Rafet ULUTÜRK

Siyaset oyunu yalnız ve ancak Bulgarlar arasında oynandı ve bu gün de devam etmektedir demiştik bir önceki yazımızda.

Etnik azınlıklar, dil ve din azınlıkları, Hıristiyan olmayanlar Prenslik yıllarında devlet kurumlarında, meclis ve hükümette yer almadılar.

Çeşitlilik içinde birlik veya birlik içinde çeşitlilik ilkesi çöpe atıldı, hayata çağrılmadı. Bulgarlar kendi milli devletini kurmaya heveslenmişlerdi.

İşte böyle bir ortamda, tarihi ve etnik köken, dil, din, kültür ayrılıklarını dikkate almadan, Bulgar Milli Devlet anlayışı ve “isteyen gitsin kalan ulusal kimliği kabul etsin” – tek bir kimlik çatısı altında var olmaya çalışma formatı belirdi. Gitgide birleşme, entegre olma, ulusal kimliğin içinde erime, asimile ve yok olmayı zorla kabul ettirme eğilimi yerleşti. Bu formatta, tarihi-kültürel kimlikle, resmi ulusal kimlik uyumlu ve özdeş olmadı.

Bu ortamda Bulgaristan’da kalan Türkleri, Müslümanları Bulgarlaştırarak asimile etmenin en kısa yolu, onların başına her köyde, her işyerinde, her okulda Türkçe bilmeyen bir Bulgar atamakla başladı. Türklerin arasından toplumun önüne kendiliğinden geçecek, işleri yönetecek, iş gösterecek,  insanlarımızı anadilimizde bilgilendirip aydınlatacak, yönlendirecek ve yönetecek Türkler sivrilmesi yolu kesildi.

İşte bu nedenlerle Bulgar ulusal devletinin kurulduğu daha ilk yıllarda cami ve okul encümenliklerimizin bile dağıldığı bir ortamda, öncü ve lider kişilik eksikliğinde Bulgaristan Türk Kimlik Bunalımı başladı ve derinleşti. Halkımız tarihi yeniden yazıp değiştiren veri ve yorumlara, sosyal baskılara, resmi ideolojiye gönlünü açmadı, Bulgarlara karşı Türk Benliği ve Hıristiyanlara karşı Müslüman Kimliği ağır bir ortamda hayat hakkı istedi. Bulgaristan Türk – Müslüman Kimliği bundan 140 yıl önce başlayan bu mücadele, kendi kimliğimizi bulma, ana anadilimizde, kendi dinimizle, yaşam usulümüzle, halk sanatımızla, yaratıcılık, edebiyat ve sanatımızla yaşam alanımızı – hak ve özgürlüklerimizi – genişletme direnişleriyle belirlendi. Daha ilk başta birey, topluluk, toplum, ulus ve kimlik seçimimizi Türk ve Müslüman olarak yaptık. Hiçbir kimseyle, benzerlik, yakınlık, gerekçesiz ilişki, gerginlik yaratmak için çelişki aramadık, yolumuza hoşgörülü yaklaşımla devam ettik.

***

Formatımızı yaratırken Bulgaristan Müslümanları için en önemli ve tek rehber Kur’an’ı Kerimdi. 140 yılda belki de 1000 defa toplatıldı. Mahkemelere verildi. Yargılama delili olarak gösterildi. Müslümanlarla birlikte hapishaneye girdi, sürgüne gitti geldi.  Bu, hepimize bağışlanmış bir kılavuzdu ve müminlerce tekrar tekrar okundu. Kimliksel bütünlüğümüze gerekli olan her hususu içeren bu eseri ruhumuz gibi koruyabildiğimiz için gurur duyuyorum. Kuran bizim çeşitlilik içinde birlik kurma anahtarımızdır. Güzel ahlaklı olmak herkese yakışır. Dinden başka hiçbir kudret ahlak yaratamaz. En güzel ahlaklı din ise İslam’dır.

***

Bazen oturup düşünürken Nasrettin Hoca neden bizim zamanımızda yaşamadı sorusuna yanıt arıyorum. Hoş vakit ve hür düşünceyle kimliğimize, dinimize, dilimize kurulan tuzaklı alaylı fıkralarla tuzla buz eder, geleceğimizle ilgili kara bulutları dağıtır, hepimizi güldürüp düşündürürdü, geçiyor aklımdan.

***

O ağır zulüm yıllarında halkımız Allah tarafından gönderilen ve Allah tarafından konuşturulan birini bekledi. İlhamın kaynağından konuşan biriydi beklenen. “İlahi kanuna uygun hareket ediniz!” demesi yeterliydi. Sözü alabildiğince yalın, basit ve anlaşılır biriydi o. Durum çok karışıktı, belirleyici olan bir inanç vardı: “halk karmaşık olanı tanır, öğrenir, ama ona inanıp, onun yolundan gitmez.” İnsanları bir bayrak altında toplar gibi söz etrafında toplamıştı bu inanç. Bulgarlar Müslümanların bir bayrak altında yürümesinden, aynı yönde yürümesinden korkuyorlardı, onlara kılavuzluk eden kitaba dik dik bakıyorlardı. Bulgarların çok etnikli, çok kültürlü bir ortamda, tek uluslu devlet kurma planları böyle çözüldü, ileri adım atılmadı.

Bulgarların Osmanlıdan gelen Türk kimlik formatını çözüp parçalayacak ne fikri ne de silahı vardı. Ellerindeki tek imkân ve bel bağladıkları tek umut,  Türkleri ve Müslümanları tarihsel formatlarının dışına çıkarmak, onları başka ilham kaynaklarına yöneltmekti. Daha önce bir defa “Bin bir gece masalları” ile İslam’ın temel bağları çözülebilmiş, ahlakına sis düşürülmüştü. Eserleriyle şöhret kazanmak ve rahat bir hayat yaşamak isteyen şairler yetişmesine kapı açmayı düşündüler. Bulgaristan Türk şiirinde çeşitlilik, görüş ve tasvirlerde sonsuzluk, sevgide, güzellikte, bağlılıkta ebedîlik böyle belirdi. Yükselen Bulgar bayrağı altına davet edilmeyen Müslümanların uzaktan bakışı bir arzuymuş gibi yanlış yorumlandı. Ezilen insanların çeşitliliğe inanmadığı, onu yalnız idrak ettiği, tanımak istediği unutuldu.

Onların kitabında efsanelere, masala ve metrolojiye inanın denmemişti.

Bulgaristan’da şiirle müminlerin uyutulmasına ve aldatılmasına da müsaade edilmemişti. Bilmedikleri bizim, üstün ve güzel ahlakıyla sürükleyen ve hepsinin bir vahdet inancı etrafında kenetlenmesini isteyen Peygamberimiz vardı. Hazret-i Muhammed’in kıyamete kadar gelecek bütün insanlara örnek bir insan ve doğru yolu gösteren bir rehber olarak gönderildiğini biliyoruz. “O, en üstün ahlaki özelliklere sahipti.” “Peygamber Efendimiz, yetimin, yoksulun, mazlumun yanında oldu” ve Hz. Peygamberimiz “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim. Sizin en hayırlınız, ahlaken en üstün olanınızdır”

“İnsanların en hayırlısı ömrü uzun olup amelleri de güzel olandır. “

***

BULGARİSTAN TÜRK ŞİİRİNDE ÇEŞİTLİLİK, SEVGİDE, GÜZELLİKTE, BAĞLILIKTA BÖYLE BELİRDİ. YÜKSELEN BULGAR BAYRAĞI ALTINA DAVET EDİLMEYEN MÜSLÜMAN TÜRKLER BİZİM ATALARIMIZDI…

Reklamlar