Dr.Halide Akıncı

İlk karın alaca beyazı kara tezekler üzerinde fırça darbesi gibi, tohumdan yeni çıkmış filizler birkaç yaprak ve gözün gördüğü yere kadar yemyeşil bir ovadayım. Dobruca’dayım.

Dobriç’ten Tuna’ya uzanan asfalt yol etrafında toprak bin ile on bin dekar arasında parsellenmiş, iri çiftçilerden 100 bin dönüm işleyen, 500 ile 1000 adet inek bakan var. 24 yıl önce Bulgaristan’da en fazla hayvan buradaydı. Kapısındaki kilit 20 yıldan beri sallanan ve İYİCE KÜFLENMİŞ OLAN büyük salhane, bu nedenle burada kurulmuştu. 300 işçisi işsiz, tarımsal kalkınmanın tay durup adımlanmasını bekliyor. Binlerce dönüm işleyenler taksitle aldıkları amerikan makineleri kullanıyor. Tarım Sanayi Kompleksi dağılmış, sayısı 5 bini bulan iri baş hayvan sürülerinde siyah beyaz 50 inek kalmış, makine parkı kesilmiş, “Belarus” model birkaç traktöre artık yedek parça bulmak çok zor.  Modern üretim yapan tarımsal sermayenin dönüş yolunu kısaltmaya can atan birkaç modern çiftlikçi buğday, mısır ve ayçiçeğini dış pazara ham madde olarak sürüyor. Dış satım Budapeşte Tahıl Borsası üzerinden yapılıyor. Halen Balçık limanında  ayçiçeği tonu 320 Euro, ekmeklik buğday tonu da 160 Euro’dan gemiye doluyor.. Burada çalışan 2 yağ fabrikası kalmış, yerlilerin gururu olan “Kaliakra” fabrikasını satın alan bir Hollanda şirketi önce ocağı söndürmüş, ardından Pazar yapmış marka ve etiketi koruyarak Romanya’da imal ettiği yağları bizde satıyor. Köylerde kaz çiftlikleri var. Kaz kursaklarını tıka basa doldurup Fransız zevki ciğer büyütme zamanındayız. Bu yıl kaz ciğerinin kilosu 25 Euro. Köy üretimleri arasında Avustralya tavşanı rağbette, kesme, parçalama, paketleme ve şokolama işleri de yapılan bir özel mezbaha çalışıyor. Kooperatifçilik dönemindeki büyük piliç çiftlikleri şimdi hububat dolu, ambar olarak kullanılıyor. İş bulup çalışanların maaşları aylarca geciktiğinden aileler veresiye yaşamaya alışmış, dayanamayanlar gurbette, köy sokaklarında dolaşan genç, harmanda top oynayan afacanlar görmedim.

 

Yolumuz General Toşevo yakınındaki “Altın Dobruca” piliç çiftliğinedir.

Çiftliğin iyi günlerini anlatıyorum: Yıl 1985.

400 dönüm üzerine sıralı kibrit kutulu gibi konmuş, 6 sırada on ikişer kümesten 72 adet var. Üniteler arası asfalt yol. Boş alanlarda kocaman ceviz ağaçları yerini sevmiş. Kuyudan çekilen temiz su 50 metre yüksek iki kulede depolanıyor. Atık suları derin yeraltı kuyularından toprak emiyor. Kümes gübreleri samanla takas ediliyor. Özel elektrik ve doğal gaz şebekesi, kümes girişinde bakıcı aile için daire, 200 kişilik çiftlik mutfağı, yemekhane, doktor odası, bekçi evi ve garaj yan yana dizilmiş. Yem fabrikasında günlük reçete üzerine üretilen yemler kümeslere dağıtılıyor. Kümesteki ısı ve havalandırma özdevinimli ayarlanmış. Tek yüklemede 200 bin piliçler kuru saman üzerinde oynaşarak 45 günde 3 kilo büyümeye yarışıyor. Üretim donatımı Hollanda’da getirilmiş. Günlük sağlık kontrolü yapan veteriner hekim ve yardımcıları 24 saat hizmet veriyor. Çiftliğe hizmet veren salhane kesimle birlikte parçalama, paketleme, kıyma, ayak, ibik ve gagadan köpek ve kedi yemi, tüylerden balık yemi üretiliyor. İhracata giden 40 fit soğutmalı konteynerler da burada doluyor.

 

Ne yazık ki, bu güzellik 1993 yılında Filip Dimitrov’un CDC – hükümeti kurulana kadardı.

O gün bugün bu büyük üretim halleri kuşların kış sığına oldu. Biz çiftlikte avlanan avcılar bulduk. Köpekler kuytulara in kazmış tavşan arıyordu.

 

HÖH fahri Başkanı Ahmet Doğan buralıdır. Köylüler Ahmet’i tanıyor ama sevmiyorlar. “Bu harabelik onun işi, hiçbir şeye sahip çıkmadı.  Kendi köyüne içme ve atık su kanalı, okul ve cami yaptı. Bizi öksüz bıraktı.” diyorlar. Türkiye’den soydaş oyları Dobriç seçim bölgesi üzerinden dağılıyor. Bursalı soydaşların aktif olduğu yıllarda Dobriç HÖH / DPS seçim sandığına Türkiye’den gelen 90 bin oy eklenince, oranlı seçim sistemi kurallarına göre, Türk partisi bu ilden birkaç milletvekili birden çıkarmış gibi gözükse de, aslında seçilenler kimsenin tanımadığı ızbandutlardı. Bu uygulamadan, hem politik sistem yara aldı, hem de zarar gören ve ezilen oy verdiği kendi temsilcilerini parlamentoya gönderemeyen Dobrucalılar oldu. Devlet desteğinden her bakıma yoksun kaldılar. Hep göz ardı edildiler. Paranın kölesi haline getirildiler. Ziyaret ettiğimiz “Altın Dobruca” çiftliği bu cennet diyarda sebep olunan yıkımın en kesin örneklerinden biridir.

 

Demokrasiye geçişin 2. özgür seçiminde Dobruca köylüleri oylarını beraberce Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin kurucusu olan, büyük demokrat ve politika strateji bilimcisi, bize saldıran ve isimlerimizi değiştiren T. Jivkov’un totaliter rejime karşı çıkan Aleksandır Lilov’a vermişti. Türkiye’den gelen oyların oranlı sisteme göre denge değiştirmesi sonucu Lilov seçilemedi. Adaletsiz bulunan bu olay burada her adımda anlatılmaya devam etti. Daha sonraki yıllarda da dış ülkelerden, Büyük Elçiliklerden ve gemilerde gelen ve dağılmak üzere burada toplan oylar, Dobriç ilini politikanın ötmez deliği durumuna düşürdü, adaletsizlik hakim oldu, halkın sesi susturuldu, demokrasi iradesi gölgelendi ve kurutuldu.

 

Türkiye’de kullanılan oyla seçilen ve Dobriç kotasından çıkan bir milletvekilinin ne Bulgaristan’ın üçte birini besleyen ve bu yıl bir dönümden 850 kilo buğday alan bu ova insanına ne de adı hak ve özgürlük olan öz davamıza bir faydası olur. Olmadı da! Böyle durumlarda, bir defa oyunu veren, ikincisi seçilen ve üçüncüsü de seçtiren hep pişmandır. En büyük ceremeyi çekense, şu dökülmüş çiftlikler, delik eşik yollar, gençsiz kalan köyler ve tay duramayan köy ekonomisidir. Saraylarda sefa süren Ahmet Beyler doğup büyüdükleri köylerine son 20 yılda bir kez bile uğramadıklarından artık bacaları tütmeyen şu basık tavanlı dar çatı evlerde barınan insancıkların kokusunu bile unutmuştur.

 

Dobruca yollarında kilometre taşlarını sayarken araba radyosundan gazete dökümü dinledik. 3 Aralık 2013 tarihli Bulgaristan Bugün haberinden, bundan sonra Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) partisinin aralarında ön mutabakata varmadan meclise yeni kanun tasarısı ya da yasa değişiklik önerisi sunmama konusunda anlaştıklarını öğrendik. Araç kapısı açık olsa düşecektim. Bu haber, HÖH partisinin kendi başına yasa sunma özgürlüğünü elinden aldığı gibi, yasama özgürlüğünü de bitiriyor. Partinin politik kimliği sıfırlandı. Politikadan anlamayan insanların bu işlere neden burun soktuğunu anlamakta güçlük çekiyorum. HÖH milletvekillerinin kendi başlarına tek tek ya da grup olarak, BSP’ye sormadan ve sosyalistlerin razılığını almadan yasa önerisi sunma hakkı elden gitti. Böylece BSP bizim AĞABABAMIZ oldu.

 

Haberin devamında, BSP – HÖH  “kardeşliği”nde çözümü en güç sorunlardan ikisinin ORTAKLIK PROTOKOLÜ OLMADAN VE PROGRAMSIZ GÖREV YAPAN OREŞARSKİ HÜKÜMETİ ile SEÇİM YASASI olduğu açıklandı. BSP – HÖH hükümeti kurulurken KOALİSYON PROTOKOLÜ imzalanmamıştı. Hükümet Programı da henüz kabul edilmedi. İyi ki, şans eseri büyük bir doğal felaket olmadı ya da içinde batarak yaşamaya alıştığımız bunalım yön değiştirip başımıza yeni belalar açmadı. Hükümet, yolunda şelale olmayan büyük bir ırmak akıntısınca yüzen bir yolcu gemisi gibi, hızlanmadan ve yavaşlamadan, kıyıya çarpmadan ve batmadan şans eseri ilerlemeye devam edebildikçe ne güzel! Ah şu protestolar, ah şu grevler, ah şu istekleri bitmeyen itaatsizler hareketi olmasa ne harika olurdu, değil mi! Geminin motorunu yakmaya bile gerek yok, yüz babam yüz…

 

Şu sosyalistlerin işgüzar milletvekili Maya Manolova var ya, höhçü kör cahillere okutmadan BSP Seçim Yasası Değişiklik Önerisini gizliden meclis kalem odasına sunuvermiş. Ya kardeşim, okuduğumuzu anlayıp anlayamamamız bir yana bize “okutmadan” onayımızı almadan Seçim Yasası Taslağını kalem odasına sunman bile, bu cumartesi gün  “Borovets Kış Kambında” ziyafet çekerken imzaladığımız son ortaklık sözleşmemizin hem özüne hem de ruhuna tamamen aykırıdır. İmzalamışsak uyacaksın, tekrar ediyoruz, okuduğumuzu anlayıp anlamadığımız önemli değil, biz okumadan, onaylamadan, üstüne bir soğuk su içmeden, bundan böyle yer yerden oynasa tasarımmış, önerimmiş, tutanakmış sunamazsın, bitti o günler, biz size esirsek, siz de başı boş değilsiniz.

 

Gazeteler, höhlü kör cahiller daha okumadan, “seçim yasası önerisinde iki ortağın anlaşamayacağı birçok madde var,” haberini yaydı. Bulgaristan Türklerine ve Pomaklara Ahmet Doğan’ı ve yalnız ve bir tek Ahmet Doğan’ı ve onun önerdiği ızbandutları seçme hakkından başka hiçbir hak ve hiçbir özgürlük tanınmamışken, AB’ne girerken, istediğiniz bir şey var mı diye sorduklarında, A. Doğan cebinden altın kalamini çıkarıp, hiçbirimize hiçbir şey sormadan “YOK” diye imzalamadı mı? Biliyorum, az canlısınız ve biz artık uyandık, o zamanları unut, dediniz. Öyleyse, bundan sonra, her birimizin her zaman istediği yerde hem yerel, hem meclis ve hem de AB meclisi seçimlerinde oy kullanma hakkını savunabilecek miyiz?

 

Yoksa Türklerden ve Pomaklardan özür dileyen BSP lideri Sergey Stanışev’in aklından başka bir şeyler mi var? “Ben özür diledim alıp verecek meselleri kapandı!” demesin. Aslında istenecek bir şey kalmadı. Koalisyon sözleşmesi imzalamadan BSP hükümetine ortak olduk. BSP olmasa bize böyle bir şans kim tanır! Yeni günde kimin beklentisi nedir belli değil! Sefil halkımızın beklentilerini ise, ne soran ne de öğrenmek isteyen var. Göz önünde yıkılan çiftlikler insan eli deymeden çökmeye devam ediyor. Hiçbir özel gayret gerekmiyor. İşi tıkırında olanların arabası yoluna devam ediyor. Dobruca tipi, birbirine benzeyen evler ve avlular boş. Sayıları 10–15 olan yeni zenginler,  yaz sıcağında ayaklarını “Albena” sayfiyesinde Kara Denize sokmuş serinliyor, kış aylarında ise, kar yüklü dağ saraylarında ocak başı sohbetlerinde buluşuyor. Ve burada, kuzey rüzgârlarına dayanıklı hayat yeni ders almadan devam ederken, daha ilk yağışlar iri tezekleri dağıtmış,  güzlükler birkaç yaprak büyümüş, güneş gören her şey samimiyetini gizlemeden gülümsüyordu.

Doğa, insan eli sürülmeden bir İsviçre Saati gibi çalışsa da, aynı şekilde çalışan bir çiftlik bulamadık. Biz ayrılırken tek katlı köy evleri yol lambalarının soluk ışımasını yeniden beklemeye başlıyordu.

 

Reklamlar