Filiz SOYTÜRK

Karanlığın aydınlığa dönüşmesi!

Nenem bizim masallarımız gibi içinde kıvılcımı olan yoktur derken tam ne demek istediğini anlayamıyordum. Her şeyi masalsı anlatırken dünyayı sanki yeniden yaratıyordu. Bugün sizlere ocak başında dinlediğim güzel masalların en güzelini anlatmak istiyorum. Hepinizi günlerce düşündüreceğinden eminim. Çünkü ben çocukluğumda Ay Dedeye baktıkça ve şimdi de kısmetim bütün olsun dileği tutarken Dolunay’ı beklerim ve bu masaldır kafamda, gölümde, nenemin o güzel kokusudur burnumda ve sönmeyen bir umut.. .

Birlikte okuyalım:

Çok çok eskiden yeşil bir vadinin içinde bir ırmak kıyısında kurulu bir köy varmış dünyada, tam dünyanın öbür ucunda.

Çok eski dedik ya, o zamanlar gündüzleri pek güneşli geçermiş, yağmur yağmadıkça; geceleri hep yıldızlı olurmuş, bulutlar olmadıkça. Köy sakinleri tarımla uğraşırlarmış, hayvanlar avlarlarmış uçsuz bucaksız arazilerinden, sularını kaynağı çok uzakta olan, köylerinin içinden geçen, ırmaktan alırlarmış. Köyde herkes birbirini sever, sayarmış.

Köyde bir tek kişinin kalbinde öyle büyük bir sevgi varmış ki bütün köyünkine bedelmiş; Dolun’un Interaya olan aşkıymış bu.

Kız Dolun’u bilirmişte tanımazmış yakından. Dolun dayanamamış bir gün gitmiş kızın yanına. Sormuş Intera”ya onunla evlenip evlenmeyeceğini.

Intera demiş ki Dolun’a :

– “Evlenirim evlenmeye ama benim isteyenim çoktur, her gelen kişiden ayni şeyi ister benim babam. Ancak babamın bu isteğini yerine getiren benimle evlenir.”

Dolun şaşmış.

– “Sensin benim kalbimim sahibi” diyerek başlamış sözüne “senin dileğin benim için bir emirdir, söyle isteğini hemen yapayım” demiş aşkına. Intera demiş ki;

– “Bir çiçek vardır yaprakları gümüşten tomurcukları elmastan, onu ister babam benle evlenecekten”.

Dolun:

– “Bekle beni” demiş Intera”ya, “hemen gidip getireyim o çiçeği ama nerededir yeri?”

Intera parmağıyla göstermiş akan ırmağı

– “İşte bu ırmağın kaynağındadır der babam, kırk gün yürümek gerekirmiş oraya varmak için ama bir giden bir daha gelmedi şimdiye dek, çünkü oralar büyülüymüş derler, giden geri gelmezmiş çünkü buralardan çok daha güzelmiş oralar.”

Dolun:

– “Senden daha güzel ne olabilir ki bu dünyada” demiş Intera”ya “Döneceğim, o çiçekle, döneceğim çünkü seviyorum seni, çünkü sensiz anlamı olmaz benim için o güzelliğin”.

Dolun çıkmış yola sonra. Kırk gün yürümüş ırmağın yanından. Hep ne kadar sevdiğini düşünmüş Intera’ya yol boyunca. Tek aklındaki Intera”ymis, tek amacı ise o çiçek. Kırkıncı gün kalkmış Dolun sabah erkenden, yüzünü yıkamış ırmaktan, anlamiski çok yaklaşmış kaynağına ırmağın suyun serinliğinden. Devam etmiş yoluna sonra. Biraz sonra varmış kaynağa, bütün yeşilliklerle çevrili bir göl varmış kaynakta, gölün ortasında bir adacık, adacığın üstünde de o çiçek duruyormuş. Anlamış Intera”nin anlattığı çiçek olduğunu güzelliğinden. Yüzmeye başlamış adaya doğru hemen. Adaya çıkınca karşısında bir adam belirmiş Dolun’un.

Adam Dolun’a:

– “Her gülün bir dikeni, koruyucusu, olduğu gibi bende bu çiçeğin koruyucusuyum, eğer almaya geldiysen ben, Savut, izin vermem buna” demiş.

Dolun şaskın ve de kararlı bir tonla:

– “Ben o çiçeği alacağım sonra aşkıma kavuşacağım” demiş “Hiç bir şey beni kararımdan çeviremez”.

– “O zaman beni biraz dinleyeceksin” demiş Savut “sana neden koparmaman gerektiğini anlatacağım, eğer hala ikna olmazsan o zaman izin veririm almana”. Dolun ikna olmuş ve çökmüş yoncaların üstüne, başlamış dinlemeye…

– “eğer bir şeyi çok fazla istersen ve engelin yoksa önünde onu alırsın, hayatta böyledir, insan engelleri aşarsa yaşamına devam edebilir. Bu çiçekte sadece yasam için bir şeyler yapacaksan engelleri kaldırır önünden çünkü onunda bir görevi var, bu çiçek sadece 28 gecede bir açar yapraklarını ve parlayan tohumlarını göle döker, bu sayede buradaki sular yükselir ve ırmaktan taşar gider zamanla. Bu ırmak sayesinde yaşar bu doğadaki yeşillikler, insanlar, hayvanlar.” demiş Savut.

Dolun başlamış düşünmeye, eğer çiçeği koparırsa kavuşacaktır sevdiğine ama kuruyacaktır ırmakları bunun yanında. Sonunda çiçeğin başına çöker kalır Dolun. Gümüş yapraklarında kendini görür Dolun çiçeğin. Yanında Intera vardır ama niye mutsuzdur ikiside. Aslında kalbindeki tek endişeyi görür Dolun. Zaman geçtikce Dolun’un düşünceleri yoğunlaşır kafasında.

Mutsuzluğunu düşünür, çiçeksiz Intera’siz bir yaşam düşünür.

Koparamaz çiçeği günlerce. Dolun artık yaşamaktan zevk almaz şekilde sadece aşkını düşünerek beklemeye başlar olacakları.

Bir gece çiçek tohumlarını bırakırken göle, bir tomurcukta Dolgun’un sertleşmiş kalbinin üstüne düşmüş, aniden Dolun kalbindeki aşkının büyüklüğü kadar kocaman bir taşa dönmüş, taş o kadar büyükmüş ki dünyaya sığmamış gökyüzüne yükselmiş ve Dünya’yla dönmeye başlamış.

Öyle ki masaldaki ayrılık ebedi, buluşma mucizedir. Karataş şeklinde ayrılık dünya düzenini bozanın kaderidir sanki… Canlı dünyada kara taş olup cansız dünyaya kaymaktan kötüsü olabilir mi? Bu belki de herkesin olmak için var olana bir bireyin el uzatmasına en ağır cezadır. Mutluluk parçalanmaz bir bütündür, ama bin bir yüzlü olduğundan en ince hilalden dolunaya doğru her gün birazcık daha büyü yerken insanlara her şeyin her an değiştiğini devamlı hatırlatmak için vardır.

Bir daha geri dönememe ama döndükçe yeniden doğma; kavuşamama ama birlikte olma anını sürekli arama; her an bir daha bütünleşmeyi arama kaderi var ya! Uzak düşmek, devamlı birlikte dönmek ama bir türlü kesişememek, cezaların en büyü olsa gerek! Durum değiştiğinde, kurallar değişir, yeni olanın ne sonu var ne başı olur! Dünya ile dönen insan ve dünya etrafında dönen Ay! İnsan mutluluğu kendi içinde yaşıyor, Dolunay ancak mutluluk müjdeliyor. İnsan da Ay gibi eski yerinden göç edince tamamen değişiyor. Parçalanmış mutluluk olamaz! Olaylara uzaktan, yandan, yüreksiz bakmak insanı mutlu edemez. Sey,rc, kalan istese de, ne geçmişiyle ne de geleceğiyle iç işe olamaz. Öyle ama geçmişsiz olmak geleceksiz olmaktan pek farklı değildir. Birisi olmadan diğeri olmadığındandır. Geçmişsiz olmak sevgilisiz, sapsız çöpsüz olmak olduğundan, geri dönüşü olmayan başlar.

İnsanın Dolunay beklerken devamlı Ay’ı seyrettiği gibi birşey! Beklemek seyretmenin bir şeklidir. Ay’ın dünyayı seyretmesi misali! İnsan kaybettiğini hep arar. Özler vatan toprağını, bahçelerin kokusunu, karın beyazlığını ve bahar yağmurlarının doğaya can verişini. . Seyrederek beklemek, özlemek kadar zordur.

Nenemin bana masal anlattığı ocak başını özlüyorum. Dolunay günlerimdi onlar. Ben bir ocak başı kızıyım. Ateşe bakıp ısınarak büyüdüm. Yanan ateş aydınlıktır. Sıcağı sevgidir. Sıcaklık aşktır. Sönmüş ve kara kaya olmuş bir kalp olduğu için ay ağarıyor, parlar gibi oluyor ama ısıtmıyor. Güzeller ve güzellikler her an sıcaklıkla okşanmak ve dolmak ister ve bununla yaşar. Sıcaklık olmayan yerde sevgi olmaz! Sıcaklık insanın kalbinde, gönlündedir. Kimse başkasının ateşinde ısınıp mutlu olamaz.

Bizim ateşimiz bize yeter. Biz Türkler Tatminkârız. Büyük özelliğimiz severek ve sevilerek sevgi üretmemizdir. Sevginin bin bir türünü biliriz. Bizde seven uzaktan da sever, uzaktan da sevse sevenin sevgisi ısıtır. Sevginin yaşı yoktur. Ve masalların masalına en güzel sensin demiş olsam da, insanın bazen ömür boyu mutlu olmasına anların en küçüğü bile yeterlidir. Kısmetimiz ve mutluluk haberlerimiz Dolunayla gelir. Umutlarımız açar. Dolunayı bunun için rahmet bekler gibi bekleriz. Onun üşenmeden ve usanmadan dünya etrafında döndüğü gibi biz de Dolunay’ı ararken üşenmeyiz, yorulmayız. Umut yüreğin kanatlarıdır.  Dolunay kendi sevgilisine veremediğini bütün sevenlere vermekle mutludur. Karataş bunu anlatmak ve umudu yaşatmak için Dolunay olmuştur.

Reklamlar