nedim birinci Dr.Nedim BİRİNCİ

Konu: Daha yüksek medeniyet projelerimizle gündeme gelmeliyiz.

Hayatta bazı şeyler vardır geri sökemezsin. Mesela acem halısı, çorap söküğü gibi asla sökülemez, nice uğraş sonucu sökülebilse bile, toplanan içlik ya döşeğe ya yastığa dolar, başka bir şey yaramaz.

Medeniyetlerde böyledir. Atatürk laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmasaydı, 15 Temmuz 2016 gecesi biz hepimiz “ılımlı İslam” dalgasında boğulacak, kellelerimizle top oynanacaktı. Başımıza gelen rezilliği dünya alem görsün diye, mübarek yağmur da yağmıyor, kan lekeleri hala asfalt ve kaldırımlar üzerinde şakıyor olacaktı.

Bir taraftan da iyi oldu. Silkindik. Uyuyan bir millet uyandı.  Son hücremize kadar bizi esir almak isteyen Feto Terör Çetesi (FETÖ) illetinden kurtulur gibi olduk. Dünyada hayat çok garip kurulmuş. Sararan bir yaprağın sararmayı durdurup yeniden yeşeremediği gibi, canlı bir bünye olan devlet ve toplum yapısı da zehre, körelmeye, çökmeye alışıyor ve sanki yok olmada mutluluk bekler gibi bir duruma girmiş oluyor. Meyve vermez oluyor ve biz “Olur İş Allah!” ile durumu idare ettik. Bedbahtlaştığımızın, mutsuzluğumuzun farkında varamamamız, hele biz Bulgaristanlı Türkler için normal bir durum olarak algılanabilir, çünkü biz geçen yüzyıl çok ezildiğimizden ve 1990’da yeniden bir çuvala sokulmuş ve önüne gelenin tekmesine alışmış olduğumuzdan, yapılacak bir şey yoktu.

Gerçekleri dobra dobra söylersek, şairlerimizden Durhan Hatipoğlu daha 1972’de kaleme aldığı “Derbeder” şiirinde şöyle der:

Bütün gece ölü yaprak hışırtısı

…Ve uluyan kurtlar…”

Aslında biz geçen yüzyılın çekisini yeni yüzyıla girerken aşabilseydik, şimdiye kadar birçok yaramızı sarmıştık. Ne yazık ki bunu yapamadık. Yine oyuna getirildik ve sürünmeye devam ediyoruz. Geçen hafta, tescil kararının Sofya birinci dereceli mahkemeden çıkması eli kulağında olan DOST partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan ve arkadaşları, totaliter rejimin zindan ve sürgünlerinde 24 sene kalan,  Bursa’da kendini beğendiremeyen ve sonunda cebi tam takır köyünde vefat eden şairimiz Nuri Adalı mezarı başında anıldı. Bir şair nasıl anılır? Çimento duvara çiçek ve çelenk koymakla mı? Yoksa 10–15 okul öğrencisinin seçkin şiirlerini ölümsüze mezarı başında bir daha dinleterek mi? Anma törenine gelenlere Nuri Adalı derlemesinden birer kitap verilse çok mu olurdu acaba! Yoksa bir ulusal Türk şairin mezarı başında eserlerinin anısını sayanlara hediye edilmesi de mi suç bu memlekette! Tam böyle bir metinle herhangi bir yasa çıkmadı. Duyurulur!

Bize Bulgaristan’da azınlık muamelesi yapılsaydı, yok olmaya yüz tutan kimliğimiz dimdik ayakta kalırdı. Fakat FETÖ’nün Sofya ve Plovdiv’teki “Drujba” okullarında okuyan Türk, Pomak ve Çingene kalburüstü kesimin çocukları etnik topluluğumuzun içinde bir azınlık oluşturmaya başlamıştı. Bu okullarda, erkek ve kız çocukların ayrı okutulması, farklı yaklaşıma maruz kalmaları vb. onların kafalarını çelebildi. Onlar ya polis, ya işkenceci gardiyan, ya savcı ya da hakim olmayı hedef etmişlerdi. Babalarının parasıyla toplumdan git gide kopmuşlar ve normal yurttaşların üstünde, onları idare edecek, ayrı ayrı her birinin kaderini belirlerken karartacak, hepimize baskı uygulayacak, adaleti belirleyecek bir tabaka oluşturmaya hazırlanmışlardı. Bu iki okuldan çıkanların arasından Ahmet Doğan’ın “Multi Grup” ve Avrupa Birliği Eğitim Fonu Paralarıyla Sofya’da kurdurduğu ve Bulgar gizli polisinin “Altıncı Şube” şefi, “gestapo” lakabıyla ünlü Albay Prof. Dimirır İvanov’un eline teslim edip halkımızı, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü ve kimliğimizi içinden oyacak yeni daha keskin çelik bilyeler hazırlandığını görmeyenlere veya görmek istemeyenlere, hey uyanın artık!, demek istiyoruz.

Dünkü gün, haberleri gözden geçirirken, eski başbakanlardan ve 1989’da başımıza balyoz indiğinde Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı olan Mesut Yılmaz’ın FETÖ sisteminin 150 ülkeye yayılışı, 100 milyar US Doları bulan bir darbeci servete sahip olması konularında cumhuriyet savcısına verdiği ifadeleri okudum. “Ecevit’e sordum, dokunma, dedi” diyor. Feytullahçı asker kaçakları, sermaye kaçakçıları, ılımlı İslamcıları Sofya’ya toplanırken, “Bulgaristan Zaman” gazetesi ve “Ümit” dergisi çıkmaya başlarken, özel uçakla gelip, bu bakan Sofya Kumarhanelerini her gece ziyaret eder, her gece kaybeder ve borçlar birikmesin endişesinden sorumlu FETÖ’cüler ödemeleri yapar ve çoraplarını örmeye devam ederlerdi. Ne yazık ki, 15 Temmuzdan sonra da değişen bir şey yok gibi.

Türkiye Cumhuriyeti Başkanı’nın sözlerini kullanıyorum: Bu “hainler”  Türkiye’yi dış ülkelerde temsil etme işini o kadar ilerletmişler ki, layık bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin şerefli adını “ılımlı İslamcı hainlik boyasıyla” o kadar çok boyamışlar ki layık özden bir şey kalmamış. Yetiştirdikleri kadrolar tam kendileri gibi… Beden diliyle konuşuyorlar. Biçimlendirmişler.

Şu misalime dikkat ediniz.:  Kırcaali eski Müftüsü; Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülük Manevi Konsey Başkanı; HÖH eski milletvekili; 6 aydan beri de DOST partisi Genel Başkan Yardımcılığına sıçrayan Şabanali Ahmet, son Ramazan’da iftar buluşmalarında beden dilini devamlı konuşturdu.

Pensilvanya’daki HAİNLER BAŞI, KATİLLER KATİLİ gibi iki elini göğe kaldıra kaldıra cin peri kovalar gibi, ölümle lanetler gibi konuştu. Besbelli aldığı talimatlar bu yönde…

Bu olaylar 15 Temmuzdan birkaç gün önce olduğuna hiç kimsenin sesi çıkmadı. Kimse kalkıp da bizim aramızda bu gibi tiplerin yeri olamaz, yeter ezildiğimiz, millet bize gülüyor, diyen olmadı.

Örneklerin gösterdiği üzere, Bulgaristan Türkleri arasına sızıp onları ruhsuzlaştırma işine adam sokarken “Cizvit” usulü uygulanmıştır. FETÖ örgütü taş kafa, moralsiz, işe yaramayan,  halkımızın davasından ve özlemlerinden tamamen uzak, adalet duygumuza yabancı, hiçbir işe yaramayan soy saptan çocukları toplamış, “okutmuş”  ve kurumlarımızın, sivil toplum örgütlerimizin, partilerimiz içine sızdırılmış, adımıza meclise ve parti yönetimlerine itelemişlerdir.

Bulgaristan Müslümanları arasında “Zaman” lokantasında ve Sofya meclisi kantininde “köfteci grup” böyle meydana gelmiştir. Bulgaristan’a okumaya gelen Türkiye öğrencilerinin idare işleri ve Bulgar makamlarıyla ilişkileri de bu soyguncu grubun eline geçmiştir. Bu işlerde, bir paragöz olan Ahmet Doğan da kullanılmıştır. Seçim listelerinde Şabanali Ahmet gibi tipler listede ön sıralara yazarak siyasi hayatımızda ön sıralara itilmiş ve hareketimiz vicdani tutum olarak köreltilmiştir.

Son yıllarda Bulgar siyaset arenasında baş sima olan bu tiplerden yine Şabanali Ahmet’in, DOST partisinin ideolojisini anlatırken “neo-liberalizm”den söz etmesi de dikkati çekti. İçkili HÖH buluşmalarında öğrendiği aldatmacaların üstüne hiçbir şey koymamış olan bu t.ş kafa lidercik, anlayabildiğimiz kadarıyla Ürdün’de İslam öğrenimi görmüş. Zaman’a zaman demedik, internet üzerinden ve yazışarak bu din enstitüsünde “yeni-liberalizm” üzerine ne gibi bilgiler verildiğini öğrenmeye çalıştık. Aldığımız cevapların hepsi olumsuzdu.

Biz bu yolu böyle devam edemeyiz. Kim neyi nasıl anlarsa anlasın, kim ne derse desin.

Delik kova ile su taşınmaz… Bulgaristan’da bu 25 yıldır denendi.

Son günlerde özellikle de İstanbul “Zaman” sarıca arı kovanından bir grubun tutuklanmasını vesile bilerek “Zaman Bulgaristan” Baş Redaktörü Hasan bey,  Bulgar TV programlarında, “bizim Türkiye’deki “Zaman” gazetesiyle hiçbir bağlantımız yok.” “Türkiye’de basın özgürlüğü yok.” “Biz Bulgar tüzel kişisi olarak bağımsız bir gazeteyiz” masalları anlatmaya başladı.

Onun söylemediği çok şey var:   Maaşların Pensilvanya’dan geldiğini; Beyin yıkayan yorumların hepsinin “zehirli İslamcı” “Zaman” kalemlerinden çektiğini vb.  “Zaman Sofya” redaksiyonunda önceleri çalışan ekibin bugün hepsinin Pensilvanya’da olduğu iyi bilinir.

Biz, Bulgaristan Müslüman Türkleri ve soydaşlar olarak sahte medeniyet projeleriyle hiçbir yere erişemeyiz. Bulgarların veya Avrupa Birliğinin olmayan medeniyet projelerine dahil edilirsek, eriyip yok oluruz. Bizim yarınımız kendi içimizdeki kimliğimizdedir. “Aman siz kendiniz bir şey yapmayın!” Biz sizi yönetiriz, masalıyla yolumuzu kesenler, bizim adımıza konuşan, papazları soframıza oturtan, önümüze dikilenler her şeyimizi ellerine almak istediler.

Şu da var, kahraman halk kitlemizden kapmak istedikleri bayrağı ne Türkiye’de soydaşlarımız arasında ne de memleketimizde kardeşlerimiz önünde dalgalandırabildiler. FETÖ kopoyları bizim hiçbir sorumuza doru dürüst, dört elle sarılmadı, bize faydaları dokunmadı ve bundan sonra da dokunmaz.

Son 26 yılda Türkiye’den gelip de Bulgaristan Türklerinin anadili olan Türkçe ağızlarımız üstüne bir araştırma yapan ve sayısal çağda lehçeleri değerlendirip edebiyat dilimizi tüm yasaklara rağmen öğretebilme yollarını araştıran bilimsel çözümler öneren bir tek genç çıkmadı.

Çok acı değil mi? Şu da çok acıdır. FETÖ okullarında okuyan kız ve oğlanlardan bir tek yazar ya da şair, bilim adamı, felsefeci, sosyoloji uzmanı, psikolog, tarımcı, paytar, öğretmen vb çıkmamıştır. Ne varsa ne yoksa hepsi general olacaklar. TBMM’nin bombalanması emri verecekler.

Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın R.T. Erdoğan’ı öldürmek amacıyla İstanbul’un Üsküdar semtine binlerce otomatik silah depolayacaklar. Bulgaristanlı Türkleri vatandan kovma davasında öncü olacaklar. Bir de adalet anlayışı kökten çarpıtılmak istendi.  TSK komuta kademesini yıllarca hapishanelerde, sorgu dairelerinde ezmek, üzmek, birçoklarının ölümüne neden olmak için en zavallı hukuk oyunlarına başvurdular.

15 Temmuz olaylarından sonra Güney Doğu’dan PKK tuzaklarından hiçbir “şehit”, “tuzak” haberi gelmeyeceğine inanıyordum. Çünkü bu tuzakların bilinçli olarak kurulduğuna, PKK ile ortaklık yapıldığına, askerimizin ve polisimizin bombaların gömülü olduğu bölgelere, yollara bile bile gönderildiğine inanıyordum. Patlamalar devam ediyorsa TSK henüz arınmamış, “imam hücreleri” nin hala çalıştığı gerçeği yaşıyor, demektir.

Biz, Bulgaristanlı Türkler için, bazı istisnalar dışında, “Kırk yıl oldu, kaynatırım kaynamaz” atasözü iki yönlü geçerlidir. Bir taraftan Bulgar bizi kaynatamadı ve dünyaya rezil oldu, ama biz de ruhen yaralandık ve artık ateşin seviyesini ayarlayamaz olduk. Ayar düğmesi hep bu işten anlamayanların veya düğmeyi çevirseler ne olacağının farkında olmayanların elindedir.

Şu iyi bilinmelidir ki, ideallerini kaybedenler, davasına ve milletine güvenmeyenler ya teslim olur ya da kaybolurlar.

Biz, 1989’da Türkiye Cumhuriyeti’ne yerleşenler, içe dönük mü, dışa dönük mü bir milliyetçiliğe bel bağlamamız gerektiğinin bilincine uzun zaman varamadık.

FETÖ yayınları hep içe dönük bir milliyetçiliğe gerek olmadığını aşılamaya çalıştı. Bunu neden yaptıkları 15 Temmuz gecesi anlaşıldı. Türk milletinde Çanakkale mayası, Atatürk ilhamı olmasaydı hepimiz yanmıştık. Bizi kurtaran bu defa dedelerimizin yenilmez ruhu oldu.

1974 Kıbrıs çıkarmasında da tek yumruk olmuştuk, fakat bu kudreti toplayamamıştık.

15 gün demokrasi kalesi olduk. Verilmiş sadakamız varmış, emperyalizmin son balyozu öyle bir inecekti ki başımıza, bir daha kendimizi toparlamayı düşünemeyecektik. FETÖ taşeronluğunda emperyalizmin örnek yeni sömürgesi olacaktık. Ardımızdan Türk Cumhuriyetleri ve 56 İslam devleti de yerle bir edilecekti…

Biz, BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak Ankara Kızılay’da, Tekirdağı ve İstanbul/Bayrampaşa’da, Gaziosmanpaşa’da, Avcılar’da, Bağıcılarda, Saraçhanede ve Taksim Meydanında Cumhuriyet Anıtı’nda BULTÜRK bayrağını dalgalandırdık. Bir ihtimal daha olmadığına inanarak marşlar söyledik, ateşli konuşmalar dinledik.

Yarın da 7 Temmuz’da Yeni Kapıda milyonlarla buluşmaya, kucaklaşmaya BULTÜRK bayrağımızla katılacağız.

Son 15 gün, 15 Temmuz gecesi bize büyük bir ders oldu. Başka bir Türkiye olmadığını her birimiz çok derin duyulmadık. Suriyelilerin kaçacağı yer vardı, Kavkaslardan, balkanlardan gelen bizlere de gideceğimiz yer vardı o da Türkiye, ya bizim Türkiye olmasa nereye gideceğiz var mı? Bizim buradan başka devletimiz yok, bizim buradan öte şehit olmaktan başka yolumuz yok, bunu hepimiz çok iyi biliriz.

FETÖ’cülerin gazete, reklâm, radyo, televizyon, okul, yatakhane, kitapçı, cami ve mescitlerde, dağıttıkları köfte ve böreklerle, ikili, dörtlü, onlu görüşmelerde bizi oyduğunu ve yok etmeye 40 yıl boyunca sabırla hazırlandığını gördük. Onların eğittikleri kişilerin günahkâr, ırkçı, faşist, katıl olduklarını gördük. Birçok gazeteyi boş kafalı hain Türklerin yazdığını da görebildik.

Biz, soydaşlar olarak Türkiye içinde yapacağımız milliyetçilik ana-vatanımızı satanlara ve Türkü Türk’e kırdırmak isteyenlere karşı olmalıdır. Bizim Bulgaristan’da da PARALEL ÖRGÜT OLDUĞUNA İNANIYORUZ. Bu örgüt Sofyadan yönlendiriliyor amma akıl hocaları dışarıdan, işte bu gün bizlerde silkinmeliyiz ve kendi içimizde hainleri ortaya çıkarmalıyız. Bizler artık kendi toplumumuzdan kendini halkımız adına feda edebilecek kişileri bulmalıyız ve hainlerin karşısına çıkabilmeliyiz. Toplum için çalışanları ve toplumu bölenleri iyi görmeliyiz. Bu en kutsal görevdir.

Son gelişmeler bunu çok açık ortaya koydu. Biz içten bölünmüş olduğumuzun farkına varamamışız.

Unutmayalım: Milliyetçilik birleştiriciliktir.

Ne Mutlu Türküm Diyene!”

İkinci yazımızda:

Türkiye Türklerinin yani bizim dış milliyetçiliğimiz üzerinde duracağız.

Reklamlar