BULTÜRK GENEL BAŞKANI RAFET ULUTÜRK’ÜN 
YALOVA – TÜRK DÜNYASI MEDYA MENSUPLARI BULUŞMASI’NDAKİ 
KONUŞMA

Sayın Divan, Türk Dünyası Gazeteci delegeleri kıymetli arkadaşlarım!
Değerli dava arkadaşlarım, meslektaşlarım ve ülküdaşlarım!
Yalova’da bizi yeniden bir araya getiren YAFEM Derneği Başkanı ve görev yapan tüm arkadaşları huzurunuzda kutluyorum.

Bilgi akümüzü şarj edip, irademizi keskinleştirme işbirliğimize hoş geldiniz. İşbirliği diyorum buluşmalarımıza, çünkü burası gerçekten örs ile çekiç arası ve şarj olup güç tazeleme yerimiz oldu. Halk belleğimize gerçeklik ve umut tohumları atan öncüler olarak BİZLER, bu görüşmemizi tarihsel 15 Temmuz zaferinin ikinci yıldönümünde, anma törenlerinden aldığımız derin ve güçlü etkisi altında yapıyoruz.

İstanbul’da katıldığımız görkemli törenlerde, şehitlerimizi, kahramanlarımızı andık.

Ay yıldızlı sancağımızı mukaddes bir halk zaferi coşkusuyla dalgalandı. Tarihte yeni bir sayfa açtık. İhanetçi darbenin, silahlı başkaldırının KİTLELERİN TÜRK HALKININ BARIŞÇI EYLEM VE DAYANIŞMASIYLA önlenebileceğini dünyaya tekrar gösterdik. Trajedimize seyirci kalan dünya, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin devamlılığın ne pahasına olursa olsun devam edeceğini gördü. Bizim yenilmezliğimizi ve bizim çok büyük bir devlet olacağımızı kabul etmek zorunda oldukları gün gibi ortada.

24 Haziran 2018 seçim zaferi DEMOKRASİMİZİ YENİ BİR AŞAMAYA TAŞIDI.

9 Temmuzda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine başarıyla geçtik. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN liderliğinde yeni sistem ilk defa çalıştırıldı. Kararnameler çıktı. Sistem değişiyor. Perspektifimiz dünya devlet ve hükümet başkanları tarafından onaylandı, kutlandı. Dünyanın beşten büyük olduğunu kabul edenler, artık dünya Türkiyesiz, Erdoğan’sız yönetilemez, diyorlar.

Arkadaşlar, bizler Türk Dünyası el ele vermişiz – Bizler bu gün tarihimizi yazıyor ve hepimiz BÜYÜK YENİ TÜRKİYE’nin kurucularıyız.

Yeni Büyük Türkiye’nin kabuğuna sığmadığını, etkisi arttıkça yakın ve uzak bölgeye taştığını, komşu halklara huzur ve güven taşıdığını şimdiden görüyoruz. Biz bu hamlenin erleriyiz. Ne mutlu bize!

Şunu önemle belirtiyorum: İslam’ın içinin boşaltılmasına, Vatansız din algısına, adaletsiz bir dünya çırpınışına, kısacası FETO-NATO sapıklığına son veriyoruz.

Büyük bir illetten kurtulduk. Ne mutlu hepimize! Ne mutlu Türk Dünyası!

Artık hainlerin ihanet tohumu atma devri kapanmıştır.

Yeni tohumları atan artık biziz. Hain Kadro Hareketi’nin beli kırıldı.

Yeni kadroları yetiştiren bizler olacağız. Onlar tarih yazamayacak. Tarih yapmak ve yazmak bizim işimiz. Galip olan biziz ve zafer destanını biz yazacağız. Türkiye bugün bu havayı soluyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin 21. yüzyıl yolu Bize Türk Dünyasına açılmıştır.

Türkiye’nin ufku açıktır, geleceğin umudun yolları bize hepimize açılmıştır.
Bu kısa girişi, 15 Temmuz – BULTÜRK etkinlikleri ve soydaşlarımın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak aldığı yola işaret etmek için yaptım. Şimdi önceden ilan edilen konuşmama Bulgaristan’da Türk basınına geçmek istiyorum:

Kısaca Bulgar basını, Bulgaristan’da Türk basını ve günümüzde
Bulgar medyasının siyasi rolü üzerinde durmak istiyorum.

Uzun uzun tarih anlatmak istemiyorum. Tarih bilen akıllıdır. Fakat tarihçilerimizin kalemi öyle bir yazılıyor ki, okuyucuda, akmaktan yorulmuş dere suyu gibi ah denize bir varsam ve yatağıma yatsam da rahat etsem, hayali yaratıyor. Oysa tarih ders çıkarıp akıl almak, geleceğe yön vermek ve karar alabilmek için vardır.

TV ekranlarımızın gözde tarihçisi Prof. Dr. İlber Ortaylı’nin DOKTORA TEZİ, Bulgar basınıdır. Osmanlı tarihi üzerine otorite olan Burada, bulunduğumuz konferans salonuna ismi verilen Sn. Prof.Dr.Halil İNALCIK Hocamızın Doktora tezi de BALKAN AYAKLANMALARIDIR.

Ben mi olaylara ters taraftan bakıyorum bilemedim. İslam tarihi eserlerini okurken aklıma olaylar değil, coğrafik bölgeler geliyor.

Demek istediğim, Amerika’da ders vermiş Prof. Dr. Kemal Karpat gibi tarihçilerimizin geçmişimizi anlatan eserlerini okuduktan sonra bile, kitabı kapadığımızda kendimizi yorgun, bitkin hatta, dişleri dökülmüş bir yaşlı gibi hissediyoruz.

Bu neden böyle hiç düşündünüz mü?

Aynı sözleri Bulgar basın tarihi için söylüyorum. Bulgarların ilk gazetelerinin çıktığı 1846’dan beri geçen 176 yılda Bulgaristan’da Bulgarca olarak 500’den fazla gazete, 100’den fazla dergi çıktı.

Burada şunu soruyorum: Bu ilk gazete hangi ocağı tutuşturdu? Halkına ne dedi? Ve neden yaktığı ateş söndürülmeden bir meşale gibi bugüne kadar taşınmıştır?

Almanya’nın Laypzig şehrinde, 20 Nisan 1846’da, Eski Zağra’ya bağlı Karlovo’lu Doktor BOGOROV tarafından çıkarılan “Bulgar Kartalı” (Bılgarski Orel) adlı gazete birinci sayısının birinci sayfasında Bulgarlara şöyle seslendi:

Bulgar çocukları Bulgarca okusunlar. Çocuklarımızı Rum okullarına göndermeyelim. Yavrularımız Rum okullarına gitmesinler!

O zamanlar kiliselerdeki papazlar ve okullardaki öğretmenler Rum’du.

Kilise ve okulundan çıkan gençlerin Rumlaştığını gören Dr.Bogorov, uyanabilmeleri için Bulgarları, Kiril Alfabesine, Bulgarca kitaplara, Bulgar halk kültürüne, kendi öz tarihlerine dört elle sarılmaya çağırdı. “Bulgar Kartalı” gazetesinin misyonu Bulgar yavrularına dil, din, yazı dili, edebiyat ve kültür olarak Rum’dan koparıp ve Bulgar kimliği oluşturmak için çıkmıştı…

İki: Birinci Bulgar dergisi “Halkımızın Kökleri” (Narodnik) adıyla çıktı.

Yazılıp basıldığı yer Filibe, (Plovdiv). Derleyen, Doktor Konstantin Fotinov. O da bir öğretmendi. Birinci sayının birinci sayfa makalesinde onun Bulgar halkına söylediklerini aynen veriyorum: “Kilisede Rumca konuşmayın, aranızda yalnız Bulgar dilinde sohbet edin. Bulgarca konuşmaktan zevk alın, gurur duyun!” diyordu.

Evet, demek oluyor ki, 170 yıl önce Bulgarların dili Rumcaya kaymış, halk arasında Rumlaşma almış yürümüş ve Filibe’de hekimlik yapan Bulgar Aydını Dr.Fotinov, işini gücünü bırakmış, elini cebine sokup dergi çıkararak “Kendi aranızda Bulgarca konuşun!” diye haykırdı.

172 yıl sonradan, 2018 doruğundan baktığımda, Dr.Bogorov ve Dr.Fotinov’u sokakta taşlayanlar olduğunu, “çıldırmış,” bu adam “tımarhanelik” diye haykıranları görebiliyorum.

Ayrıca Zaman Osmanlı dönemi, Bulgar kimliğinin uyanması Yunanlar tarafından boğazlanmış, Laypsig’te Bulgarca okuyup yazan 5, Filibe’de ise 53 kişi varken, halkı gazete çıkararak “kendine gelmeye, kimliğine dönmeye” çağırmanın yüceliğini ve dehalığını, ben bu kürsüden bu Bulgar Aydınlarını alkışlıyorum.  

O maya o zaman öyle bir tutmuş ki, sadece 26 yıl sonra, Osmanlı Sultanı 1872 tarihli Fermanıyla Hıristiyanlığı Batı Ortodoks ve Doğu Ortodoks olmak üzere ikiye ayırmıştır. Ohri gölünden Burgaz’a kadar bütün kilise ve manastırlardan Rum papazlarını Osmanlının yardımlarıyla kovmuş, Bulgarca din ve okul kültürüne kapılarını açmıştır.

Burada Size yaptığımız işin, gazeteciliğin örgütleyici, ateşleyen ve yöneten rolünü misyonunu bu örnekle bir nebze olsun anlatmaya çalıştım.

Karanlıkta kimsenin göremediği ışığı görebilen gazeteci, ancak çapraz dokulu bir insan olabilir. Çapraz doku halıcılıkta sökülmeyen düğümdür ve bunu toplumda ancak gazeteciler yapabilir.

Verdiğim örnekte bu, ümmet içinde Bulgar tanesi olduğunu görebilip Rumlar tarafından heba edilmesini önleyip, Bulgar-lığı hayata çağırmaktır.

2 yıl sonra İstanbul’a geçen Dr. Bogorov orada “İstanbul Gazetesi” – (Tsarigradskı Vestnik), “Gayda”, “Çalar Saat” – (Budilnik), “Meriç” (Maritsa), Romanya’da ise “Özgürlük”, (Svoboda), “Tuna Kuğu”, (Dunavski Lebed) ve başka gazetelerle Bulgar halkının kimliği ile birlikte istiklal ve egemenlik ruhu da uyandırmış ve 1876 Nisan Ayaklanması patlak vermiştir. Ateşi tutuşturanlar Bulgaristan’ı da yakmıştır.

Konuyu biraz daha değişip, başka bir açıdan bakarak derinleştirelim:

İlk gazete ve dergi “Bulgarlara, aranızda Bulgarca konuşun, Bulgarca dua edin, kiliseye bağlı okullarda Bulgarca okuyun!” dedi. Peki Neden? Rumca kötü dil mi?

Onlar, Milli kimliğin köklerinin anadile dayandığının bilincine varan Bulgar uyanış çağı aydınlarıydı. (Dönem 1846 – 1876’dır) Onlar, Osmanlı içinde Bulgar Milli Kimliği mayalanmasının ancak ve yalnız Bulgar dili, Bulgar tarih bilgi ve bilinci, Bulgar dininde ibadet, yaşam ve kültür hakkı ile gerçekleşeceğini görebilmişti.

Ve buna inanmışlardı. Mücadele ateşi ise Rumlarla ve Ruslarla zıtlaşmaktı. Osmanlı ve Müslümanlarla, Türklerle değil, Rum ve Ruslarla zıtlaşmaktı. Bilirsiniz, toplumda yeni olan zıtlaşarak, mücadele içinde doğar. Bulgarlık da öyle olmuştur.

Dr. Bogorov aynı yazısında şu cümlelerin altını çiziyor: “Bu çelişki kilisede Rum dili ile, günlük hayatta ve toplumsal yaşamda da Rus dili ile dir.”

Rus dili olayını da şöyle açıklayalım. 1773 Küçük Kaynarca antlaşmasından sonra, Rus Çarı Hıristiyan Balkan halklarına Rusçayı konuşma dili olarak dayatmaya büyük çaba sarf etmiştir. Bu baskıyı Bulgarlar da yaşamıştır.

Dr. Bodorov ilk gazetesinin birinci sayfasında konuyu şöyle açıklık getiriyor:

“Ruslar, Pan-İslavizim adı altında ve daha da başarılı Pan-Rusçuluk kılıfı içinde olmak üzere, hepimiz İslav’ız perdesi ardına gizlenip Rus dilini zorla yaymaya çalıştılar…  Biz, Bulgarlar ise kendimizi kaptırmış, Pan-Rusçuluğa hademe olmuşuz. Kendi Bulgar dilimiz olmasına rağmen, Rus-Bulgar dili oluşturmaya çalışıyoruz ve biz istesek de istemesek de anadilimiz olduğu bilincine varamadan ihanetçi alçaklar durumuna düşürülüyoruz.”

***

Konuşmamı yazarken, tam bu noktaya geldiğimde, büyük Nazım’ın MASALLARIN MASALI şiiri dikildi önüme ve müsaade edersen bu noktayı açıklamanda sana yardımcı olayım dedi.

Subaşında durmuşuz,
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.

Şair ve şiiri bana suda yani geçmişinizde düşmanlık olmayan Türk ve Bulgarlar, Bulgaristan’da yaşayan Hıristiyan ve Müslümanlar nasıl olur da bugün birbirine bu kadar sert düştüler diye soruyor. Burada sen ve ben Bulgar Hıristiyanlarla biziz ve devam ediyor.

Su başında durmuşuz,
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana, bir de kediye.

İşte bu kedi 1876 öncesinden başlayarak, Rusların ve Batı’nın eliyle suyun aynasında değiştirilmiş olandır. RUM ve RUS alınmış ve suyun aynasına Türk, Müslüman ve İslam monte edilmiştir.

Anlatmaya çalıştığım dönemde Bulgar milli kurtuluş ideolojisini yaratan Georgi Sava Rakovski’dir. Suyun aynasından RUM ve Rus alındıktan sonra şöyle yazmıştır: “Evet bizi Osmanlıdan Ruslar kurtaracak, ama Ruslardan bizi kim kurtaracak?”

İşte 20. Yüzyıl Bulgar basın tarihinde cevap bulunamayan soru budur. Bulgarlara tarihin aynasında kalma şartı olarak, Rumlara veya Ruslara değil, Türklere düşman olma şartı koşulmuş ve 2018’de bu tabloda değişen hiç bir şey yoktur.

Bu düşmanlığın adı, Müslüman Türk maneviyatını yok etmektir.

1878 Rus-Türk Harbinde sözde “eşit haklı vatandaş” ama gerçekte esaret altına düşen Bulgaristan Türklerinin 2700 okulu kapanmış, anadillerinde okuyup yazması yasaklanmış, isimleri, kültürleri yaşam tarzları mezar taşları bile kırılmış, zaferle sonuçlanan bir Ayaklanma yaşansa bile, tek dil ve tek ulus teorisine dayanan Bulgar devletinin Müslüman azınlığı ötekileştirme çabaları asla son bulmamıştır. Avrupa Birliği koşularında Müslümanlar açısından değişen hiç bir şey yoktur. Bulgarlar ile Türkler arasına uzanan kedi, suyun aynasında yatmaya devam etmektedir.

Bugün Bulgaristan’da çıkan Türkçe ULUSAL gazete yoktur.

186 gazetemiz ve 20 dergimiz kapanmıştır. Yazarlarımız, 200’den fazla yaratıcımız sınır dışına kovulmuştur. Düşünce merkezlerimiz sınır dışına itilmiştir. Yeni bir strateji, en modern teknolojilerle, yeni bir atılımla dava ateşimizi yeniden yakmalıyız.

Son yıllarda Bulgaristan’da elde ettiğimiz en büyük başarı FETO hainlerinin ülkeden kısmen de olsa temizlenmesi oldu. Onlar ülkemizdeki İmam Hatip Liselerine, Sofya İslam Enstitüsüne girmiş ve “Kuran’da Vatan yoktur. Öyleyse Vatan diye bir şey yoktur” “Kuranda anadil yoktur ve anadil diye bir şey yoktur!” diye çocuklarımıza zulüm ediyorlardı. Zehirlerini çocuklarımızın körpe beyinlerine işliyorlardı.

Baş Müftümüz Mustafa Hacı ise, bugün de “Din anadilden öndedir!” propagandası yapmaya devam ediyor. Çok yönlü mücadele etmemiz gerekti.

Bulgar zulmü bir yandan, FETO zulmü öte yandan, Türk kimliği davamızda çok çektik. Ama kazandık. Kazanıyoruz. Kazanacağız.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bu toplantıyı düzenleyen emeği geçen herkesi kutluyor Saygılarımı sunuyorum.

Sağlıcakla kalın!

Reklamlar