Rafet ULUTÜRK
Tarih: 28 Şubat 2022

Geçen 32 yıl gösterdi ki Bulgaristan’da Türkler olmadan ne demokrasi ne adalet işleyebilir.

Tüm Cumhur-başkanları Türklerin HÖH’ün oyları ile seçilmiştir. Sadece 2011 yılında Cumhurbaşkanı adayı olan Rosen PLEVNELİEV HÖH’süz seçilmiştir, fakat o da BULTÜRK’ün oyları ile seçilmiş oldu, az da olsa sandığında Türk oyu yine vardı. Yani Türk oyu almadan Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçilemediği ortadadır.
Buna rağmen hiçbir seçimde hiç bir Bulgar partisi, Cumhurbaşkanı yardımcısı Türk olmamıştır, davet bile edememişlerdir. Bulgarlar kendileri bunu gönüllü yapmayacaklar, bunlarda adalet, ahlak maalesef kalmamıştır. Bu son seçimlerde bizler BULTÜRK Derneği olarak HÖH’ün ilk defa Türk Cumhurbaşkanı adayına çalıştık. Çünkü bizler onların 2011 yılında Bulgaristan tarihinde ilk defa bir Türk Cumhurbaşkanı adayı çıkardığımızda onlar bizi desteklemek yerine BSP’nin adayını desteklemişlerdi. Fakat biz onlara benzeyemezdik, bizim onlardan farklı olduğumuzu bu seçimde Türk adaya çalışarak göstermiş olduk. Bizim davamız olduğunu herkese anlatmış olduk, bizim davamız hak hukuk davasıdır. Bizim davamız Türk-İslam davasıdır.

Bulgaristan devletinin her zor gününde Türkler sahip çıkmasına rağmen Bulgaristan’da Bulgarlardan Aleksandır STANBOLİYSKİ hariç hiç bir Bulgar yöneticisi Türklere sahip çıkmamıştır.
Hiç bir dönem Türklerin hak ve hukuklarını korumadılar, kendi vatandaşlarına (Türkler ve azınlıkları) sahip çıkmadılar. işte son Cumhurbaşkanı seçimlerde de bu ortaya çıktı, Amerika’yı temsil edenlerde Rusofiller gibi Cumhurbaşkanın yanına bir Türk yakıştıramadılar. Rusya, Amerika hepsi aynı, Türk halkı çok çile çekti ama sonuna geldik az kaldı…
XXI. Asır Türk asrı olacak buna gönülden inanıyoruz sizde inanın…

Ön plana, sağ ve sol diye ikiye parçalanan Bulgar toplumunda Türklerin alacağı konum, izleyecekleri strateji, kucaklamak istedikleri yeni ufuktu.

Bu ufukta Türkiye Cumhuriyetinin yardımları da vardı. Türkiye hükümeti ve Türk Kızılayının yaptığı yardımları asla unutamayız.
Benim köseler köyümde Kırcaalinin en güzel camisini yaptılar. Vidin ilinde bir afette bir Bulgar kadını çıkıp Bulgar TV’den “Benim devletim bana ulaşmadan önce Türkiye devleti temsilcileri ulaştı kendilerine teşekkür ederim.” demişti.
Bizler TİKA’yı, Yunus Emre Vakfını Bulgaristan’da bekliyorduk. Beklemeye de devam etmekteyiz. Fakat Bulgar devletinin yasakları aşılamadı. Bulgaristan’da çalışmaları yasaktı. Bu yasaklar hala devam etmektedir. Ne de olsa daha ilk dönemde bazı Türk Holdingleri, bankalar, ticaret şirketleri ülkemize geldi işyerleri açtı.

Ne var ki, onların ardından eğitim ve basın yayın alanına, Büyükelçilik ve konsolosluklarla sıkı işbirliği halinde FETO-NATO okul ve ofisleri açıldı.
Bulgaristan Türklerinin periyodik gazete çıkarma hakkını gasp ettiler. Biz açılan FETO okullarında Türk çocuklarının derin anadil eğitimi alacağını düşünürken burada paralı İngilizce eğitim verildi ve fakir Türk çocuklarına kapıları daha ilk günde kapanmış oldu.

FETO-NATO kadroları İmam Hatip Liselerimizi ve Baş müftülüğü de kuşattı. Zaten Bulgaristan Baş müftüsü belgeli Bulgar istihbaratının elemanı olduğu da resmi olarak belgelidir. 

2016’ya kadar FETO-NATO kadroları İmam Hatip Liselerimizi ve Yüksek İslam Enstitümüzü de kuşattı ve baskı kullanarak ezberciliği dayattı. Türk çocukları dini eğitimden de uzaklaştırıldı. Yine bu dönemde memlekette eriyerek tükenmekte olan Türk eğitim ve kültürünü canlandırmak için İstanbul’da HÖH yönetimi ile FETO-NATO vakıfları arasında 15 bin Bulgaristan Türk öğrencinin Türkiye’de yetiştirilmesi için bir işbirliği antlaşması imzalandı ve bu gençler büyük çoğunluğu geri dönemediler.
Böylelikle Bulgaristanlı Türk gençliğinin Türk kültürüyle aşılanmasına çok ciddi bir darbe indirildi ve alınan yaralar bugün de sarılamamıştır.
TİKA ve Yunus Emre vb vakıfların Kuzey Makedonya Cumhuriyetinde ulaşabildiği başarıları hepimiz görüyoruz. Kısaca, FETO-NATO ile HÖH yönetimi el ele vererek Bulgaristan Türklerinin anadilde ve geleneklerimize göre yenilenme ve zengin maneviyatla güçlenmemizi engelleyebildiler. 32 yıl önce FETO-NATO kapanına düşürüldük ve bugün yaralarımızı yalıyoruz amma hala iyileşmiş değiliz.

TİKA, Sırbistan, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Hırvatistan, AB ülkesi Romanya ve Macaristan’da resmi olarak çalışmaktadır. Bu yönde Türkiye Cumhuriyeti diplomasisine de büyük ödevler düşmektedir.

Bir demeçte Kuzey Makedonya Cumhuriyeti Arnavut liderlerinden Ali Ahmeti – birleşelim ve başbakan çıkaralım – diyebiliyorsa, biz bunu seçim haklarımızı kısıtlamadan kullanabilsek daha 1990’larda gerçekleştirebilirdik. Türklerin arasına sızdırılmış Muhbir-Ahmet Doğan 1993’te Kırca Ali’de yapılan HÖH Konferansında ihanet etmeseydi, 10 bin Türk Kimliği davası militanı kardeşimizi partiden ve vatandan kovdurmasaydı, her yönde çok yol alabilirdik. Amma bundan sonra alacağız! Almak zorundayız! Bu güne kadar teşhis koyamazdık, artık teşhis kondu bu günden sonra çözüme eskisinden daha yakınız…

Bulgar siyasetinde, tamamen çarpıtılan tarihsel ve diyalektik maddecilik dışında bir ideoloji olmasa da, arıların bir çanak şerbete toplandığı gibi, sağcı, solcu, liberal, konservatif, demokrat ve faşist kanattan kim ne kapabildiğiyse ırkçı-milliyetçilik gömecinde bal yapmaya çalıştı. HÖH’ün “yeni liberalizm” demesi çok acı bir gerçektir. Halkımızın ruh kanatlarına sallanan satırdır.
Bizi, emperyalizmim sömürü çarkına bağlamayı hedeflemektedir. HÖH’ün istikameti, bellidir Türklerin kurtuluş HÖH yönünün tam tersidir.

Tarihimizi unutturmaya, geleceğimizi yakmaya çalışıyorlar.

Türklüğümüzü eritme hedefine bağlı kalan ve zihniyet olarak son 30 yılda iktidardan düşmeyen ırkçı-milliyetçi güçler Türk kültürüne sahip çıkan, eğitimci kadrolarımıza son 142 yılın en ağır darbesini vurdu. Entelektüel Türkler kıyıldı, kültürel geleneklerimizi ve birikimimizi devredemeden yaşlandılar, yalnız kaldılar. Bulgaristan’da aldıkları emekli maaşlarıyla geçinemediklerinden Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldılar. Aydınlarımıza sürekli baskı yapıldı ve yanlış yönlendirildiler. 142 yıl bu ülkede yalan dolan ile yönettiklerini artık görmeliyiz.

FETO-NATO’cularla Bulgar-Totaliter devleti ortak çalıştılar.

FETO-NATO’cularla Bulgar-Totaliter devletinin ortak çalışmaları olumsuz sonuçlar verdi. Böyle bir saldırıyı, Atatürk’ten kaçıp Bulgaristan’a yerleşen ve Çar III. Boris’e ve faşist hükümetlere akıl hocalığı yapan Türkiyelilerden daha monarşi döneminde de yaşamıştık. 1929’dan sonra Bulgaristan Türk aydınları öncülerinin kıyılmasında haince davrandılar ve buna devam etmekteler.

Totalitarizm döneminde dini eğitim yasak olduğundan, Bulgaristan’da aydın tabaka deist ya da ateisti.

FETO-NATO elemanları onlara değişik maddi olanaklar sunarak, işbirliği geliştirdi. Bulgaristan Türklerini devlet makamlarında temsil etme küstahlığında bulundu. Başmüftülük işlevlerinin bazılarına da el attı. Sofya İslam enstitüsünü bitiren bir öğrenci Türkçe bilmiyor… Buna ne demeli bilemiyorum dünyada bir örnek bulamazsınız…

Çıkardıkları gazete ve dergilerde çalışan kadrolardan bazılarını kendileri yetiştirdiler.

Bu gerçeklerden hareketle Bulgaristan Türklerini uzun vadeli programla eğitime ve Türk kimliği taşıyıcısı olacak kadro yetiştirme çalışmalarına yeni yön vermek gerekiyor. Bununla ilgili Türkiye bilim çevrelerinin Türk olan ama dış ülkelerde yaşayan soydaşlarımızın ana-dillerini ve İstanbul Türkçe’sini ve kültürümüzü daha kolay öğrenip özümseyerek yaşatabilmeleri için yeni algoritmalar geliştirmeleri zorunludur.

Türk sanat adamlarına da sözüm var.
Türk sanatının, filmlerinin Balkanlarda (Bulgaristan’da) yaşayanların beynini fethettiği 21. Yüzyıl gerçeklerinden biridir.
Tarihte yaşayan olumsuzlukları aşarak, barış kalesi olmak zorunda olan bu ülkelerdeki ruhsal durumu lehimizde değiştirebilmek için yeni düğüm noktaları yaratmak ve yeni seçeneklerle ortak yön aramak zorundayız. Bu çalışmalarda soydaşlarımızın rolü büyük olabilir.
Artık geriye dönüş gözüküyor. Şehirlerin köylere taşma çağına girmiş bulunuyoruz, bizim köylerimiz ise ata-vatanımızdadır.

1989’da bizimki bir diriliş bir halk ayaklanmasıydı.

Çarlık ve totalitarizm aşamalı Bulgar tarihinde 1989 Türk Ayaklanması kadar etkili, korkutucu ve çökerten bir milli direniş olmamıştır.
Bizimki bir halk ayaklanmasıydı. 1984’te başladı. 1989’un sonunda geçici olarak bayrak dürdük. Bulgaristan Türklerinin ruhu beş sene kanatlarını hep açık tuttu, hep uyanık, hep nöbette, konmadan uçtu. Bulgaristan’da Türk halkı, mezar kazdı, yara sardı, zindanda yattı, kamplarda gün saydı, sürgünde uyumadı. Programını yazdı, aralarında örgütlendi ve dünyayı yardıma çağırdı. Bizimki bir uyanma bir halk şahlanışıydı. Devlete, yasamaya, yürütmeye ve yargıya katılmayı hak etmiştik. Yeni toplumsal yapılanmada yer almak, kullarımızı ve kültürel tesislerimizin iadesini, istiyorduk. “Bizsiz demokrasi ve adalet olmaz” dedik, olmadı, yapamadılar, yapamazlar…

07 Haziran 2020 Sofya’da Kartal Köprü” de 1.250 bin kişinin katıldığı muhalefet mitinginin bu gün 30. yıl dönümüdür.

Anayasa değişikliği gerçekleştirecek Büyük Halk Meclisi seçimlerinden 3 gün önce toplanmıştı. Yeni Anayasa haksızlığımızı yasallaştırdı.

Bulgar demokratlar Türklerle el ele verip totaliter rejimi tarihe gömme sayfası açamadılar.

Birkaç ay sonra demokrat Cumhurbaşkanı olan Dr.Jelü Jelev konuştu o mitingde. Fakat; Türklerin hak ve özgürlüklerinden, şehitlerinden ve göçe zorlanan 360 bin soydaşımızdan söz etmedi-edemedi. Hiçbir Bulgaristan Türkü kürsüye dahi davet edilmedi. Türk ve Bulgar demokratlar el ele verip totaliter rejimi tarihe gömme sayfası açamadı. Bir yıl önceydi, büyük göç seli “Kapıkule” sınır kapısına dayandığında Paris AGİT konferansı toplandı. Bu konferansta Bulgaristan Türklerini “İnsan Hakları Örgütü – Demokratik Birlik” Başkanı Mustafa Ömer ve “Viyana -89 Dayanışma Derneği” Başkanı Avni Veli hepimizi tüm Bulgaristan Türklerini temsil etmişti. Bulgar demokratları adına haklı davamızı desteklemek amacıyla bir Demokratik Güçler Birliği heyeti Paris’e gitti. Heyete CDC demokrat Başkanı Jelü Jelev başkanlık etti. Heyet, Paris’ten Dayanışma Bildirisini okumadan geri döndü. Minnettarlık nedir bilmeyen Bulgar demokratlarının başı Jelü Jelev, bu ihanetine her şeye rağmen, yine de Bulgaristan Türkleri bunu iki defa Türk oylarıyla Cumhurbaşkanı seçti. Hatta eski BKP üyesi 1989 yılında ırkçı OKZNİ Kırcaali başkanlığını yapan Türk düşmanı Georgi PIRVANOV’u da HÖH’ün çalışmalarıyla Türk oyları ile seçmişlerdi. Bu arada karşılarında Türk Cumhurbaşkanı adayı varken bunu yaptılar… İnsanlarımızın yapabilecek gidebilecek başka bir yolları da yoktu. Çünkü başlarında Türk lider yoktu. Oradan oraya savrulmaktan başka çıkış yolu yoktu. Her şeye rağmen bu seçilen Cumhurbaşkanları ne yaptılar. Evet, bir Türk Okulu dahi açmadı-açamadı, iki Türk çocuğuna burs verip Avrupa üniversitelerine göndermediler. İşte Bulgarlar demokrat, komünist veya faşist hepsi aynı hiç biri Türk hakları ile ilgilenmedi…
İşte bir toplumun lideri yoksa onlar küller gibi oradan oraya savrulup dururlar. Bu sebeple lider seçmek ilk düğmemizi doğru iliklemektir…

Son 32 yılda lider yetiştirme kavgamızı gelecek bölümüne haftaya anlatacağım.
Kalın sağlıcakla,  hepinize mutluluk ve huzurlu günler dilerim.

Saygılarımla
Okuyanlara sağlıklı günler ve teşekkürler
Paylaşınız.

Reklamlar