Hatırlatma-eski yazımızı tekrar yayınlıyoruz

Baskan

liderlerin-lideri-recep-tayyip-erdoğan_567240

rafet-00Tarihin en görkemli İmparatorluğu olan Osmanlının çözülme ve monarşiden Cumhuriyete geçiş sürecinde toplam 44 devlet oluştu. Son hesapta, bu zengin geçmişin ana varisi Türkiye Cumhuriyetidir. O, aynı tarihsel geçmişin enerjisiyle kurulan irili ufaklı devletlerden hiç birine yan gözle asla bakmadı gibi, husumet yaratıp savaş da açmadı. Bu açıdan Türkiye’nin bir asırlık Cumhuriyet tarihi son yüzyılın emsali olmayan parlak bir örneğidir.

43 kardeşine ayırıp kayırma gözetmeyen, hepsine karşı hep aynı mesafede olmaya çalışırken bir ağabey gibi davranan Türkiye devleti, yakaladığı toplumsal modernleşme, gelişme ve kalkınma modeliyle öteki kardeşlerine örnek olurken, dara düşene ise hep yardım eli uzatıyordu.
Suriye faciasında, konuk muamelesi gören sığınakçılara gösterilen sıcaklık, biz Bulgaristan ve Balkan Türklerinin yaşadığımız toplam 39 göç esnasında, hele 1989 Büyük Göçünde gördüğümüz büyük ağabey yaklaşımının bir devamıdır.
Büyük Osmanlının gölgesi ruhlarımızda bugün de hepimizin Vatanı ve yuvasıdır.
Bu dev Çınar’ının köklerinin kardeşleşmesinden oluşan ormanda ağaçlar ortak gölge oluşturmaya çalışırken, son bir ayda beliren zamansız mezhep kavgaları; “İslam Devleti” ve“Halifelik” ilan edilmen ya da kargaşayı fırsat bilip sınır çizgilerini değiştirip bağımsızlıktan dem vurmaya kalkanlar, bizde farklı çağrışım uyandırdı.
1981’te, Bulgar Devleti’nin “1300. Yıldönümü” törenlerinde, olayları olduğundan görkemli, gölgeleri de olduğundan koyu göstermeye çalışan diktatör T. Jivkov,  Sofya’da Kültür Sarayı bahçesine bir günde büyük büyük yapraklı ağaçlar dikip her yeri gölgelendirilmişti. Dev ağaçlar Almanya’dan getirilen iri dişli kepçelerle kökünden söküp saray bahçesine açılan kuyulara ormandan getirilip dikilmişti. Bilirsiniz boylanan ağıcın kökü kazılmaz ve sulanmaz, çünkü o aradığı suyu derinde bulmuştur ama bizimkiler kazdılar suladılar, suladılar kazdılar ve ikide bir ilaçladılar ama bir iki yılda ağaçların hepsi kurudu.
Sosyalizm düzenine de totalitarizm illetini dikerek toplumsal olarak da kurudukları misali…
İslam Devleti ilan edenlerin Halifeliği de in üstüne çatı gibi göründüğünden kendini anlamsızlaştırdı.
Hilafetin kaldırılması ben Osmanlıyım demekle gururlanan teba için 3 Kasım 1939’da Tanzimat fermanının ilanı ile modernleşme mikrobunun halk zihninde parçalanıp bölünen ufalanan devletten yıkıcı kanunları kendisinin nasıl yok etini göstermiş oldu.
Bu olay bana, en basit tebaası “Osmanlıyım” demekle gururlanırken 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanıyla içine “modernleşme” mikrobu düşürüp baştanbaşa parçalanıp bölünerek ufalanma temellerini kendisinin nasıl attığını anımsattı. 1924’te TBMM Hilafeti kaldırmakla Müslüman ülkelerin uygar dünyaya katılma kapısını araladığı gibi, Bulgaristan Krallığı’nda yaşayan Müslümanların yenileşen düzene Baş Müftülük yönetiminde ayak uydurabilmelerine serbestlik getirmişti.
Son yüzyılda Osmanlıdan kopan devletler uygar dünya yolunu ararken hep Türkiye’ye baktılar, Türkiye Cumhuriyeti’ni örnek aldılar. Tarihsel gidişi silah zoruyla ters çevirip, geçen hafta bir şeriat devleti ve Halifelik ilan edilmesi hepimizi düşündürdü. Hıristiyan dünyası ile ilişkilerin “soğuk ve sıcak savaş” dönemine yeniden itilmesine yol verilemez.
Diş İşleri Bakanımızın Sn. Ahmet Davutoğlu’nun “dünyanın bundan sonra ilerlemesi uygarlıklar arası savaştan geçer” diyenlere verdiği yanıtında “Hayırbarış ve anlaşmadan, sınırsız bir dünyadan geçecektir” demesi yankılanırken büyük destek topladı. Balkanlar açısından bakıldığında, Büyük İskender, kimin Çarı oldukları üzerinde tartışmalar dinmeyen II. Simeon ve İvan Asen, İslav alfabesini yazan Kiril ve Metodiy kardeşlerin devasa anıtlarının çevrelediği Üsküp meydanında değişik vesilelerle karma mehter takımlarının Osmanlı ve Türk marşlarını dinlemek olanaklaştı.  Makedonya’da Osmanlı mirası olan bütün konak, askeri okul, cami, medrese, tekke, köprü, okul ve çarşılar onarıldı. Güzellikler yaşama kazandırıldı. Kutlamaya değer gelişmeler oluyor. Öte yandan, Bulgaristan’da Baş Müftülük ve vakıf taşınmazlarının, Osmanlı kale ve konaklarının, Kostendil’de “Fatih Camii” de aralarında olmak üzere Karlovo “Kurşun Camii”, Razgrad “Büyük Camii”, Kırcaali’de Medresemize, Filibe “Taşköprü camisi” ve “Türk Hamamları” gibi tarihi ve yüksek mimari mirasımızın dış mangalına bile dokunmamıza izin verilmiyor. Bulgar’ın Anti-İslam ve anti-Türk devlet politikası halen sürüyor. Düne kadar Türkiye diplomasisi tarafından da desteklenen HÖH/DPS lider takımı öz Vatanımızda Türklük düşmanı politikayı çok aşamalı ve değişik biçimli bir uygulama olarak bazı belediyeler desteklemeye devam ediyorlar. Bu konuda mahkeme kararlarının hiçe sayılması, çok manidar olduğu kadar,  eski Osmanlı topraklarında çok çelişkili ve ağır problemli sorunlar yaşandığına hepimizi tanık ediyor.
Bu arada Bulgaristan’a son 25 yılda en fazla yardım eden ülke de yine Türkiye Cumhuriyetidir.  2 milyardan fazla yatırımla Türkiye Bulgaristan’ın birçok il merkezinde fabrika bacalarını tüttürdü. Sofya yer altı treninin 2. Hattını inşa edip işletti. Burgas iline açılan otoyola damga vurdu. Sofya’yı Pernik şehrine otoyolla bağladı. Oteller kurdu, işletiyor. Lokantalar açtı ağız dadımız değişti. Özlemlerimizi giderdi. Eğitim ve kültür alanında atılacak yeni adımlara alan hazırlıkları devam ediyor.
Bu dev yardımların 2002 yılından sonra kat kat artarak hayat bulması, olayların kökünde Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın olduğunu belirtmemize yeni vesile olmuştur. Bu minnettarlığımızın ifadesi olarak Biz Bulgaristan Türklerinden İstanbul’da BULTÜRK Derneği olarak son yerel seçimlerde oyumuzu AK Parti adaylarına verilmesi gerektiğini basın toplantısı ile açıkladık. Hareketimizin doğru olduğuna inanıyoruz.
İşte böylesi karmaşık bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez olmak üzere direk başkanlık seçimine gidiliyor.
 
10 Ağustos 2014 bu bakıma çok anlamlı bir gündür.
Burada Türkiye’yi ileriye ve geriye çekmek isteyen iki cephenin birbiriyle yüzleşmesini izleyeceğiz. Monarşiden Cumhuriyet düzenine geçerken Osmanlının paşası ve Cumhuriyetin de kurucusu ve Başkanı olan M. K. Atatürk’tür. Onun zamanında gerçekleştirilen reformlar Osmanlıyı öz ve biçim olarak olumsuzlaştırdı. Fakat bu yapılırken bazı çerçeveler dar tutulmuştu. Bunları genişleterek aşma yolunu ise Başbakan Recep Tayip Erdoğan buldu.
Son 12 yılda köklü yenileştirici adımlar attı:
Bir defa çoğulculuğa dayanan politik sistemin üzerindeki anayasal vesaiti kaldırdı. Politik yapıyı yeniden düzenlerken demokratikleştirdi.  Anadolu’nun sermayesini oluşturdu; Anadolu’da eğitim, kültür ve sanayi devrimi yaptı; Türkiye savunmasını dışa bağımlılıktan kurtarmak için milli savaş sanayisini kurdu; modern bir Türkiye’nin dinamik alt yapısını tünel, köprü, oto yol ve hava alanlarıyla tanınmaz bir hale getirdi. Ulusal bütünlüğünün etnik farklılıkları yaşatan bir bukette yaşayacağına inandı. Kürtlere ve diğer etniklere özgün kültürel haklarını tanıdı. 34 yıldan beri çözülemeyen Kürt problemine başarılı çözüm formülü buldu.
Türkiye’de XXI. Yüzyılın ilk atılımlarını belirleyen bu gelişmeler daha 139’da atılan Batıya dönük uygarlaşma yolunu genişletmeye çalıştı. Kuşkusuz burada Türkiye Cumhuriyeti‘ninatlayamayacağı bir çita olmadığını yazarken, tuz içinde şekerin zor eridiğine işaret etmek istiyorum. Modern Avrupa’da ilan edilen “farklılıkların bir araya gelmesinden oluşacak yeni Avrupa Birliği uygarlığı” aslında hayal edildiğinden çok farklı çizgiler de içeriyor.
Bir defa, üye olan 28 devletin sınırlarını kaldırarak, bütünleştik demesi ve Brüksel meclisinde 24 dilin resmi dil olarak kabul edilerek kullanılması, yeni bir forumsal varolma biçimi yaratırken, özsel değişikler getirmedi. Üye ülkelerin her birinde var olan ve çözülemeyen ise etnik sorunlar kangrenleşmeye devam ediyor. Üye devletlerin ulusal devlet politikalarında azınlıklara etnik eğitim, kültür v.b. haklarını kullanma hakkı devlet eliyle kısıtlanıyor.  Devlet ajanlarınca yönetilen yamak partiler örneğin Bulgaristan (HÖH) partisi Türk ve Müslüman azınlıklarını eriterek yok sayma değirmenine su taşımaya devam ederek ayakta tutuluyor.
Atalarımızın atları evcilleştirerek, bakır, demiri ve çeliği yerlilerden daha iyi işleyip ehlileştirerek kolayca yerleştiği Anadolu’da buldukları eski Elen kültürü, Bizans hukuku ve Hıristiyan dininin yerine daha üstün bir üretim biçimi, ahlak ve adalet anlayışı getirdiklerinden dolayı 1 000 yıl önce kolayca kabul dilip yerleşebilmeleri dünyayı şaşırtmamıştı. Avrupa Birliği’nin (AB) varoluşuna temel tarihsel dayanak olarak gösterdiği Hıristiyanlık, kadim Rum kültürü ve Bizans hukuk üçlüsüydü. Modern Anadolu’da yani Türkiye sınırları içinde İslam dini, Müslüman yaşam biçimi, Türk-İslam sentezi kültür ve devletin cumhuriyet biçimiyle tam bir uyum ve mükemmel bir harmoni içinde yaşamış, yaşıyor ve yaşayabilecekken, aynı üçlü sentez bütünlüğü eski kıtada Türklük uygarlığıyla birlikte neden uygulanmasın? Neden uygulanmak istenmiyor?  Bu perspektifi, nurlu ufku neden kabulü mümkün bir uygarlık olarak göremeyenlerin yaşam ortamı bulabildiklerini anlamak, dün olduğu kadar bugün de hakikatten anlaşılır gibi değildir.
İşte böyle suni olarak ağırlaştırılmış koşullarda, Türkiye Cumhuriyeti Başkanlık seçimine gidiyor. Yarın AK Parti Başkan adayını açıklayacak. Herkes Sn. Recep Tayip Erdoğan’ın üzerinde duruyor. Gerçeği isterseniz kişilik o kadar da önemli değil, çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sına göre bir vatandaş kendi başına Cumhurbaşkanı olmak isteyemez, kendini aday da gösteremez, parlamentodan 20 kişilik bir grup tarafından önerilmelidir.
Şimdiki muhalefet, ana hatlarıyla CHP-MHP ikilisi, son 12 yılda Türkiye’de yeni algoritmaları üreten, yeni bakış açılarını yerleştiren ve devletin politik ve felsefi yeni yapılaşmasında dinamo rolü gören Başbakan Sn.Recep Tayip Erdoğan veya AK Partinin önereceği adayın önüne hiç beklenmedik bir şahsiyeti (Ekmelledin İhsanoğullu) aday olarak dikildi.
 
Bu neye benziyor biliyor musunuz?
AK Parti ve Başkanı Sn.Recep Tayip Erdoğan dar başkanlık yolunda üç atlı faytonuyla normal ilerlerken, önüne muhalefet tarafından indirilen bir kani arabasıyla yolunun tıkanmasıdır. Fikrin özündeki hainlikte Başkanlık yokuşunun dar bir yol olduğu ve solama ve sağdan dolanma gibi bir imkân olmamasıdır. Bu yolun bir tarafı dere hendeğidir diğer yanı da siperdir.
Monarşiden Cumhuriyete Cumhuriyetten Başkanlık sistemine başarılı geçiş, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti yönetim sistemini daha da demokratikleştirilmesi ve ehlileştirilerek daha verimli bir hale getirilmesi açısından Avrupa Birliği’nin önüne geçmesi anlamına gelir.
Evet Türkiye artık devleşiyor ve bu devleşme de yarı ve başkanlık sistemine geçmek zorundadır.
Bu gerçekleştiği takdirde inşallah tüm dünyada yaşayan Türklerin de dualarıyla yeni Türkiye’nin, yeni Cumhurbaşkanı hem ülkemize hem milletimize hem de dünyanın her yerindeki insanlarımıza umut verecektir. İnşallah Ramazan ayının bereketiyle oluşan bu dualar Milletimizin hem birliğine hem beraberliğimize hem kardeşliğimizi pekiştirir ve dünyada yaşanan acıları da ancak böyle hafifletebiliriz.
Bekliyoruz. Başkanlık yolu yokuştur, geri dönüşü olmayan bir tırmanıştır.
Türkiye Cumhuriyeti için ise bu bir yücelme yoludur.
Tüm Türk Dünyası ve Osmanlıdan ayrılan 44 devletin pir dikkat izlediği ve örnek almak istediği bir ilerleme ve onur yoludur.
Türk Dünyası Merkezinin oluşmasına az kaldı…
Şimdiden Dünya Türklerine hayırlı ve uğurlu olsun
Reklamlar