Tarih: 10 Mayıs 2019
Yazan: Oya CANBAZOĞLU
Konu:  Biz neden her konuda hep kuyruktayız?

Uzaktan baktım pek çok, yanına vardım hiç yok” bilmeyeceğimizi hayatın her alanında yaşadığı ve hatta günümüzü belirlediği yıllarda yaşıyoruz. Etrafımızda olup bitenler sanki yanımızda ama aynı zamanda bizden uzakta oluyor. Brüksel’e gidip 15 bin leva maaş almak isteyenler TV ekranında saat başı önümüze kucak dolusu yalan döküyorlar. Yalan yense çalışmamıza gerek yok…

Aklıma dedemin buğday ekmesi geldi.

Tezeklerin arasında yuvarlanmayayım diye, tarlanın kenarına bırakmıyordu beni. Düşe kalka arkasından yürüdüğümü görünce, “ben sana demedim mi!” der gibi sert davranır, kolumdan tutup sürülmemiş yere otururdu ve “Bak!” derdi. Baksam da tohumları göremediğim için ne ektiğini bilmiyordum.

O, elini önliğine sokup çıkarıyor, avucundaki hep aynı hareketle saçıyor ama ben onun ektiği taneleri göremiyordum. Hep aynı hareketlerle boş avucunu açıp kapasa bile, ben tarlanın ekildiğine inanıyordum. Dedemin doğruluğunu kanıtlayan, hasattı. Harmanda çuvallar arabaya yükseldiğinde ona bakan gözler sevgi ve saygı doluyordu.

Bitmemişler, azalmışlar

Bulgar siyasetinde kullanılan biçim, stil ve yöntem, boş atıp dolu tutarak, halkı aldatmaktır.

GERB Başkan yardımcısı Tsvetanov Koşukavak (Krumovgrad) ahalisini toplamış “26 Mayıs seçimlerinin AB için “çok önemli, oyunuzu vermeseniz, bizi geri vitese takacaklar” demiş.

Dinleyenler de, “biz zaten 30 yıldan beri geri vitesteyiz, o da bozuldu, yerimizde sayıyoruz” demişler.

Tsvetanov Sofya’daki “daire dalaverelerinden ve gerbin bunalımlarından” hiç söz etmeden, doğrudan büyük politika gölüne atlamış, köyleri gezeceğine, bölge hastanesine gidip durumu öğreneceğine, okullardaki durumu göreceğine, altın madeni şirketinin şefleriyle Ada Tepe’de bir çevirme yemiş ve üstüne içtiği kaynak suyunu çok beğenmiş.
Köprüden araçla geçerken, bu Burgaz Dere’de balık olur mu” diye sormuş, “bıyıkçırın”   bulgarca adı olmadığına “Mustaklı” demişler ve Tsvetanov’u güldürmüşler. “Bulgaristan’da Türk yok” politikasının savunucalından biri olan “büyük” politikacı, ötede beride yamaç tarlalara yayılmış tütüncüleri izlerken “azalmışlar” dedi…

Kırcaali’ye büyük saldırı var. GERB’in tüm topları ilk kez aynı yerde toplanıyor.

Seçim önünde lokmalar çok büyük. Yambol’a Borisov 27 milyon levayı bir kalemde attı. Sanki devletin parası GERB partisinin parası. Bu ateist, dinsiz sürüsünün bir tek Müslümanlara iftar vermediği kaldı. Oya karşı iftar olur mu, tutar mı, bilemiyorum… Bütün konuşmalarda “geçmişi unutalım” diyorlar.

Barış bir isim değil, değerdir.

TV’ler Papa Francist’in Sofya ziyaretini yakından gösterdi.

Türkiye’den İzledim. Papa’nın başkent merkezinde halka açık bir ortamda yaptığı Barış Ayini’ne Bulgar Ortodoks Kilisesinden hiçbir papaz katılmadı. Papa aracıyla geldi gezdi. 2 sene önce Rusya Federasyonu Başpiskoposu Kiril gelmişti. Bulgar devleti onu uçak alanından fiyatı 500 000 (beşyüz bin) Euro olan siyah Mercedes’le alınmıştı. Olayı izleyenler diz çökmelere, el öpmelere, kullanılan sıfatlara dudak ısırmıştı. Fakat buna karşı Papa halk adamı olarak gezdi. Özürlüler yanında durdu. Kısa öz konuştu.

İlginçtir. Hem Katolik hem de Ortodoks kilisesi ayinlerinde en sık kullanılan “barış” sözüdür. İki kilise de fırsat kaçırmadan “barış” derken, “ortak barış” paydasında buluşamadı. Katolik Papa ile Ortodoks Papaz el sıkışmadı. El ele tutuşup “barış” demediler. Aslında beklenmedik ve çok ilginç bir olay oldu. “Barış” her şeyden önced insanların, halkların birbirini öldürmemesi, şehirlerin bombalanmaması,  huzur içinde yaşama  anlamı taşır.

İnsanlığın en temel görevi barışı güçlendirerek yaşatmaktır. Barışçı insanlar, hayatı çekiler içinde geçmiş, zulüm görmüş aileler çocuklarına “Barış” ismi verir. Bu, Bulgaristan Türklerinde de yaygındır. Üstelik katolikler ve Ortodokslar “biz Hıristiyanız” diyorlar. Dinimiz “barış dinidir” diyorlar. Ne var ki, Sofya’da “barış” konusunda bir arada buluşamadılar.

Aslında bu konuda Bulgaristan son yıllarda hızla silahlanıyor.

2018’de yıllık silah harcamalarındaki dünya sıralamasından ilk 10’a girmiş. Avrupa’nın en fakir halkının silahlanma yarışına alet olması ve sürekli “barıştan” söz etmesi, hedef çarpıtma olduğunu ortaya koydu. Bulgaristan’da “barış” propagandasının sahte amaçlar için kullanılması üzücüdür.

Ziyaretin yapıldığı 5 Mayıs tarihinden bu yana bu olay üzeri nde düşündüm.

Osmanlı XIV. Yüzyılda Rumeliye geçtiğinde, burada yüzleştiği Ortodoks Hıristiyanlarla savaşmamıştır. Edirne’de, Niğbolu’da, Varna’da ve diğer yerlerde Katolik Haçlılarla cenk etmiştir.

Şimdi olan nedir?

Bulgar Ortodoks Kilisesi Papazları 1004’te Venedikli haçlıların 4. Seferlerinde Ortadoks Konstantinapol’ü (bugünkü İstanbul) yağma etmelerinin ahtını mı çekiyor?
Yani biz bugün, 26 Mayıs 2019 Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden 16 gün önce, sosyal medyada 24 saat, hele de şu “brekzit” kargaşarında, kulak vermek zorunda olduğumuz, “Avrupa Dağılıyor” masallarını şöyle mi anlamalıyız?

Avrupa dağılıyor, çünkü Katolik Papa ile Ortodoks Papazlar tokalaşmıyor!

Avrupa dağılıyor, çünkü Katolik Papa ile Ortodoks Papazlar göz göze bakamıyor!

Avrupa dağılıyor, çünkü Katolik Papa ile Ortodoks Papazlar birbiriyle konuşmuyorlar!

Bu Hıristiyan din adamları birbirine neden el uzatmıyor?

Cevap. Utandıkları geçmişlerinden ötürü tabii.

Kendileri aralarında el sıkışmasalar da halkların geçmişi unutmasını ve kucaklaşmasını istiyorlar. Susarak unutturmak istedikleri tarih çok can almış, bu kuşkusuz.

Son Büyük Savaşta 100 milyon insan öldü.

Soğuk Savaş döneminde totaliter diktatörlük de çok problemliydi. Örneğin Bulgaristan’da Müslüman Türkler kimliklerinı direnişle koruma kavgası verirken, isim değiştirme zulmünde ve yaşadığımız “kültürel soykırımda” ve vatanımızdan kovulurken Bulgar Ortodoks Kilisesi Todor Jivkov katiline ses yükseltip “sen ne yapıyorsun, onlar bizim vatandaşlarımız” demedi.
Unutmayalım, kimse kendi kusurundan yarar sağlayamaz.
Bu bakıma, bugün meydan ayinlerinde yükseltilen “barış” çağrılarına katılma cesareti bulamayanların sebeplerini anlamakta zorluk çekmiyoruz. Biz Bulgar Yüksek Ruhani Heyeti Papazlarının suskunluğunu anlamak zorundayız.
Osmanlı devrinde, onlar İstanbul’da Devleti Aliye tarafından beslenmiş ve yemlenmişlerdi. Bunu bu gün tanımak istemeseler de, belgeler ortadadır. Onlar, bu gerçeği itiraf etmeseler bile, son tavırlarında samiyetsizliklerini herkes gördü. İlk kez olmak üzere, demokratik kamuoyu, bu konuda, yorumlar yayınladı ve Bulgar milli bilinci, yüksek ruhani temsilcilerin tavrında değil, memleketteki kiliselerde İncil okuyan, dua eden, çan çalan, mum yakat kesimin bilincinde yeşerdi diye yazdı.

Barış, iki yanaklı bir sevgili değildir

O, tüm insanların ortak nimetidir. Güney Afrika’da ya da Uganda’da barış isterken, memleketinde etnik, dini ve kültürel azınlıklara yapılan zulme kör seyirci kalmak, artık zamanını yaşamış ve çöplük olmuş bir değerdir. İnsanları birleştiren ortak değerlerden yana çıkarken, ayrımcılık uygulanamaz, uygulanmamalıdır. Görüldüğü üzere, bizde düşmanlıklar, kin ve öfke birikimi, iyiliklerden çok, çok fazla olduğundan, Bulgar kamuoyu ruhunu eziyor. Barış tüm insanlığın en değerli nimetidir. Ortak bir değerdir. Kabul etmeyenler geçmişleriyle hesaplaşmak zorundadır.

 

Diyalog olmadan barış olmaz.

Papa Francist’in Sosfya ziyareti Avrupa dinleri ve din adamları arasında diyalog ve temas eksikliği olduğunu gün ışığına çıkardı. Bu nedenle olacak ki, Papa başkentimizde yaptığı kısa cümleli, duygusallıktan çok uzak, kesin ve katı temasında “köprüler kuralım” dedi.
Fakat tek ayaklı köprü olmaz ki! Köprünün varacağı bir yer olmalı!
Diyalog olmayınca, dünyanın değiştirile-bilmesi olanaklı olabilir mi? 35 yıl önce Bulgaristan Müslüman topluluğu ile Totaliter rejim arasında temas ve diyaloğun kopup kesilmesiyle ne kadar ağır günler, zulümlü yıllar ve acı anlar yaşadığımızı herkes bilir. O yıllarda sosyal medyaların rolü çok büyüktü. Radyo çağıydı. İyi haberleri ancak ve yalnız dış radyolardan alabiliyorduk. Hiç birimiz Bulgar basınını okumuyordu. Çünkü haber ve yorumların hepsi yalandı.

Tarla boş kalsın, Türkler aç kalsın ve çekip gitsinler diye yalan ekiyorlardı.

Tutmadı. “Yalancının mumu yassıya kadar yanar,” atasözümüze inananlar haklı çıktı. Ve şimdi Papa Francist karşısına çıkıp, 140 yıllık şu 3. Bulgar devletinde cinayet işlemediğimiz, katilleri ve suçluları haklı çıkarmadığımız, hukuksuzluğu sulamadığımız gün yoktur, yaptıklarımızdan pişmanız deyemedikleri gün gibi otadadır. TV ve sosyal medya, internet de yalan tuzağına düşürüldüğü için onların aracılığıyla da temas ve diyalog kurulamıyor. Her konuda taraf tutuluyor. Azınlıkların hiçbir hakka sahip olmadığı ortada. Adalet konusunda Bulgaristan’da “güneş balçıkla sıvanamaz.”
Halkımız, yalan ekenlere, rüzgar biçenlere ve her konuda halkımızı yalandıranlara öfke besliyor, yüzlerini görmek istemiyor. Kokuşmuş yalan cesedi dedğimiz totalitarizm cesedi kaldırılmadan ve ortam havalandırılmadan şleri tek adım atılamayacağını görmeyen yok.
Ulus ve etnikler www.bghaber.org/ arasında anlaşma ve dostluk, sevgi ve saygı köprüleri kurulamayacağını Papa Francist ile birlikte görenlerin hiç biri hiç birşeye şaşmadı.

Önemle belirtmekte yer var, bizde demokrasi medyatik bir olaydı.

Ben olanları, dedemin boş avuçla buğday ekmesine (onlar yalan ekiyor) benzettim. Bugünkü DOST partisi başkanı, eski DPS lideri Lütfi Mestan birkaç yıl önce Sofya’da “Kartal Köprü” üzerinde barış için buluşup öpüştüler.
Ne oldu, anadilde konuşma ve propaganda etme hakkımızı elde edebildik mi? Hayır. Yalandırıldık.
Okullarımızı açabildik mi? Hayır. Yalandırıldık.
İş mi bulduk? Hayır. Yalandırıldık.
Sağlık hizmetleri mi iyileşti? Hayır. Yalandırıldık.
Bu bakıma “boş boş işlerle” uğraşmayalım.

Halkımızın zamanını da öldürmeyelim.

Köprülerde buluşuyoruz, ama bizi bu köprunun bir ayağı olarak gören yok. Bize bunu çok görüyorlar. Memleket insansız kaldı, yine de yanlışlarını itiraf istemiyorlar.

Bu öteden beri böyledir: 1990’da “yuvarlak masaya” davet edilmedik. Özelleştirme yıllarında “bu pay Türklerindir” deyen olmadı. Halka mal mülk yerine tuvalet kağıdı dağıttılar. Oysa bu ülkenin her yolunda, her duvarında, her fabrikasında, her barajında, her adım demiryolunda ve her bir yerinde bizim alın terimiz var. Tek inandığımız nokta: Aldatıldım. Umudumuz ölmedi: “Yel eken rüzgar biçer!” Barışın bir kuyusu da burada kazıktır.
Haksızlık olan yerde barış olmaz.

Devam edecek.

Lütfen paylaşınız.

 

Reklamlar