Tarih: 07 Ağustos 2018

Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ – BULTÜRK Başkan Yardımcısı

Konu:  Büyük kavga yeniden alevleniyor        

Terbiyesizliği sınır tanımayan, Bulgaristan Başbakan Yardımcısı, hükümet ortağı sözde “Yurtsever Cephe” eş başkanı ve Bakanlar Kurulu nezdindeki Etnik Azınlık Sorunları Komisyonu Başkanı, aşırı milletçi ve dirilen Bulgar faşistlerinin Alay Şefi Valeri Simionov Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan ve soydaşlarımız hakkında şöyle dedi. “Fakti.bg 07. 08. 2018”:

Seçimlerde oyunu kime ve neden verdiğinin bilincinde olmayan ve Bulgaristan’da olup bitenden pek fazla ilgilenmeyen, her şeyi yüz üstü bırakmış ve bir şey olsa bile onları ilgilendirmeyen Türkiye’deki göçmen seçmenler “Çoban Erdoğan tarafından güdülen bir sürüdür.”

Olay Bulgaristan’da sert tepkiler uyandırdı. Bir defa, 81 milyonlum Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, son 16 yılda Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayip ERDOĞAN’a “çoban” denmesi şimdiye kadar rastlanmamış bir alçaklık ve emsalsiz bir küstahlıktır. Türkiye’nin dev atılımlarını, ekonomik, siyasal ve askeri başarıları Bulgar aşırı milliyetçilerin gözünü çıkarıyor. Yerli ve uluslararası terörle mücadelede seri zaferlerini egoizmden körleşen gözlerle göremeyen bu zavallı zat, içindeki Türklere, Türkiye’ye ve soydaşlara olan öfke ve hıncını bir daha alabildiğine kustu.

Soydaşlarımızın Türkiye’de bulunmalarının sebebinin Vatanları olan Bulgaristan’dan zorla kovulmuş olmalarıdır gerçeğini unuttu. Daha önce diktatör T.Jivkov’un zulüm yıllarında 12 500 Türkün hapishanelerde çürütüldüğü asla unutulmamalıdır. Resmi 1 253 583 Türkün isminin polis ve asker baskısıyla, zırhlı araçlarla ve tanklarla basılan köylerde ağır işkence altında değiştirildiği asla unutulmamalıdır.

Binlerce Türk ailenin ağır şartlarda, köle gibi çalıştırılarak sürgünde tutulduğunu asla unutmamalıyız. 1959 yılından beri çocuklarımızın anadilimizi okuyamadığını, okullarımızın kapalı olduğunu, kültürümüzün adet ve geleneklerimizin, dilimizin yasaklanmış olduğunu asla unutmamalıyız. “Belene” ölüm kampında kalanlar çektiklerini unutmamalı ve unutturmamalıdır.

Düşmanlarımız yine üstlerinden bir yerlerden cesaret aldılar ki, bize “sürü” diye hitap ediyorlar. Liderimiz Sayın Erdoğan’a “çoban” diyorlar. Bizim hakkımızda düşündükleri budur.

Biz onlar için 1878’den beri “ötekiyiz”, “yabancıyız”, “köleyiz”, ”kovulması gerekli olanız!”, “kovamadıklarıyız!”, “geri dönerlerse korkusuyla hepsine kâbus yaşatanlarız!”.

Soya dönüş” zulmüne başkaldıranlarımızın, 1989’da Bulgar baskı ve terörüne, totalitarizmine karşı, insan hakları uğruna, özgürlüklerimiz için, adalet ve demokrasi yolunda ulusal ayaklanma gerçekleştiren kardeşlerimiz lanetinde boğulması gerekir. Bu faşistlere gerekli cevap verilmelidir! Ülkemizdeki totaliter kalıntılara ve para-faşist güçlere tüm yollar kesilmelidir. Faşizme geçit yok!  Bulgaristan’da Türklere ve Müslümanlara karşı olanların hepsi faşisttir.

Böyle devam ederse artık geri dönme zamanı gelmiştir 1877-78 Rus Türk harbinden sonra Türkiye’ye göç eden 10 milyon civarında Bulgaristan Türkü Bulgar sınır kapısına yürümelidirler. Bakalım Avrupa ne yapabilecekler.

Bulgaristan Türkleri hiçbir şeyi unutmamış, unutmayacak ve unutturmayacaktır. Bunu herkes çok iyi bilmelidir.

O dağlarda yaşlar, akan ırmaklar, nadas kalmış tarlalar, ovalar, baraj ve ormanlar bizimdir. Eğer bize “sürü” denmesini istemiyorsak biz hakkımız olanı zorla almak zorundayız!

Biz geçmişimize olduğu gibi geleceğimize de mutlaka sahip çıkmak zorundayız. Geleceğimizi, evlatlarımızın istikbalini Moskof ya da Washington ajanlarının eline bırakamayız… bırakmayacağız…

Gelişen olayların son renkleri şöyledir:

Belene” toplama kampından geçmek, zindanda dayaktan kötürüm kalmak; Vatandan kaçmak, Bulgaristan’dan kovulmak ya da göçe zorlanmak, sindirilmek ve süründürülmek hiç birimizi kahraman yapmadı. Birçoğumuz olayların siyasi niteliklerini okuyamadı.

Olayların boyutu bazılarımızda kuşku uyandırdı.

Kişisel geçmişimizde karışık bir şeyler olduğu şüphesi göz açtı. Şöyle bir örnek vereyim. Kırca Ali ili Ada Köy (Potoçnitsa) TKZS depolarından sorumlu …. Türkiye’ye gelirken yünleri satmış, parasını cebine koyarak gelmişti. Korku dağları bekliyor. Bir daha geri dönmedi. Oysa rejim, değişti, zaman değişti, alış veriş defterleri çoktan kapandı ve her şey unutuldu.

Politik tutukluların her birinden ayrı ayrı, susma, siyasete karışmama ya da bazı konularda işbirliği imzası alındığı da şüphe konuları arasındadır.

Dikkatimi çeken 1990 Mayısında Stara Zagora (Eski Zara) hapishanesindeki müebbetliklerin salıverildikten sonra 24 saatte ülkeyi terk etmesidir. İnsanlarımızın bu kadar kendi içlerine gömülmesi ve özgürlüğe kavuşunca kayıplara karışması ilginçtir. Hapishanede devrimci ruh sivrileşerek bileneceğine korkuyla köreltilmiştir. Aynı kişilere bakıyorum da şimdi günlerce kağıt oynuyorlar. Okey, tavla vb. sefasındalar. Bu umursamazlığın, içine kapanıklığın bir sebebi olmalı!

Gizliliği yalnız yaşlanmada arayamayız. Türkçe öğretmeni olarak içeri düşen bir aydınımızın yılda 2-3 aycık köyünde huzur aramaması, afacanlara anadilimizde çıkışmayı fazla görmesi de anlaşılır gibi değildir. Cennet ata toprağımızdır kardeşlerim.

Belene”den geçen ailelerden uyanık ruhlu, yurtsever, atılgan, coşkun yürekli gençler çıkmadı. Dede ve babalarının davasına devam etme hırsı sönmüş gibi. Dernekler el yordamıyla bir şeyler arıyor. Tek ışığa yönelen yok!

Bu durum düşündürücüdür. Bizlere “sürü” denmesini kabul etmemeliyiz. Faşistlerin dili çok uzadı…

Artık birleşip harekete geçme zamanı geldi. Siyasi haklarımızı istemeliyiz. En başta bize Türkiye’de yaşayanlara Genel Başkanımızın önerisi kabul edilmeli ve Bulgaristan genel seçimlerde ve AB Parlamento seçimlerinde mektupla oy kullanma hakkı tanınmalıdır!

Bizdeki faşizmin para kaynakları:

Faşistlerin kaynaklarından oluk dolusu akan paralar yasadışıdır. Rüşvettir. Dolandırıcılık, insanları zorlayarak toplanan vb paralardır. Arkadaşın rüşvetin kolları yok kelepçeleyelim. Failler insanlardır ve hele de faşistlerse mutlaka içeri atılmalıdır. Eski hesap defterleri de açılmalıdır. Bu Irkçılar ne kadar Bulgar-Türk öldürdülerse hepsinin hesabı sorulmalıdır. 

Örnekliyoruz:

Bugün hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’ye diz uzatıp hepimize alçakça saldıran totaliter Bulgar faşizminin “demokrasi” dönemindeyiz. Köhnemiş faşizan kitle eski ordudan siyasi polisler, Türk şubelerinde görev alan sivil polisler, siyasi kimliği olmayan kalpazanlar, Trakya göçmenlerinin zehirli süt içmiş torunları; Makedon göçmenlerinin 4. Kuşak torunları ve ideolojik olarak Moskova merkezine bağlı tabaka olmakla 3 koldur. Makedon göçmenleri “1903 İlinden Ayaklanmasından”; Müttefikler Arası Savaş’ta (1913) ve Birinci Dünya Savaşında (1914 – 1918) ve daha sonra Bulgaristan’a gelen göçmenlerle köklenmişlerdir. Onlar o gün bu gün “Makedonya bizim!” “Trakya Bizim!” sloganı yükseltiyorlar.

İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) tarafından yönetilip kışkırtılıyorlar. 2017’de iktidar koltuğuna oturdular. Hukümetin ortağı oldular.  Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı (Krasimir Karakaçanov) liderleridir. Avrupa Birliği parlamentosunda milletvekili (Angel Cambazki) VMRO Başkan Yardımcısıdır. Gazetelerde yazılanları bir araya toplarsak onlar parayı şöyle bulmuşlar: Makedonya Cumhuriyeti vatandaşlarına Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşlığı tanıdılar. 80 bin Makedon’a Bulgar kimliği verdiler. Avrupa Birliğinde serbest dolaşmaları için Kırmızı Pasaport sattılar. Alınan para 28 milyon Euro’dur. Nüfus içindeki oranları % 3’ü aşmasa da, faşist kan grubundan kardeşleriyle buluştular ve meclise girdiler.

Bulgar faşizminin en küstah ve saldırgan gücü sözüm ona “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” örgütü 1913’te Bulgaristan’a göç eden ve Stranca Dağı (Burgaz ili) ile Güney Doğu Rodoplar’ın Haskovo ve Yanbol bölgesine yerleştirilen “Trakya Bulgarları” na dayanır.  1989’dan önce Sliven’e konuşlanan III. Bulgar Ordusu emekli subaylarına ve onların akrabalarına ve sınırdaki askeri güçlerin siyasi subaylarına dayanarak, 1990’da dağılan komünist partisi örgüt üyeleri ile sınır köylerindeki gönüllü “muhafızlar” arasında kök saldı. Bu gücün de genel nüfus içindeki oranı % 3’ten fazla değildir, fakat değişik medya araçlarıyla su yüzüne çıkmayı başardılar ve güve yeniği bayraklarla meydanlara çıktılar.

Bu faşist partinin yapılanması hukümetlerin sınır boyu yerleşim yerlerine karşılıksız yardımlarından nem ve güç aldı. Hele, Malko Tırnovo ve Elena gibi küçük sınır boyu kasabalarında Türkiyeli zampara, kendini bilmez ziyaretçiler için açılan fuhuş otellerinden, sığınmacı kaçakçılığından vb para toplandı. Özellikle Bulgaristan –Türkiye sınırına Avrupa Birliğinden gelen 168 milyon Euro ile dikenli tel örgü gerilmesi işi faşist partiye bağlı firmalara verilince dilleri iyice uzadı. Kendilerini AB’yi İslam’dan koruyan güç olarak lanse ettiler…

24 Mart 2017 – seçim günü- Kapı Kule üzerinden gelen otobüslerden indirilen Bulgaristan Türkü seçmenlerin tartaklanması, dövülmesi yenir yutulur gibi değildi. Savcılıktan faşist partilerin üçünü de kapatması kararı beklenirken düşmanlarımızın küstahlığını ödüllendiren Bulgar seçmen onlara iktidara tırmanma yolu açtı., Seçim sandıklarına gönderilen kaba ve küstah tiplerin davranışları asla unutulamaz.

Bu aymazlığın son merhalesi Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Sayın Erdoğan’a “çoban” ve soydaşlarımıza “sürü” yakıştırması oldu.

Bunun gereği mutlak süretle görülmelidir. Türkiye- Bulgaristan ekonomik ve ticari ilişkileri Bulgaristan Türklerinin şerefinden ve namusundan daha önemli olamaz ve değildir.

Bu ters gidişe karşı kesin tedbirler alınmalıdır. Ankara’nın susma hakkı artık dolmuş taşmaya başlamıştır.

Bir defa Bulgar faşistlerinin şirketleri tespit edilmeli ve onlarla olan ticari ilişkiler hemen kesilmelidir. Faşistlerin işlettiği veya mülkü olan ve Karadeniz sayfiyesinde bulunan otellere, kaplıca ve diğer sayfiye merkezlerine, lokanta ve tatlıcı dükkanlarına Türk Turist ayağı basmamalıdır. Bunu tüm Türkiye’den gidenlere söylüyoruz. Faşistlerin palazlanması bizim için çok büyük tehlike arz ediyor!

Biz düşman besleyemeyiz! Türkiye Cumhuriyetinin menfaatleri Bulgaristan iktidarından, devletinden ve makamlarından önce biz Bulgaristan Müslümanlarıyla örtüşmelidir. Biz bundan böyle ikinci sırada bırakı-lamayız. Bırakıl-mamalıyız! Bu vurdumduymaz gidişe artık son verilmelidir. Yılan zehri püsküren “Skat” gibi elektronik yayınların da durdurulması yolu bulunmalıdır.

Aynı düşman cephesinde 3. Önemli güç olan “Ataka” partisinin kuruluş ve palazlanma masrafları, ipleri Moskova merkezinden çekilen Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) merkezinden gelen emirlere uyularak, Başkan Ahmet Doğan tarafından ödenmiştir.

Bulgaristan Türklerinin durumuyla ilgilenmeyen Doğan ve etrafındaki talan çetesi, Bulgar ve Rus-finans oligarşisine “Ataka” partisi ile birlikte hizmet ediyor. Bu güçlerin oluşturduğu mestadont (dinozordan iri olan) kütle bugünkü Bulgar finans oligarşisinin omurgası ve kendisidir. HÖH partisinden milletvekili olup, meclise gitmeyen, aylık maaşını 44 bin leva olarak gösteren D. Peevski, 2017 yılında bankalardaki paralarından divident (banka faizi olarak) olarak 37 milyon US Dolar almıştır.

Bu paralar senin benim hepimizin alın teridir.

Biz artık BİZ olmak ve bilinçli hareket etmek, birleşmek ve haklarımıza sahip çıkmak zorundayız. Karşımızda olağanüstü palazlanan bir ejderha oluşumu var ki, gözü ve midesi doymak bilmiyor, bu gidişle hepimizi birden yutacak. Bu ucubenin para kaynağını Moskova açtı ve

Hayvanların yemini vermeye devam ediyor.

Bu güçler kendilerini artık o kadar güçlü hissediyorlar ki bize “sürü”, Sayın Erdoğan’a da “çoban” diyecek kadar dil uzatıyorlar.

Bulgar okurlar bu olayları nasıl yorumluyor?

Senin “sürü” dediğin bu insanlar, bundan 30 yıl önce baş çoban Todor Jivkov ve dolayındaki çoban çırakları tarafından Bulgaristan’dan Türkiye’ye zorla kovulmuşlardı.  O zaman biz Bulgarlar giden Türklere dananın bostana baktığı gibi bakıyorduk.  Ocaklarından kovulan vatandaşlarımızın evlerini, bahçelerini, tarlalarını, taşınır ve taşınmazlarını parasızdan ucuz kapıp yerleşmeye, gasp etmeye çalışıyorduk. O zaman Bulgaristan yöneticileri o kadar küstah ve alçak olmamış olsalardı, bu vatandaşlarımız şimdi kendileri, çocukları ve torunlarıyla birlikte Vatanlarında yaşayacaklardı. O zaman şu kendilerine güya “yurtsever” diyenler hiç birini kovmaya başkaldıramayacaklardı.”

Devam edecek.

Paylaşın, Okuyun ve okutun…

Reklamlar