Nafiye YILMAZ

 

Diz çök ve toprağını öp özünden

Bir güç var, bizlere kaderi çizen

Ne gecesi var, ne gündüzü, biten

O yolda selamet, bizde adalet.

 

 

Ahmet Doğan 61. yaş gününü kutladı.

Milletvekilleri, ilk koordinatörleri, en yakın dostları, dalavere işinde ortaklık yaptığı dostları kuş sütünden başka bir şeyin eksik olmadığı ziyafette halk adına, halk için ve halkın parasıyla hiç çekinmeden yemiş içmişler, kucaklaşıp resim çekmişler. Halktan selam getiren olmamış.

Avludaki Kafkas Kurdu da artık dost düşman ayırmaya başlamış ve hepsine havlamış.

 

“Demokrasi güneşi” doğarken yani 1991’de Ahmet Doğan’ın 34. doğum gününe yalnızca milli güvenliğin VI. Şube gizli ajanlarından olup milletvekili seçilen Nerettin Mehmetov Ahmetov, , Orhan Tahirov  Memişev, Recep Saliev Sadıkov ve İbrahim Tosun Tatarlı gibi Türklükten  dönenler katılmıştı. Şimdi onların kimi vefat etti. Diğerleri de ortalıkta görünmüyor. Hiç birini hatırlayan bile olmadı. Ahmet de kimseyi sormadı. Adam feylesof akan suyun geri dönmeyeceğini biliyor.

 

Adına “köşk” dense de iç düzgüsü olmasa bir hapishaneyi andıran dar odaları gezip dolaştıktan sonra, grubun 3 bin leva toplayıp aldığı ve özel paketlettiği hediyeyi sunmazdan önce, sivri akıllı olduğu bilinen yeni vekillerden biri, yeme içme arasında, galeyana geldi. Son aylarda Doğan’ın “şanson” şarkılarına bayıldığını hatırlayarak,

 

–     Müsaadenizle doğum gününüzü bir bir masalla kutlamak istiyorum. Dedi.

  • Müsaade senin Betim, deyen Doğan, uygun bir köşeye çekilip dikkat kesildi.

 

Şerefsiz Mahkûm

 

“Olay, Fransa’da 14. Lui vaktinde olmuş. Çoban soyundan olan ama Kral’ın her işine koşan ve gözüne girmeyi beceren biri, son söz sahibinin iradesiyle ucu idama açık, hapse düşmüş.

 

Darağacında sallanacağı gün belirlendiğinde iyice sararıp solan mahkûmun yanına hilekâr tuzakçılığıyla ünlü 14. Lui ansızın son görüşmeye gelmiş ve şöyle demiş:

 

  • Sana bir son şans vermek istiyorum. Ödevimle baş edebilirsen, yarın dışarıda

olursun, salıverilmeni emredeceğim. Bu gece koğuşunda gardiyan olmayacak. Burada bir yerde kapı var. Bulabilirsen çıkarsın. Bulamazsan gardiyanlar sabah seni son yoluna uğurlar.

 

Hakikatten birkaç dakika geçince gardiyanlar mahkûmun kelepçeleri indirip kayıplara karışmışlar. Hürriyete kavuşma şansı elde ettiğine adeta inanamayan mahkûm hiç vakit kaybetmeden kovuştan çıkış deliğini aramaya koyulmuş. Dehlizde bir çul ardında bir delik görünce delirecek gibi heyecanlanmış. Sokulmuş, sürünerek ilerlerken sonunda merdiven dayalı olan bir tünele girmiş. Merdiveni de tırmanmış. Yoluna çıkan yeni basamakları da aşmış, bir ara yüzünü gözünü serin rüzgâr okşamış ve kurtuluyorum heyecanıyla kendini çok yüksek bir kulenin en tepesinde bulmuş. O yükseklikten etrafına baktıkça hayal kırıklığına uğramış, çünkü oradan inmek imkânsızmış. Son şansımı da kaybettim umutsuzluğuyla koğuşa dönmeye karar vermiş.

 

Döndüğünde onu bekleyen nara yorgun ve bitkin serildiğinde kendini 14. Lui’ye yakın hissettiğinden, kendisini aldatmadığına hâlâ inanıyormuş. Öfkesini çıkarmak için elini vurduğu taş duvar ansızın kımıldamış, itince taş oynamış, taşı söküp delik açılmış ve yeniden heyecanlanarak karanlık ine sokulmuş, sürününce genişçe bir tünele girmiş ve ilerlerken kulağına su şırıltısı gelmiş. Bu defa çıkışı bulduğuna çok sevinen mahkûmun yüreği sevinç dolmuş. Nihayet bulduğu kapı büyük taşlarla örülü olduğundan, bir nefes uzaktaki hürriyeti yine yitirmiş. Taş duvarlarda avuçlarıyla bir delicik bulmaya çalışsa da nafile ve sonunda bir daha umudu kırılınca tamamen bitkin bir halde koğuşa dönmüş ve nara boydan boya yeniden uzanmış.

 

Gözler tavanda gece geçmiş. Koğuş deliğinden girip karşı duvara vuran güneş ışınları sanki sen şansını yitirdin, bu sabah son nefesini vereceksin, der gibi oynaşıyorlarmış.

 

Ansızın kapıda beliren Kral:

  • Neden buradasın? Ben senin çoktan kaçıp gittiğini düşünmüştüm, demiş.
  • Sizin beni yalandırmadığınızı düşünüyorum, demiş mahkûm.
  • Sana şeref sözü vermiştim. demiş Kral.
  • Koğuşun ve kalenin her köşesini gece boyu aradım. Fakat bir delik bulamadım.

Deyen mahkuma Kralın cevabı şu olmuş.

  • Kapı onurlu insanlar için her zaman açıktır. Senin için de gece boyu açıktı.

Çıkmak isteseydin, seni kimse durdurmayacaktı. Gidebilirdin. Besbelli onursuz birisin. Açık kapıyı göremeyecek kadar körleşmişsin. Yapacak bir şey yok. Demiş.

 

Ahmet Doğan, masalcıyı dikkatle dinledikten sonra, usulca kalkıp

 

  • Sen bana şerefsiz deyecek kadar ne zaman büyüdün? Demiş.

 

Sıra hediye paketlerini açmaya gelmiş.

Milletvekillerinin hediyesi çok büyükmüş. Almazdan önce çok düşünmüşler.

Paketin üstünde DRON yazıyormuş.

“Dron” – uzaktan komandolu pilotsuz bir uçak.

10 km uçabiliyor. İyi yönetildiğinde açık pencereden içeri girebiliyor. Ahmet’in kaldığı mekân ile Sofya Millet Meclisi arasındaki mesafe havadan tam 10 km. Kapıdaki gardiyanlar

“Büyük Liderin” mektuplarını açılıp okunduğundan ve o adına “köşk” denen ama aslında bir hapishaneyi andıran korumalı mekândan asla dışarı bırakılmadığından, avlusundan uçurulup meclisteki HÖH-DPS penceresinden içeri girecek ve mektup taşıyacak bu pilotsuz uçağı almayı düşünmüşler. Böylece devamlı mektuplaşacaklarmış.

Başa gelen çekilir.  Hayırlı olsun.

Reklamlar