Musa VATANSEVER

Konu: Adım adım Baş Müftülük kurma yolu

 

Baş Müftü Hocazâde Mehmet Muhyiddin Efendi’nin esas şansızlığı sadece Dışişleri ve Maliye Bakanlığındaki bürokratlara, Bulgar Meclisi’ndeki Müslüman milletvekillerine, hatta ve hatta Türkiye Sefaretine söz geçirememekte değil, “savaş müftüsü” olmasında idi.

Bulgaristan, Osmanlı Devleti’ne bağımsızlığını tanıttıktan sonra hemen harp hazırlıklarına girişti. Kendisini prenslikten krallığa terfi ettiren, son derece ihtiraslı bir tabiata sahip Ferdinand  Sakskoburgotski’ye bu da az geldi. Kendisini İstanbul’u alıp Bizans İmparatorluğu’nun tahtına oturma sevdasına kaptırdı. “Millî İdeali” gerçekleştirmek, Aya Stefanosta kurulan “Büyük Bulgaristan”ı üç renkli Bulgar Bayrağı altında birleştirmek adına ulusun milli duygularını şahlandırarak Türkiye’ye karşı savaş hazırlığına başladı. Hocazâde Mehmet Muhyiddin Efendi’nin Baş Müftü seçildiği 1910 yılında iktidarda bulunan Halk Partisi (Narodnâlar)’ın yayın organı “Mir” gazetesi 9.08.1912 tarihli sayısında “Türkiye’deki siyasi düzen Avrupa’da tarih yanılgısıdır“ şeklinde yazdı. “Bulgaristan Türkiye’den kendi topraklarını; Trakya ve Makedonya’yı almalıdır,”dedi ve bu toprakları almak için hızlı bir savaş hazırlığına girişildi. Osmanlı Devleti’nde toprak isteyen yalnız Bulgaristan değildi. Sırpların, Karadağlıların, Yunan ve Romenlerin de iştahları açılmıştı. Gözler, Osmanlı’nın hala Balkanlar’da bulunan 170 bin kilometrekarelik toprağına dikilmişti. İddiaya göre bu topraklar üzerinde yaşayan 6 milyon 150 bin kişinin sadece 1 buçuk milyonu Türk idi. Balkan devletleri bu toprakları ve insanları Osmanlı’dan almak için aralarında anlaştılar ve birleşerek Türkiye’ye savaş ilan ettiler. Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan orduları 15.10.1912 tarihinde Osmanlı Devleti’ne hücum ettiler. Bu arada iç siyasi ve iktisadi krizden sarsılan, İtayla ile Libya çölleri için savaşa tutuşmuş olan Devlet-i Aliye’nin elinde, milli ruhu yüksek, savaş hazırlığı mükemmel, modern silahlarla donatılmış genç Balkan ordularına karşı koyacak kuvvet yoktu. Bu yüzden adı geçen üç devlet peşinen paylaşmayı planladıkları toprakları, beklediklerinden çok daha fazlasıyla ve kolaylıkla aldılar. Rus subayları tarafından hazırlanmış, Moskova tarafından modern silahlarla silahlandırılmış genç Bulgar ordusu, Almanların kesinlikle alınamaz dediği Edirne kalesini dahi ele geçirerek Çatalca’ya dayandı. Bulgar askerleri yalnız 40 kilometre ötelerinde bulunan İstanbul camilerinin minarelerini saymaya başladılar. Büyük bir yenilgiye uğrayan Türkiye karşılıklı anlaşma ile çatışmaların geçici bir süre kesilmesini (mütareke) istemek zorunda kaldı. Mütareke 20.11.1912 tarihinde imzalandı. Hemen Londra’da barış müzakereleri başladı. Edirne Bulgarlara verildi; Midye-Enes hattı sınır oldu. Londra Barış Konferansı kararını kabul etmeyen Jön Türkler İstanbul’da devrim yaptılar. “Sınırlarımızı kılıçlarımızla çizeceğiz” diyerek savaşı yeniden başlattılar, hiçbir hazırlıksız sadece duygusal hareket ettiklerinden tabiatıyla yeni taarruzları da kaybettiler. 17. 05. 1913’tarihinde yine Londra’da imzalanan Barış Antlaşması’nın eskisindekinden daha ağır şartlarını kabul etmek zorunda kaldılar. Lakin bu defa dost ve müttefik Balkan devleri arasında anlaşmazlık çıktı. Osmanlı mirasını aralarında paylaşamadılar. Herkes en büyük parçayı kendisine almak istiyordu. Birbirleriyle tutuştular. 16.06. 2013 tarihinde Bulgar orduları Sırbistan ve Yunanistan’a hücum ettiler. Bundan dört gün sonra Romanya Bulgaristan’a harp ilan etti.  Diplomasi tarihine “Müttefikler Arası Savaş” veya “İkinci Balkan Savaşı” olarak geçen bu felâkete 28. 07.2013 tarihinde Bükreş’te imzalanan Barış Antlaşması ile son verildi.

Balkan savaşlarında en büyük zarar gören Bulgaristan oldu.  “Büyük Bulgaristan”ı kurayım derken Sırbistan, Yunanistan, Romanya gibi “Hıristiyan Dostlarına” “Küçük Bulgaristan” topraklarını kaptırdı. Birinci Balkan Savaşı’nda ele geçirdiği toprakların daha fazlasını ararken ikisini de kaybetti. Makedonya, Yunanistan, Sırbistan ve Romanya’da Bulgarların yaşadığı toprakları komşularına terk etmek zorunda bırakılan Bulgaristan, Batı Trakya ve Rodoplar’da sırf Türk ve Müslüman yaşayan bölgeleri alabildi.  Kırcaali, Eğir-dere (Ardino), Koşukavak (Krumovgrad), Darı-dere (Zlatograd), Mestanlı (Momçilgrad), Orta-köy (İvaylovgrad), Dövlen (Devin), Paşmaklı (Smolyan) ve Nevrekop (Gotse Delçev) ilçeleri Bulgaristan’a bırakıldı. Bu oymak yüzde 90’lara varan bir oranda Türk ve Müslümandı. Onların hepsi Bulgar vatandaşı oldu.

Bilindiği gibi, Balkan Savaşlarında Bulgaristan Türkleri resmi Bulgar ordusuna alınıp cepheye sürülmesidir. Hiç olmazsa bu konuda Bulgar insafa geldi. Türkü Kürk’e kırdırmaya kalkışmadı. (1990’da HÖH partisi kurdurmakla bu adımı da attı.)  Fakat bura rağmen, Bulgaristan Müslüman-Türk halkı savaşın bütün ağırlığını sırtında hissetti. Hayvanatı, hasadıi müsadere edilerek ordunun emrine verildi. 16 yaşından 60 yaşına kadar erkekler cephe gerilerinde ordu hizmetinde çalıştılar. İstihkâmlar kazdılar, köprüler yaptılar, yollar açtılar.

Berlin Antlaşması ile kurulan Bulgaristan 63 bin kilometre karelik bir prenslikti. 1913’te 103 bin kilometre karelik bir ülke oldu.

Savaş yıllarında müftülüklerin ve Baş Müftülüğün örgütlenme çalışmaları devam etti. Halkın ağır hayatını hafifletmek için büyük bir kampanya örgütlendi. Cemat-ı İslâmi’yeler, imamlar, müftüler ve müftü vekilleri halkı, halkı açlıktan, çeşitli hastalıklardan ve dehşetli soğuklardan kırılan felâketzede Müslüman kardeşlerine yardıma çağırdı. Köylerden, kasabalardan tonlarca ekin, elbise, ayakkabı gibi aleni yardım ve yüz binlerce leva tutarındaki nakdî yardım toplandı. Bulgaristan Müslümanları ağzındaki son lokmasını Osmanlı askeriyle paylaştı, Bulgar’a esir düşen askerlere yardım etti.  O yıllarda Bulgar topraklarında 70 bin tutuklu Osmanlı askeri vardı. Daha büyük işler de başarıldı. Cemaat-i İslam iye’nin teşebbüsü ile Filibe’de Osmanlı esirlerini tedavi etmek için tam takım bir hastane kuruldu.  Rusçuk’ta bu felaketzedelere yardım toplamak için kurulan komiteye şehir seçkinlerinin en otoriteli-leri katıldı.

Baş Müftülük bir taraftan da yardım toplamak ve paylaşma işlerini örgütlerken, öte taraftan esirlerin dini hayatını da teşkilatlandırma-dan geri kalmadı. Yüzlerce imam, vaiz ve müftü esirler arasına girerek dini irşat görevlerini yerine getirdiler.

Savaşın dini imanı yoktur, amansızdır, acımasızdır. Her iki Balkan Harbi esnasında taraflar hiç gerek yok iken cephe gerisindeki barışçı ahaliyi, karı kızan, genç yaşlı demeden kırmışlar geçirmişler, binlerce masum insanı katletmişler, yüzlerce köyü kasabayı ateşe vermişlerdir.

Cephenin iki tarafından da bu felaketi görmeyen, tatman insan kalmamıştır. Fakat Bulgar’a katılan yeni yerlerde yerli ahalinin Müslüman ahalini felaketi, yeri göğü inletecek kadar derin, merhametsiz, kanlı olmuştu. Sözde kurtarıcılar yerli Müslümanlara en korkunç dehşet filmlerini yapan yöneticilerin aklının ucundan geçmeyen, aklı başında bir insanın kesinlikle kabul edemeyeceği lüzumsuz işkenceler yapmışlar, düpedüz soykırım uygulamışlardır.

Doğu ve Batı Rodoplar’ın Osmanlı’dan kopuşundan bu yana çok çileli bir dönem yaşanmış ve trajedi tüm yönleriyle devam etmektedir. Olaylarla ilgili bir Amerikan yazarın yazdığı Balkan Savaşı Gerçekleri filmi “Al Cezira” TV yayınlarınca yayınlandı, Fecebook üzerinden Bulgaristan’da da izlenince halkı ayağa kaldırdı. Balkan Savaşı Güney Doğu Avrupa tarihinin en karanlık sayfası olmaya devam ediyor.

Yeni bölüm:

POMAK SOYKIRIMI VE MÜSLÜMANLARI ZORLA HIRİSTİYANLAŞTIRMA KAMPANYASI

Reklamlar