mustafa 222 Dr. Mustafa KAHRAMAN

Konu: Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının gerçek temsilcisi kimdir?

Bulgaristan siyasetine atfen söyledikleri doğru çıkan, bulunduğu öngörüler gerçekleşen, vurgulamalarına dikkat edilen politik-yorumculardan biri, yaşı hayli ilerlemiş olan Petır Buçarov adlı bir kıdemli gazetecidir. O, “bTV” stüdyosunda “yeni yüzyılın başında Bulgaristan’ın en önemeli sorunu nedir?” sorusuna şöyle cevap verdi: “Statüko” (var olan durum) ve ilave etti:

Bulgarlara şöyle diyorum: SSCB’den sonra vatanımız ‘starüko’ ile lanetlendi.  Var olan durumun neresi en ağır beddua aldı diye soruyorsanız: “Kamuoyu Rusçu (Rusofiller) ve Rus aleyhtarı olan (Rusofoblar) olarak ikiye bölünmeye hazır duruma geldi. Bu,  kötülüklerin içinde en kötü olanı oldu.  Neden mi? Ülkenin bölünmüş durumu yabancı çıkarlara hizmet ediyor.”

Dikkat çekici bir saptama! İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Rusya Federasyonuna ihracatımız tamamen durdu. Moskova’dan yalnız doğal gaz ve ham petrol alıyoruz.  Karadeniz’e gelmez oldular. 26 yıl önce okullarımızda Rusça ikinci zorunlu dildi. Bugün ders programlarından kaldırıldı. Rusya ile ilgili tutum kamuoyunu ikiye böldüğü gibi, iletişim ortamında “Ben Ruslara karşı cepheye gitmem!” kulağı deliyor.

Tecrübeli gazeteci Buçarov’a “HÖH-DPS liderleri Bulgaristan azınlıklarının gerçek temsilcileri değildir, kanısı güç topluyor, bu konuda fikriniz nedir?” sorusuna verdiği yanıt şöyle oldu:  “Gerçek” olanlar hangileri? Ya şu şirketler çemberi; Ya şu “Tsankov Kamık” milyonu; Ya bunlar iktidar sofrasında çok şiştiler, patlayacaklar… Ve daha bir iki bilinen şeyi sürekli önüme atıyorsunuz. Bunlar hepsi boş tenekeden çıkan sestir… Politik iktidara ”sürtünen” parmağını yalar…

Vatandaş ne zamana kadar aldatılabilir?

Yukarıdaki yanıt, ipleri elde tutan kulisin, A. Doğan ve L. Mestan tarafından temsil edilen ve halktan, Türkler, Pomaklar ve Çingenelerden tamamen kopmuş olan grubun, ülke olanaklarını talan etmeye devam etmesine sanki göz yumacağına yeni bir işaret. Son zamanda HÖH kadrolarının devlet makamlarından kovulması durduruldu. Yine bu arada yolsuzluklara karışmış olan pek çok HÖH lider takımına yakın kadro hakkında açılan davalara bakılmıyor.  BTK bankası skandalında portföyünden 4.2 milyar leva çalan ve olayda ismi en sık zikredilen HÖH milletvekili D. Peevski’nin sorgulanmak üzere savcılığa çağrılmaması dikkat çekti.   Tatilden önce politik iktidarın ayakları iyice sallandı ki, Türklerin kurduğu partinin meclis desteğine can simidi gibi sarılırken, araba devirmeyen yolsuzluklara göz yummayı gündeme aldılar.

Deneyimli gazeteci iç siyaseti harmanlarken dedi ki:

Şimdiki politik ortamda iktidardaki GERB ile HÖH / DPS arasında resmi koalisyon kurulmasına gerek yok. Bu adım atılırsa, çalgıcılara fazla para verilmiş olur. L. Mestan ve etrafındakilerin kırmızıçizgiye aşmadan ve B. Borisov’la olan bağlaşıklıklarından başka birine değil, Bulgaristan’a hizmet veriyoruz inancıyla mutlu olmaları yeterlidir.”

Yorumun yorumunu yaparken bizdeki Moskov kafalar rahmete kavuşmadan memlekette suların durulmayacağı sonucu çıkarılabilir. Moskovacılardan kurtulmamızla yerleşik anti-Türk, anti-İslam, “ötekileştirici”, korkutma, huzursuz etme ve güvensizliğe itme siyaseti arınıp durulur mu, dersiniz? İnanmıyorum!  Çünkü HÖH-DPS lideriyle kahve içen ve gizli paylaşım yapan GERB lideri, Türklerin ve Müslümanların özgün hakları konusunda burnundan kıl kopartmıyor. Bu tespiti partinin tüm çakma liderleri hakkında da söyleyebiliriz.

AB uyanmaya başladı.

Geçen yazımda işlediğim “insansız kalma” konuda gelişme var. Kuzey Batı illerimizden Vidin’de nüfus çoğunluğu Çingenelere geçti. Tuna incimiz Vidin Çingene nüfusun % 50 çıtasını atladığı ilk ilimiz oldu. Ülkemizdeki ana çelişkinin Moskova yandaşları ve hasımları arasında kızışan kapışma olduğuna işaret ederken Buçarov, Bulgaristan nüfusunun önü alınmaz bir şekilde Çingeneleştiğini vurgulamıyor. Başka bir Tuna şehrimiz olan Rusçuk belediyesine bağlı Slivo Pole muhtarı Georgi Golemanski, yeni evli çiftlerin, büyük ailelerin ve soyların çocukları ve yaşlılarla birlikte ülkeyi terk edip Almanya, İtalya ve İspanya’ya yerleştiğine, gidenlerin arkada kalanların gidenlerden gelen parayla yaşadıklarını anlatıyor –  17 Ağustos 2015 tarihli “Trud” gazetesi. Benim dünya görüşüme göre, en temel çelişki, dolayısıyla esas sorun yerleşim yerlerinin insansız kalma eğiliminin hız almasıdır. İnsan olmayın yerde toplum olmaz yani sorun olmaz. Bu konuda Bulgaristan makamlarına itimadı tamamen yitiren AB Genel Kurulu “NENEMİN KONAĞI” adlı bir girişimle 15 Batı Avrupalı genci Rodop Dağlarında bulunan Dryanovo, Manastır, Yugovo ve Curkovo köylerine göndermiş, yaşlıların sosyal sorunlarını araştıran gençler, bir köyde en fazla 5-7 yaşlı kadın kaldığını, gençlerin büyük kentlere yerleştiğini ya da dış ülkelere çıktığını ve yıllardır geri dönmediklerini tespit etmişler. Rodop dağları insansız kalıyor.

Buçarov bu duruma işaret etmiyor.

Politikayı perde ardından ayarlayanlar, okuma yazma bilmeyenlerin seçime katılmasına müdahale etmeyi düşünüyor. Mesela seçim günü, oy kullanmaya gelen vatandaştan, kimliği ile birlikte ilkokul diploması da istense, Çingenelerin yarısı ve Rodop dağlarını bekleyen 90’lık ninelerin hiç biri oy kullanamayacak. Partiler artık seçmenden korkuyor. Okuryazar olmayan kitlenin oyunu kime atacağı öngörülemez iddiası ağır basıyor. Oysa oy kullanmak her vatandaşın anayasal hakkıdır. Bunu anlatanlar boşuna yırtınıyor, çünkü Borisov ile Mestan burunlarından kıl aldırmıyor. Çingene nüfusun yarısı okuryazar olmadığından sandıktaki durum güvenli değil.

Köylerde iş olmadığına herkes muhtar olmak istiyor.

Makreş belediyesinin Kireevo köy nüfusu 21 kişiyken Temmuz ile Ağustosun 15’i arasında 2 200 kişi olmuş. 5 muhtar adayının her biri Çingene gettolarından otobüslere doldurduğu vatandaşların eline birkaç para, bir sandviç, bir bira tutuşturup köy nüfusuna kaydediyor. Nüfus kayıt defteri dolmuş. Polis bir eve 10 haneden fazla kaydedilemez emri verince, köy çıkışından sonra olmayan yirmi adrese de kayıt yapılmış. Bu gidişle 25 Kasım yerel seçimlerinde Bulgaristan nüfusunun 10–15 milyona çıkması bekleniyor. Brüksel sosyal yardımları sefil sayısına göre verdiğinden  “pasta dilimlerini” dağıtan “saray garsonları” yılbaşına doğru işten baş kaldıramayacak benziyor. Saray etrafında kuş uçurtmuyorlar,  nedeni iyice belli oldu.

Müsaadenizle bir olay daha anlatmak istiyorum:

Bugün aldığım haberlerden biri, adaletin mutlaka tecelli ettiğini doğruladı. Karlova kentinde Filibe il mahkemesi kararına rağmen “Kurşun Cami”mizi gasp etmek isteyen, şehirde dazlak kafalı gösterileri düzenleyen, Türk düşmanlığı kışkırtan, bağırıp çağıran, artık dedesinin eski faşist subayı ve brannik olduğunu öğrenebildiğimiz ve (yazacağım şu satırlardan utanıyorum) Bulgaristan Demokratik Güçler Birliği (CDC) Başkan Yardımcısı olan Belediye Başkanı D-r Emil Kabaivanov kelepçeleri takın diye bu sabah bileklerini uzattı.

Ya şu savcılık ufak ufak bir iki adım atsa ne güzel olur.

Yerli Türklerin taşınmazlarına, şehir ve köylerdeki Baş Müftülük mal-mülküne el koymaya çalışırken yasaları tanımayan Belediye Başkanı Kabaivanov, ne yazık ki, Türklere yaptığı zulümden ötürü tutuklanmadı. Onun büyük bir yolsuzluk şebekesinin başı olduğu tespit edildi. 500 memur çalıştıran Karlova belediyesinde, işte görünen ama işe gelmeyen ama maaş alan büyük sayıda personel olduğu açıklandı. Bununla birlikte D-r Kabaivanov, “Banya” kaplıca merkezinde bulunan ve değeri 7 milyon leva olan kamu taşınmazına el koymuştur.

Bu yolsuzlukta Ahmet Doğan’ın yakın dostu bizde Rus menfaatlerini temsil eden oligarşi kodamanlarında Rumen Kovaçki ile ortaklık yaptığı kanıtlandı. Böylece güzel bir şehrimiz faşist tohumu bir dazlak kafalıdan kurtulmuş oldu. Kutlu olsun.

Şimdi size BURNUNDAN KIL ALDIRMAYAN fıkrasını anlatıyorum:

Şopar Ahmet bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Saraya doktor çağrılır.

Doktor muayene eder, ağırı kesiciler verir, gider. Lakin şopar Ahmet’in baş ağrısı artarak sürer. Üstüne üstelik baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağırılır… şopar Ahmet Bulgaristan Müslümanlarının başına sarılmış bir beladır, çalıp çırpma zenginidir, ağrıyı kesene Hanay Adalarında tatil ya da Sofya fahişelerinden en iyisini vaat eder. Doktorların hiç biri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Sarayda kendinden başkası yaşamadığından ev halkı birbirine karışmasa da, hademe ve korumaları telaş alır. Ağrıdan geceleri uyuyamayan şopar Ahmet Rusya’nın Sofya Büyükelçiliğine haber eder ve doktor ister.

Büyükelçilik en iyi doktoru seferber eder. Saraya bir kamyon teçhizat gelir. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, tahliller yapılır… Görünüre bakılırsa şopar Ahmet turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle ayakta zor duran şopar Ahmet, bu defa da yurt dışına İsviçre’ye götürülür. Orada doktora çıkmazdan önce Aylin hanıma verdiği “Löwe Bank” vekâletini bozar. Zürih ‘te hastanede haftalarca kalır, onlarca profesör, görüş alışverişi yapar, tahliller tekrarlanır.

Sonuç: Şopar Ahmet’e teşhis konulamaz.  Artık yerinden kalkamayan şopar Ahmet’e ağırı kesici iğneler verilir, altmışlarını süren adamın ülkesine dönüp dinlenmesi, daha doğrusu eşlerinden bazılarıyla helâlaşması, son günlerini sarayda geçirmesi tavsiye edilir.

Şopar Ahmet Sofya’ya döner, saray odalarından birine yatırılır, ağırı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.

Ezra ili beklerken, bir gün şopar Ahmet’in keyfi gelsin diye, eski berberi Kuduz Efendi çağrılır. Berber, yataktan kalkamayan şopar Ahmet’i tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber Kuduz Efendi bir an düşünür. “Sakın sizin burnunuzda bir kıl dönmüş olmasın.” Bir bakar, “Hah işte!” der, “kıl dönmüş.” Şopar Ahmet’in şaşkın bakışlarına aldırmaksızın, çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.

Hademe ve korumalar şopar Ahmet’in sarayı ayağa kaldıran çığlıyla odaya koşar.  Kuduz Bey şopar Ahmet’in elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir. Şopar Ahmet’in kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah, neredeyse birkaç gün önce, aylardır ilk kez rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır.

Dönen kılın, sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak iki gün önce keşfetmiştir. Çözümün bu kadar basit olacağı kimsenin aklına gelmemiştir.

Evet, yukarıdaki yazımda sizlere, burunlarından kıl kopartmayanların çaresizliği yüzünden son derece çökmüş bir durumda, acı içinde olan memleketimizi, bir muhtar görevi için bile dönen dolapları anlattım. Bu olayın çözümünün, oyunuzu tanıdığınız ve güvendiğiniz şahıslara vermekten geçtiğini anlatmak istedim. Gerçek temsilcilerinizi ancak kendiniz seçebilirsiniz. Bunu yağdan kıl çeker gibi yapacağınıza inanıyorum.

Bugün burunlarından kıl çektirmeyen zavallıların ise çok çekecekleri var. Hepsinin sırası gelecek.

Reklamlar