Rafet ULUTÜRK
Tarih: 02 Nisan 2021

İnsanlar demokrasi yani halk idaresi demezden önce, Krallık (Çarlık) ve tiran yönetimi görmüşler.

Krallar, Tanrı tarafından hükümdar olarak atanan soylardan gelen ya da yönetimi tanrı iradesinden alan ve uygulayanlardı.

Tiranlar, eki Yunan’da siyasal gücü tek başına elde tutan kimseydi. Siyasal gücü zorla ele geçirene de tiran denmiştir. Acımasız, gaddar, despot kimseler olarak tarihe geçmişlerdir.

Bu iki yönetim biçiminin ikisinden de memnun olmayan insanlar demokrasiyi kendileri hayata çağırmışlardır. İlk demokratik iktidar yani halk iktidarı Yeniçağdan önce 508 yılında gerçekleşmiştir.

Halk iktidarının birinci ödevi meclis toplama ve anayasayı, yasaları ve kuralları belirleyip onaylamaktır. O zaman meclis binası, grupları, başkanı ve başkan yardımcıları, kalem odaları, meclis dışı muhalefet yokmuş. Şehir devletlerde yaşam kurallarının değiştirilmesi, genişletilmesi, yenilerin tartışılarak hazırlanıp onaylanması gerektiğinde şehrin 1000 (bin) sakini çağrılıp sorun tatlıya bağlanarak çözülüyormuş.

Bir ceza davası görülmesi gündeme geldiğinde şehirden 100 (yüz) kişi çağrılıp karar veriliyormuş.

Örneğin Efes’e kim sakin olabilir sorunu sivrildiğinde, “ancak Efesli ana babadan dünyaya gelenler” şehrin sakini olabilir kararı alınmıştır.

Delegeler bu işi gönüllü yapıyor ve ücret almıyorlarmış.

Roma parlamentosundaki tüm senatörler asilzade, varlıklı, okumuş, savaşlarda önemli zaferler kazanmış vs. kişiler arasından seçilerek atanıyor. Meclis toplantıları sohbet şeklinde düzenleniyormuş.

Birinci Osmanlı Meclisi 23 Aralık 1876’da seçimle toplanmıştır. Anayasa’ya göre kurulmuş olan bu Millet Meclisinin bir özelliği, alınan kararların Sultan’ın imzalı onayını gerektirmiş olmasıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açılmıştır. Bu mecliste okunan en önemli belge kurucu başkan Mustafa Kemal Atatürk’ün NUTUK’ u olmuştur. Hazırladığı ve onayladığı en önemli belgelerin başında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurup Anayasa ve yasalarını onaylamasıdır. TBMM 20. yüzyılda birçok Cumhuriyet devletinin kurulmasına ve hukuksal yapısının oluşturulmasına yardım ederek önder ve öncü olmuştur.

Bulgar Prensliği Meclisi 1879’da Berlin Konferansı kararlarına göre Tırnova şehrinde kurulmuştur. Bu dünyada toplumsal hayata Meclisle başlamaya kalkan ama bir türlü halk meclisi toplayamayan Bulgar’dan başka bir millet yoktur. Bulgaristan’da ilk Büyük Millet Meclisi seçimi yapılmış ve seçilen 236 milletvekili kurucu mecliste III. Bulgar devletini kurup Anayasası’nı kabul etmiştir. Bu meclise katılmak için seçilen Türkler Bulgarca bilmedikleri için alınmamıştır. Prenslik ve 1908’den sonra Çarlık olan Bulgaristan’da Bulgar partilerinden oluşan çoğulcu parlamenter sistem işlerken, 3 Yüce Halk Meclisi seçimi yapılarak Prens ve Çar yükümlülükleri genişletilmiş ve toplam 25 milletvekili seçimi yapılmıştır. Üç kez rafa kaldırılan Anayasa ve iki Askeri Darbe anayasal demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlarken, 1940’tan sonra Çar’ın monarşi diktatörlüğünde birçok milletvekili aranmayla görev yaparken 1942’de Meclis tüm yetkilerini Bakanlar Kuruluna devretmiştir. Bu dönemde Bulgar olağan ve yüce meclislerinde her defasında değişik partilerin meclis gruplarında Türk milletvekilleri olsa da, nüfusun büyük bir kısmını oluşturan Müslüman Türkler mecliste gerektiği gibi temsil edilmemiştir. Sözü edilen 66 yılda sürekli savaşlara katılarak topraklarını genişletmeye çalışan Bulgar devleti, ülke içinde maddi ve manevi olarak Osmanlı kalıtı kimliğinden kurtulmaya çalışırken, Müslümanları Türkiye’ye göçe zorlamış ve yeni yeni oluşan ve güçle biçimlenen Türk kültürel kimliğine kültürel yaşam hakkı tanımamaya elinden geleni yapmıştır.

1946’da Bulgaristan’da referandum yapılarak Bulgaristan’da monarşi rejimi değiştirilmiş, Çar ve sülalesi ülkeden kovulmuş ve seçimle kurulan yeni meclis anayasa ve yasaları değiştirmiştir. Sosyalist ve 1971’de kabul edilen yeni anayasa ile totaliter komünist diktatörlük dediğimiz zulüm rejimi kuruldu. Sözde Halk Meclisi ve aldığı kararlarla değil, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Büro kararları ve tek adamlı sistemle idareye geçildi. Todor Jivkov diktatörlük kurdu. Bu dönemin kökleri 1956 yılının 2-6 Nisan tarihlerinde yapılan BKP MK Geniş oturumunda başladı. Bu toplantıda Todor Jivkov BKP, Bulgar Devleti ve Bakanlar Kurulunun başına geçmişti. O tarihten başlayarak Müslüman Türklerin devlet eliyle ve terörüyle sindirilmesi, baskı altına alınması, kültürel alanlarının daraltılması, şuurlarının yozlaştırılması için programa gerçekleştirilmeye koyuldu. Halk Meclisi bu kanlı sürece seyirci kaldı. 1956’dan 1989’a kadar aşama aşama şiddetlenen devlet terörüne, iç savaşa, binlerce tutuklanan, yargısız idam edilenlere, toplu mezarlara, “Belene” kampı zulmüne ve soy kırım denemesine yasama organı sıfatıyla Halk Meclisi çıt demedi, sustu. Meclis kararı olmadan ülkede sıkıyönetim uygulandı, Müslüman bölgelerinde hayat donduruldu. Meclis Türk okullarının kapatılmasını, Tiyatrolarımızın kapatılmasını, gazete ve dergilerimizin radyo yayınlarımızın kapatılmasını, Türkçe kitap basımına yasak konmasına, basılanların toplatılmasına, Türk şuurunun köküne kibrit suyu dökülmesine sağır ve kör kaldı. Milletvekillerini hep T. Jivkov gösterdi, hepsini susturdu, yasama ve yargı organlarını kilitledi ve tek kişilik diktatörlük uyguladı.

Bulgaristan’ı vatanımızı iki defa Rusya’ya satmaya kalktı da, yine de başkaldıran olmadı. Sanki halkın şuuru donmuş, gözlerine perde inmiş ve geleceğin adını “ne olursa olsun” koymuşlardı.

Özetle, doğal, sosyal, kültürel insan hak ve özgürlükleri, azınlık hakları tamamen çiğnenirken, yalan iletişim dünyası kuruldu. 1972’den başlayarak isim ve din değiştirme 1984’ten sonra Türklerin dilini, ismini, tarihini, kimliğini ve dinleriyle birlikte tüm gelenek ve töreleri sert baskı ve terör uygulanarak uygulandı.

10 Kasım 1989’dan başlayarak Bulgaristan’da rejim değişikliği başladı ve 10 Haziran 1990’da yapılan 7. Yüce Halk Meclisi seçimleriyle, yeniden toplanan 400 kişilik Halk Meclis Anayasa değişikliği yaptı. Bu meclis ilk kez totaliter düzenin devamı olan sosyalist parti (BSP) ile birlikte Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve Müslüman Türklerin Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) yan yana girdiler. Bulgaristan’da 400’den fazla siyasi parti ve hareket kuruldu. Fakat hem faşizm ve hem de komünist totalitarizm kalıtını kaldırıp tarih kabrine gömecek bir ideoloji, politika ve toplumsal güç ortaya çıkmadı.

Bulgaristan, bu defa elini tutacak ne Nazi sürüleri ne de Moskova sömürgecilerini yanında göremeyince, Brüksel ve Washington köleliğini kabul etmeyi kabul etti. Daha 1990’larda ekonomik, politik, sosyal krizle birlikte Kültür Krizi de başladı. Öyle bir parçalandık ki, bu da 15 bin şişinin kurşunlanarak öldürüldüğü anti-faşist savaşın sert bunalımlarına, ne 25 bin kişinin sözde Halk Mahkemesinde yargılanarak öldürüldüğü, 150 bin kişinin toplama kamplarında süründürüldüğü, tüm azınlıkların ezildiği, özgürlüklerin hepsine idam sehpası kurulduğu yıllara benzeyen yeni bir duruma düştük. Kuşların yuvasını terk ettiği gibi halkımızın memleketi terk ediyor.  Terk edenlerin köylerinin sayısı 2600 olmuş, küçük kasabalar daha da büzülmeye devam ediyor, uçaktan baksan memleket karanlık, insanları Güneşin nereden doğduğunu unutmuşlar ufka bakan yok.

Bu karanlık öyle bir karanlık ki, Pazar gün yapılacak seçimlerde Halk Meclisine kesin girecek olan 4 siyasi partinin:

– Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları GERB;
–  Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP;
–  Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH – DPS ve
– Var, Böyle bir Halk Partisi liderleri ve politik yönetimi arasında birbiriyle konuşan, dertleşen kimse yok. Melis seçilse bile yeni Bulgar hükümeti kurulamayacağını şimdiden bildiriyoruz. İsteklerimizde ısrar ederek, dış ülkelerdeki tüm kardeşlerimizle ve diğer gurbetçilerle birlik olarak hak ve özgürlüklerimiz için mücadelemize devam etmek zorundayız. Bulgarlar 142 yılda demokrasinin, insan haklarının, adalet, eşitlik ve kardeşliğin ne olduğunu anlayamadılar. Ne yazık ki ruhlarını faşizm ve totalitarizm ruhundan koparamadılar ve serbest, özgürce seçim yapacak olgunluğa da ulaşamadılar.

Hepsi Meclise ceplerini doldurmak, biraz daha kemirmek, tıka basa yemek, rüşvet toplama, sadece şahsi menfaatleri için ve halka tuzak kurmak için giriyorlar. 31 yılda 29 milyar çalındığı söyleniyor yazılıyor çiziliyor, dış ülkelere çıkardıkları, bankalara vsy. gizlemişler ve yeniden sıraya durmuşlar.

Kanunlar karşısında eşit değiliz.  Türklere istedikleri adaya oy verme hakkını tanımayan HÖH fahri lideri, en kutsal hakkımız olan oy verme hakkımızı elimizden çekip aldı, başkasına oy vermemizi yasakladı, uymayanın başına gelmeyen kalmadı. Bizden aldığı oylarla devletten her sene cebine attığı milyonlarla saraylar, konaklar kurdu. Bizden aldığı oylarla Moskova ajanlarını ve eski ve yeni Türk düşmanı istihbarat subaylarını halk meclisine doldurdu. Biz seçmenlerin olan her seçim sonrası sadece devletten alınan ve zorla el attığı 300 milyon levayla bir Türk Okulu kurmadı, bir Türkçe kursu açmadı, 2 camiye odun kömür almadı, 5 sakat çocuğa nafaka vermedi, 2 kurban kesmedi, 31 yıldan beri hepimizi soymaya, oylarımızı çalmaya ve hepimizi sömürmeye devam etti.

Ailelerimiz parçalandı. Yoksul düştük. İşsiz kaldık. HÖH partisinde hiç birimize yardım gelmedi. Başarılı olanlarımız tartaklandı, kovalandı, memleketimizden atıldı.

Seçimler aslında bu gidişe son verebilmemizin en güçlü silahıdır.

Halk düşmanlarının hepsine ders verme zamanı gelmiştir. Ne yazık ki bu sene korona virüsü halk düşmanlarına silah oldu. Kimliğimize, ana dilimize, dinimize, geleneklerimize, okullarımıza saldırılar maddi ve manevi dünyamızı sarstı ve bu gidişle hepimizi ağır ve zor günler bekliyor. Hepimizin gözü dış ülkelere gönderdiğimiz yakınlarımızın ve evlatlarımızın eline bakıyor.

Son 4 yılda verdiğimiz mücadele ile posta ve internet üzerinden oy verme hakkımızı, tercihli oy kullanma hakkımızı, seçimlerde dışardan kendi adaylarımızı gösterme ve seçme hakkımızı elde edebilseydik her şeyi kökten değiştirme, Bulgaristan’ı memleketimizi yenilenme, Güneşin önünü kapayan ve hayatımızı karartan bulutları sağ ve sola itebilecektik. Bulgaristan’da biz kollarımızı sıvamadan hiç bir şey olacağı yok.

Son yılların gelişmeleri Bulgar devletinin halkı ve memleketi yönetemediğini gösterdi. Bulgaristan’da bunalım derinleşmeye devam ediyor. 45. halk meclisi seçimlerinde aday olanların 84 polis ajanı, diğerleri de oligarşi temsilcileri, topçu, şarkıcı, davulcu ve zurnacıdır. Bu gidişat pek gidişat değil, amma Herkesin hesabı var bir de Allah’ın hesabı var. Herkes hesap yapar ama Allah’ın hesabı tutar. Rabbim senin hesabına sığınıyoruz…

Bulgaristan’da yöneticiler adam olmak nedir öğrenemediler. Bir hatırlatma;

– Adam Olmanın Yöntemi Nedir?

Günün birinde Hoca’nın da içinde bulunduğu topluluktan birisi;

“Hocam, adam olmanın yöntemi nedir?” deyince;

Hoca Efendi, adamın nefes almasına bile fırsat vermeden;

“Canım, bunu bilmeyecek ne var, elbette kulaktır.” der.

Fakat Hoca, arkadaşlarının “kulaktır” cevabından pek bir şey anlamadıklarını anlayınca açıklama yapma gereğini duyar:

“Aa!. . Bunu bilemeyecek ne var?

Herhangi bir adam konuşurken onu can kulağı ile dinlemeli; bu arada kendi ağzından çıkanı kendi kulağı duymalıdır.”

Yine Türkiye Cumhuriyeti’ndeki soydaşların hepsine duyurulur, Korona virüs salgın dalgasının yeniden yükselmesi sonucu Cuma gün saat 21’den başlayarak 56 saat sokağa çıkma yasağı uygulanacaktır. Bu yasak, İstanbul, Bursa, İzmir, Ankara, Kocaeli, Çorlu, Tekirdağ, Kocaeli ve göçmenlerimizin yaşadığı diğer büyük şehirler ve iller için geçerlidir. Uyulması rica olunur!

Hepinize sağlık ve sıhhat dilerim.

Reklamlar