Nevzat ÖZTÜRK

Misyonun sözlüklerdeki anlamı “bir şahsa veya gruba verilen özel ve yüksek amaçlı görevdir.” Öyle ki bu görev; amaçta gerçekliği olan, yerine getirilmesi için büyük özveri, yüksek çaba ve devamlılık gerektiren ve aynı zamanda kişinin, grubun, kurumun varlık sebebi olan büyük bir iştir. Bu sebeple ben misyona, kelime karşılığı olarak kısaca “kutsal görev” diyebiliriz.

Vizyon ise, salt kelime karşılığı “görmek” olmakla beraber buradaki anlamı “geleceği görmek”, “eldeki verilere dayalı olarak belli bir süre sonrasını tahmin etmektir.” Buna, “tasarladığımız, kurguladığımız geleceğin belli bir zaman sonraki fotoğrafı” olarak da bakabiliriz. Hayalden farkı vizyonun eldeki imkânlara-gerçeklere dayalı olmasıdır.

Günümüzde, Müslümanlarda vizyon ve misyon eksikliği olduğu bir gerçektir.  hemen belirtelim ki; Müslümanlardaki vizyon eksikliği inançlarından değil, beceriksizliklerinden ve hatta dinlerinin emrettiği misyon ve vizyondan  sapmalarındandır. Müslümanların politik çıkışlarına, İslam dünyasının perişan haline baktığımızda ortada bir yanlış olduğunu görüyoruz. Bu konuda yapmış olduğumuz yanlışları görmemizin gerektiğine inanıyorum. Geriye doğru çekinmeden dönüp bakmaktan korkmamak gerekir.

Müslümanlar olarak, Hak Dini, bize tebliğ eden, yaşayan Kur’an Hz. Muhammed(sav) en güzel örnek, modeldir. O’nun misyon ve vizyonu bizim için yol göstericidir.  Peki Hz. Muhammed(sav)’in misyon ve vizyonu neydi? Peygamberimizin (sav) misyonu, aldığı vahyi insanlara tebliğ etmek ve ilahî mesajları onlara açıklamaktır. Peygamberin (sav) vizyonu, vahiy ile şekillendiği için diğer insanların vizyonuna benzemez. Bununla beraber mutlaka bir şey söylemek gerekirse, “O, tevhit inancı çerçevesinde, hayata istikamet, cemiyete emniyet, beşeriyete -iki cihanda- saadeti ön gören bir vizyona sahiptir.”

Müslümanların misyonu, öncelikle kendileri için Kur’an ve Sünnet çerçevesinde bir hayat tanzim etmek, bunun yanı sıra diğer insanlara da -sahil-i selamete çıkaracak olan- aynı rotayı işaret etmektir. Vizyonu ise, Kur’an ve Sünnet etrafında oluşan kolektif şuurla hareket ederek, geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği mümkün olduğunca kuşatan bir bakış açısıyla -bilinç düzeyine- bir yol haritasını çizmek olmalıdır.

Bu gün, İslam ümmetinin en büyük sorunu, cehalet, fakirlik, ihtilaftır. Bunların izalesi( yok edilmesi) ise, üstlenilmesi gereken en büyük misyondur. Bu misyonunu yerine getirmesi için, geçmişi geleceğe bağlayan şimdiki zamanın ilmî araç gereçleriyle donanmak, geleceğe dönük sosyal, siyasal, ekonomik ön görüleriyle gerçekçi ve  geniş bir vizyona sahip olması gerekir.

Bir Müslüman, “Ben insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyât/56) gerçeğinden hareket ederek, yaratılışın ana amacının Allah’ı tanımak, O’na sevgiyle bağlanarak ibadet etmek olduğunu bilen kişidir. Buradan hareketle, kendisi doğru İslâm’ı bildiği,  Yaratıcının emirleri doğrultusunda İslam’a ait doğruları yaşadığı gibi, “iyiliği emretmek kötülükten vazgeçirmek” hakikati doğrultusunda, diğer insanlara da bu hususta örnek olarak yardım eden, onların eksik yönleri konusunda bilgilendirme yapan ve nebevî görevi hakkıyla ifa eden bir davetçi olmalıdır.

Müslüman, vahye dayanan, akla güvenen ve ilimle gelişen bir medeniyetin mensupları olarak tarihine mirasçı olan kişidir. Tarihe mirasçı olarak da, geçmişin bütün birikimini ele alarak, onu Kur’ân ve sünnetin ana verilerine ters düşmeden nemalandıran, günceli yakalayan, yaşadığı toplumda saygınlığı en üst seviyede olan kişidir.

Müslüman, güçlü bir imana sahip, dinî ve dünyevî yaşamda dengeli, nefsini ıslah etmekle işe başlayan, insanlara faydalı olan, insanlar arasında birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını geliştiren, demokrat kişilikli, istikametli, yeteneklerini inkişaf ettiren, olaylar karşısında hissine kapılmadan pozitif hareket eden, insan psikolojisini iyi bilen kişidir.

Müslüman, dini konularda hassas, ancak sadece asırlar öncesinin yorumlarına bağlı kalmayan, dinî konularda akıl-mantık ölçülerini kullanan, dindeki hoşgörünün sınırlarını  daraltmayan ve diğer insanların yaşam biçimine tahammül eden kişi olmalıdır.

Müslüman, şuurlu ve sorgulayıcı fert olmanın yanında, hayatın manasını, ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, bu dünyada vazifesinin ne olduğunu sorgulayarak, ikna edici cevaplar aramalıdır. Çünkü sorgulanmamış bir hayat yaşamaya ne kadar layıktır? Kendi yaşamını sorgulamayan insanların, sosyal hayata ve dine ilişkin gözlemlerini sorgulaması ne kadar beklenir?

Müslüman, “beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” hadisini hayat felsefesi yaparak, öğrendikleri ile hayatı anlamlı hale getiren, dini hiçbir siyasî düşünceye alet etmeyen ve dinin umumun saadeti için önemli olduğunu bilerek bütün dünyevî düşüncelerin üzerinde tutulması gerektiğine inanan ve bunu hayatında uygulayan kişidir.[1]

Bugün, “biz peygamberi misyonu ne kadar yerine getiriyoruz?” sorusunu her Müslüman kendisine sormalıdır. İnsanlığın mevcut kötü gidişatının sebebi, Müslümanların “Peygamberi Misyonu” hakkıyla üstlenmemesinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar olarak, bu misyonu hakkıyla yerine getirmedikçe yeryüzünde mevcut olan zulüm düzenini devam edecektir.

Müslüman toplumun, şahsiyetin her anlamda örnek olması öncü olması gerekirken neredeyse bütün alanlarda taklitçi bir pozisyonda olduğunu üzülerek belirtmek durumundayız. Öyleyse, her yönden başarısız bir insan topluluğunu kim örnek almak ister? İslam dünyasındaki kötü gidişatın temel kaynağı “Bilgi ve Tasavvur” probleminden kaynaklanmaktadır. İnsan-Allah, İnsan-Eşya, İnsan-İnsan ilişkisini doğru bir zemine oturtamadık. Bizler, doğru bir şekilde Allah’ı tanımadığımız, doğru bir şekilde eşyayla olan ilişkimizi tanımlamadıktan sonra elbette hep yenilgiyle karşılaşacağız.  Fert, aile, topluluk ve ümmet olarak Peygamberi Misyonu hayata yansıtabilmek ve gidişatımızın düzelebilmesi için, tasavvurumuzu değiştirip, pratiklerimizi de bu yönde düzeltmemiz gerekir. Ümmeti Muhammedin Kur’an merkezli bir tasavvur geliştirmesi zorunludur.[2]

Müslüman, kendi nefsinde ve çevresinde Allah’ın halifesi olarak tevhid anlayışı gerçekleştirmek durumundadır. Eğer inanan insan tavır ve tutumlarından zevk alamıyorsa ve tevhidi, davranışlarında gerçekleştiremiyorsa o ha1ini gözden geçirmeli, nefis muhasebesiyle hatalarını düzeltme yönünde gayret etmelidir. Vicdanlar körelerek insanı hakikate götürmekten mahrum kalabilir.[3] Dolayısıyla bilgiler, anlayışlar, düşünceler, daima irdelenmeli, muhtemel yanlış düşünce ve tavırlardan uzaklaşıp tevhidi düşünceye erişmek için gayret göstermelidir.

Sonuç olarak; Müslümanın vizyonu, misyonu ve idealleri de Müslümanca olmalıdır. Müslümanca yaşamak da ancak hayatını İslam’a göre yaşayanların modellenmesiyle mümkün olabilir. Doğrulukta Hz. Ebu Bekir, adalette Hz. Ömer’i, hayada Hz. Osman’ı, ilimde ve kahramanlıkta Hz. Ali’yi örnek almalı, idealimize böyle şeyleri koymalıyız. Hayatımızı onlara benzemeye gayret ederek devam ettirmeliyiz. Vizyonumuz Müslümanca yaşamak olmalı. Misyonumuz, Allah(.c)’ın emrettiklerini yapmak, yasaklarından uzak durmak olmalıdır.

İdealimiz, “Elestübirabbiküm (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)” antlaşmasındaki “Bela(Evet, sen bizim Rabbimizsin..)” cevabına uygun yaşamak olmalıdır. İbadet insanı olmak yerine, hem ibadet hem de proje insanı olmaya çalışmalıyız. Aksi halde ibadetsiz bir hayatın çetin bir hesabı olacağı gibi, dünyanın projeleri de Müslümanca yaşamayan kişiyi kurtarmaya yetmeyecektir.

Bu nasıl olur, onu da görelim inşallah.. Selam ve dua ile. Allah’a emanet olunuz!

[1] https://vahadergisi.wordpress.com/2007/04/28/ilahiyatcinin-misyon-ve-vizyonu/ erişim 11/12/2018

[2] http://www.haksozhaber.net/peygamberi-misyon-sorumlulugu-84495h.htm erişim 09/12/2018

[3] Bakınız: Hacc, 22/46.

Reklamlar