Hangi masaya otursa konuşanların susması, onu sinir ediyordu. Oysa “Hayallerin Hamalları” romanından sonra her şeyin değişeceğini umuyordu. Roman’ın büyük bir ustalıkla yazılmış olduğunu kabul etseler de, alan büyük bir tartışmaya kapı açan yoktu. Bulgarlar Çingene Alfabesi ve Kültürü sorunlarını kamuoyuna taşımak istemiyorlardı. Çingeneler ’den bir kısmı Evancelistlere sıcak bakarken, İslam’dan medet umuyorlar artıyordu.

Karı koca ikisi de Çingene dilini iyi derecede bilseler de, anadillerinde okul görmediklerinden Bulgarca günlük dillerine aksansız dolaşmıştı. Yaşlılarsa Bulgarcayı Çingenece şarkı söylüyor gibi konuşuyor, belirtmek istediklerini Çingene dilinde söylüyorlardı. Bilgili, Çingene ortamında yetişmiş tam bir aydın olması tok olduğu anlamına gelmiyordu. Kuran’ı Kerimi Çingene diline tercüme etmek istedi. 8 Çingene lehçesi olduğu, hiç birinin yazı dili olmadığı ortaya çıktı. Onun bildiği en küçük azınlığın sözlü diliydi. Hiç birinin yazı dili olmadığı ortaya çıktı.

 

4 ay önce emekli oldu. Paruşev, bütün sohbetlerinde ömür boyu gün aksatmadan çalıştığını anlatsa da, bundan sonra al şu parayla geçin dediklerinde, eline uzatılan zarfın içinden 220 (iki yüz yirmi) leva çıkınca, bir daha bir daha saydı ve eşi Sonya’ya dönerek “al ne yaparsan yap, beni aç bırakma,” dedi.  Devam edecek…

İkinci bölüm: Gazeteci İslam Beytullov’la dostluğu.

Reklamlar