Tarih: 21 Aralık 2019
Yazan: Ertaş ÇAKIR
Konu:  Ahmet Doğanın yıl sonu lakırdıları.

Bulgar basını bu defa Ahmet Doğan’a kulak vermemekte yeminli davrandı. Kendini bilen basın mensupları, yıl boyu bir damla ter dökmeden 300 milyon çalmayı başaran –“E-TV” yayınlarında büyük bir kıskançlıkla dile getirildi – dolandırıcı başını, Nazi Generallerinin sivil törenlerde giydiği elbise rengindeki Doğan’ın takım elbisesini fotoğraflamadılar, manşete çekmediler.

Oligarşi süprüntüsü, DPS milletvekili Delyan Peevski basını hariç tabii. Bulgaristan Türk, Millet ve Pomakları yalancı yayınları okumadığından dolayı, bu defa onu pek gören olmadı. Bir kene, sıçan ve kertenkele yuvası eski, kurt yeniği ahşap ama korumalı “Boyana” köşkündekiler şaşa gözle baktıklarından örümcek ağılarından kurtulup elbisenin Nazi rengini sezemediler. Önem verilen bu olay için “köşk” gereği gibi temizlenmemişti. Çağrılan temizlik personeline korumalar tarafından verilen ön bilgilerde “ona elleme, buna dokunma, raflardan kitapları, duvardan tabloları indirme, hatta halıları ancak kuru temizleyiniz”  gibi şeyler söylendi. Birkaç defa “nerede olursa olsun böcek görürseniz dokunmayınız” dendiğinden, örümcek ağları bile kenarda köşede sallandı.

Loş ışıklı ortamda, dünya literatüründe faşizanların sevdiği renk olarak geçen çürük buğday çehreli Doğan’ın salonda ansızın belirmesi kimseyi şaşırtmadı. Herkes onun “viski saatinde” geleceğini biliyordu. Son dönemde içki saati yaklaştıkça eli titremeye ve kekelemeye başlıyordu. Birden kadehe sarıldı.

3 sayfalık konuşma. Her defasında elektronik yoldan gelirken bu defa gelmedi. Yıllardan beri “danışman maşı” verdiklerine bir şeyler yazın da okuyayım, haberi gönderdi. Korumalardan biri içeri büyükçe bir zarfla girdi. İçinden okumaya hazır bir konuşma çıkmıştı.

Raporun birinci tümcesinde “göl çamur doldu, yeter artık başa dönelim” deniyordu.

Ahmet bu satırları okuyunca önce “yeter çaldığınız, araklanacak bir şey kalmadı” sonucunu gördü. Birden şaşaladı. Danışmanlarından birine yazdırdığı raporda ise “sosyal asansörler doldu ve kat arasında durdu, sistemde elektrik yok, kuyruktakiler dağılsın!” yazıyordu.  İçinde kanatlanmış umut olmayan cümleleri işitmek isteyen yoktu. Doğan insanoğlunun karnından değil kulağından beslendiğini bildiğinden şu cümleye de itiraz etti:

2020 yılında Bulgaristan’da fakirler çoğalmaya devam edecek, zenginler daha da zengin olurken, sayıca gitgide azalacak”. Bu sözleri okuması olanaksızdı: Çünkü bu ülkede insanların kafaları hep yukardaydı ve doruklara bakıyordu. Vatandaş “saray”, “köşk”, “deniz şatoları”, lüks araçlar, uçaklar, ağaran ufuk ve karşıda karlı dağlar görmek istiyordu.

Başka bir şey daha vardı. Akıllı adamlar karışık konuşurdu. Doğan DPS-diliyle konuşuyordu. O sanki artık,  yaprak dökümünden sonra esen ve hiçbir işe yaramayan, rahmet getirmeyen, çiçekleri tozlaştırmayan, gönülleri doldurup serinletmeyen bir esintiydi. Beklenmediğinden dolayı, gelişine sevinen de yoktu.  Parti üyelerinden hiç birisi A. Doğan’ın konuşmasından hiç bir şey beklemiyordu. HÖH partisinin Başkanı, “fahri başkanı”, “milletvekilleri” ve politik operatif büro dedikleri ve bu hiçbir işe yaramayan kişiler grup halktan tamamen kopmuştu. Yani köksüzdü.  Bu cümleyi şöyle de anlayabilirsiniz.

Viski içip baklava yiyenlerin kapalı ortamına listede ismi olmayan hiçbir kimse silahlı korumalardan geçip giremediği gibi, göbekleri yerde sürünenler de midesi omurgasına yapışmış zavallıların, sümüklü çocukların, doktora gidemeyen, ilaçlarını alamayan ihtiyarların yanına gidemiyorlardı. Aralarındaki hendek derin bir yılan inine dönüşmüş ve geçit vermiyordu.

İşte bu nedenle olacak ki Doğan raporunu okumazdan 3 saat önce “Bulgaristan’ın Geleceği Yok!”  ve “Ufuksuzuz!”  gibi sözlerle basanlar art arda kısaltmalar yapmaya başladı. Bazı bölümler çıkarıldı.

Dikkatimi çeken bir husus şu oldu. A.Doğan’ın eline sıkıştırılan metinde “Bulgaristan’daki politika meşru değildir” yazıyordu.  Bunun tersi de savunabilirdi, çünkü Bulgaristan Anayasası ve meclisi olan bir ülkeydi. Fakat dışarıdan bakan ve ülkemizdeki durumdan koku alanlar her şeyin yasa dışı olduğunu ve kılıfına uydurulduğunu biliyordu. Dolandıran dolandırana, sürünen sürünene bir ortam olduğunun farkındaydı. Bu ortam politikleşmiş ve toplumu boğazlamıştı. En önemli olan da “bataklıkların çamur dolmuş olmasıydı”. Her türlü hayatın ana oluşturucu maddesi tükenmiş, Bulgaristan’da hayat suyu çekiliyordu. Fakat Doğan gibi yalnız şişe suyu içenler, bunu yakına kadar  sezememişlerdi.

Hayat suyun çekilmesi Bulgaristan’da yılın olayı olsa da, Doğan bundan söz açmadı. Oysa oyunun ilk perdesi Pernik kentinde yaşandı.  Şehrin ve etraf köylerin su içtiği “Studena” (Soğuk Su) barajı kurudu. Çatlayan kuru çamur delikleri mezar çukurundan derindi.  Doğan, gece içip gündüz uyuduğu için toprağın ağız açışını göremedi. Olay hayal dondurucuydu. Susuzluktan ölen hayvanlar mezar çukurlara devrilmişti.

1990’lardan önce Marksizm Leninizm sevdalısı, ardından aşırı Liberal biri olan A. Doğan, her konuda başarısız olunca, halkı unuttu, Liberal bataklığa kendi çıkarları için geri döndü. Bir şeyler yapmaya, hal gerek yok, “biz senin önüne bir leğen su koyacağız sen ayaklarını şapırdatsan yeter” demişlerdi ona. Bu olayda onun şopar olduğunu ele verdi.  Ayak tabanı beyazdı.  Ayak kokusu dayanılmazdı. Bukokuya tahammülü olmayanlardan, “aman denize götürelim ve tuzlu su kokuyu alır,” fikri geldi. Hep beraber “deniz köşkü” serüvenine girdiler. Ruslar rıhtıma bir yat bağladılar.

Hiçbir konuda herhangi bir sorumluluk üstlenmeyi kabul etmeyen A. Doğan, kendisi için yaşıyor, yaptığı çocukları bile üstüne kaydettirmiyordu. İmzaladığı son belgelerde çocuklarını ‘jender- sosyal programlarına’ kaydetti. Sözde böylece Müslüman ana-babalara örnek oluyordu.   Bu defa dimdik dikilen Türkler ve Müslümanlar “Drındar şoparının” peşinden gitmeyeceklerini, geleneklerine ve Türk kimliğine bağlı kalacaklarını beyan ettiler. Şopar Ahmet, “Avrupa Konseyi ondan “jender” konusunda bir imzalı belge istediğinde, hemen 100 bin Avro politik hizmet parası istedi.

Ekim 2019 ‘da Romen – Millet çocukları için “jender” programı tehlikesi görünce okullarda ayaklandı. Yollar sokaklar ve meydanlar protestocu ana baba doldu.  O gün Doğan’ın korumaları bir o kadar arttırıldı, çünkü 100 bin kişiyi durdurabilecek bir güç yoktu. Hedef alınan isim hain Doğan’dı. Konuşmasında bu  toplum isyanlara gebe! Demedi. Okuduğu raporda eğitim, Türk, Pomak ve Romen – Millet, anadil, diyemedi. 100 binlik bir ayaklanmayı Bulgaristan’da durdurabilecek devlet gücü yoktur. 1973’te Pomaklardan, 1989’da Türklerden sonra 2019 Ekiminde Millet kardeşlerimiz başkaldırdı. O, şimdi bu üç sosyal gücü birleştirmektir diyecek cesareti kendinde bulamadı…

Bulgaristan, geleceğini göremeyen gençlerle dolu! 2019’da her gün 84 kişi ülkeyi terk etti. Vatan’ın kıymeti kalmadı. Özgürlüğü gözle gören yok. Haklar için “sizin olsun” diyenlerin hepsi yolcu. Gidenlerden hiç biri Doğan ve halktan kopmuş ekibine “Hoşça Kalın” demedi. Demiyor. Geri dönmemek üzere gidiyorlar. Son imlikler sökülüyor. Parçalanmamış aile kalmadı. Paramparça, darmadağın olduk.  Mektup yazan yok.  Yakınlarına para gönderiyorlar kimseye el açmayın diye. Doğan ve dolayındaki elleri kadehli DPS ileri gelenleri de, ne bu gidenlerden ne de geri dönüşü olmayan bu yoldan sorumluluk hissediyorlar. Ve kalkmış Doğan dalkavuğu “başa dönelim” diyor. Açlığı, parasızlığı, sefilliği bir daha çekin, biz sayenizde zenginleştik, biraz daha toparlanalım diyerek konuşuyor. Çok acı bir gerçek. Biz burada anavatanda olsak da, gurbette kaldık. O bu defa da bizden söz etmedi. Bizi dünyaya unutturmak istiyor.

Doğan,  yineliyorum  “Başa dönelim” dedi. Onun için bu işin başı neresidir? Bilemiyoruz tabii. Belki de “vicdanı konuştu”  Yeter bu mazlum insanlara eziyet edip çektirdiğin, “senin yerin hapishane, hadi dön koğuşa” dedi. Eğer bu konuşma dışarıda veya danışmanları tarafından yazılmışsa, bu “başı düşünen” danışmanların doğru görüş ürettiğini ve fikirlerine katılmamız gerektiğine vurgu yapmak isterim. Ama başa dönmek sallaması, ağır ve hafif sanayimizin tavsiye edilmesi, memleketimizden kovulmak, bir günde 1000 okulumuzun kapanması, çeşmelerimizin yıkılması, malımıza mülkümüze el konması, hocalarımızı, öğretmenlerimizi, umudumuzu kaybetmemiz olur. O günlerden bu günlere Bulgaristan’da bir daha umut doğmadı. Ancak yalanlarda yaşayan bir çarpıklık ve yalan şeklini almış dolandırıcılık kaldı. Yolda, evde, mecliste, politik toplantıda, mevlitte çöreklenen ve kök salan bir kocaman yalan. Geleceğimizi kemiren büyük tehlike ve onu doğuran ve besleyen hainlik…

Ufku ve dünya görüşü olmayan Bulgar politikacılarının arasında iri geçinen Doğan’ın “erken seçim zamanı değil” demesi de ilgi çekti. Yılbaşının yakınlaştığı şu günlerde Cumhurbaşkanı Rumen Radev, siyasi çevrelerle, milletvekilleri, hukukçular ve kamuoyu ve basın temsilcileriyle Büyük Millet Meclisi Seçimi yapılması, Büyük meclis toplanıp anayasayı değiştirip bizi Savcı diktatörlüğünden kurtarmasını öğüt verirken, Doğan “olmaz” diyor, çünkü sahte demokrasi değişirse para kaynakları, avanta kapıları kapanacak, bunu seziyor.

Anayasa değişikliği Bulgaristan Türklerine ve tüm Müslümanlarımıza, gurbetçilerimize ekmek ve su gibi gereklidir. 1991’de Stara Zagora (Eski Zara) hapishanesinden salıverilirken, “bir daha Bulgaristan’a dönmeme şartıyla kovulan 35 ömür boyu mahkûmuna” güneş gibi gereklidir.  Son 30 yılda dış ülkelerde, gurbet tellerinde dünyaya gelen evlatlarımız gökteki yıldızları bir de ata-toprağından görmek ister. Bu insanın en doğal hakkıdır. İnsan hakkıdır. Kutsalımızdır.

Anadilimizi yasaklayanların başında gelir hain Doğan. Bulgar polisi ininde Türkçe konuşmayacağına ve konuşturmayacağına yemin etmiştir.  Kültürümüzün suyunun sıkılmasına göz yummuştur. Edebiyat şahinlerimizin kalemini kıran da odur. Sözde birkaç dil öğrenen, gençlerimizden sorumlu, bol keseden “Liberal” avrosu bozduran İlhan Küçük yılsonu yaklaşırken, kadehleri dipleme ustası bazı kalemi kalın yazar ozanımızla Şumen’de bir otel görüşmesi ve şişe boşaltma yarışı düzenledi. Geçmişi bilmeyen biri ileri yürüyemez! Eskiden bu görüşmelerde halkla, Türk edebiyatına susamış, Türkçemize bağrı yanmış kardeşlerimizle, köy köy, işletme işletme, okul okul kaynaşılıyordu. Şiir ocakları yakılıyor, sazlardan nameler dökülüyor, dinleyenler coşuyor, haber alanlar ocak başına koşuyordu.

 Kolektif haklarımızı yasaklatan da odur. Gece korkusu ortak ruhumuzdur. Şu iyi bilinmelidir. Küçük olan biri, yetersiz olan biri halkın ne yapacağına asla akıl erdiremez, erdirememiştir, erdiremeyecektir. A.Doğan (Medi Doğan) iken işleri karıştırmasın diye içeri atılmıştı. Sözde Pazarcık Hapishanesinde, oysa Sofya kenarında bir dağ evinde Rus Votkası “Moskovskaya Votka” içerken beyni yıkanmış, kurutulmuş ve yeniden demlendirilmiştir. Onun bizden temel farkı şu demlenmiş olmasıdır ki, bu ayrı bir konudur ve başka bir yazımda özel olarak işlemek istiyoruz. Demlenmişliğin gençliği, yaşlılığı veya geri dönüşü olmaz.

Partileşmemize gem vuran da demokrasi düşmanı A.Doğan ve arkadaşlarıdır. 1991’de anayasayı ne tartıştılar, 4. Anayasaya ne oy verdiler ne de şimdi demokratik yönde değişmesini istiyorlar. Lütfi Mestan HÖH Genel Başkanı ve Halk Meclisi DPS grup başkanıyken bugünkü “Evet Bulgaristan” (Da, Bılgariya) partisinin Genel Başkanı, o yıllarda II. B. Borisov hükümetinde Adalet Bakanı görevinde olan İvanov’un hazırladığı ADALET REFORMUNU suya düşürdü. Bu reformda Başsavcılık Yargı sisteminden ayrılacak, üstünlük haklarını kaybedecekti. Bugün Bulgar Başsavcısı hukuksuzluğa, dolandırıcılığa ve adaletsizliğe karşı bir devlet aracı olmaktan fazla, yolsuzluklara kanat açan bir devlet organıdır. Bulgar başsavcılığı işine baksa, adaletsizliğin yakasına yapışan bir ateş olsa, bir DPS milletvekili BTK Bankasını soyamazdı, B. Borisov hükümeti 2019’un sonunda A.Doğan’a 300 milyon Avro vaat edemezdi. Biz savcısız, hukuksuz bir devlette yaşıyoruz. Şimdiki anayasa rafa kaldırılmış, Başsavcılık at oynatıyor. Bizde demokrasinin mezarını doğa kendisi kazmış, cenaze törenindeyiz…

Ve 2019’da Doğan’ın işaret etmediği ama tarihçilerden Hristo Macarov artık tarih şişesinin kör tapasını çıkardı. “Bulgarların 15 bin yıllık tarihi olduğunu” yazdı ve okudu.  Altaylarda geldiklerini vurgulamasa da, Çin’le savaşları kazandıklarını, hiçbir çarpışmada yenilmediklerini, Çin Duvarı’nın yapılmasına neden olduklarını, kadınlarının çocuklarını at üstünde doğurduğunu, Kan Asparuh’un Tuna boylarına Hıristiyan olarak geldiğini, Macar devletini kurduklarını ve Batı Avrupa’yı titrettiklerini vb vb” anlatırken sanki ağzından bal akıyor. ABD Üniversitelerinde konferanslar vermiş ve sözde “çok tutulmuş”biri.

Nasıl oluyorsa, BKP Tarihi Amerika’da yazıldı. Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi  Tarihi Amerika’da yazıldı. Bulgar faşizminin tarihi de Amerika’da yazıldı ve şurada birkaç yüzyıllık tarihi olan Amerika’da nasıl oluyor da “15 bin yıllık Bulgar tarihi” olduğu iddiaları yazılmak bir yana kabul eder. Akıl erecek gibi değil… Şöyle yani sanki Türk, Fars, Osmanlı tarihlerini kopyalayıp, kökleri eski Mısıra uzanan Elen tarihinin de suyu Bulgarların Trak soyundan içtiğini ekleyince ve bunu birilerinin ağzına sıkıştırınca, al sana yeni bir tarih. Neymiş efendim, Çinliler yeni tarihimize pek inanmıyorlarmış öyle mi, ayağına parslar yatmış dua eden “Madara Atlısı” duvar çiziminin bir eşi Çin’de bulunmuşsa, hemen “önce orada yapmıştık” şu kadar asır sonra da Bulgaristan’da yaptık, deyip masala devam. İranlılara da aynı ballı masal anlatılabilir. Şimdi “Truva Savaşına” katılan balmumundan Bulgar Ordularını pazara sürmeye hazırlanıyoruz. Kuşkusuz bu kadar “derin düşünenlerden” biri bizim “Drındar Feylesofu” değilse kim olabilir? Şimdi “susmanın akıllılık işareti olduğunu işitmiş” ve susuyor…

O susuyor da Cumhurbaşkanı Radev, Başbakan Borisov ve şu koruma işleri eski şefi Vladimirov’tan sonra, DPS Başkanı köylü  Mustafa Karadayı’nın da Doğan korumalarının kaldırılması dedi de, başını yarar mı bu sözler diye düşündüm kaldım… Gecenin olayı aslında buydu. Herkesi düşündürdü. Biz bunu zaten bekliyorduk!

Halka 30 yıl demokrasi hak ve özgürlük koklatıp tattırmadı, bunu başarı sanıyorlar. DPS’li elit hayatından memnun, totaliter faşist rejim devam ediyor. Faşistler iktidara tırmandı, DPS yöneticilerine susma parası ödüyorlar. Ruhunu 10 milyon levaya satan M. Karadayı hala nasıl çıkıyor halk arasına şaşıyorum?

Kötülüklerin bir daha tekrar etmemesi dilekleriyle hepinizin elini öpüyorum.

Ne mutlu türküm diyene! Ne mutlu gerçeklere gülebilene!

Paylaşınız lütfen.

Reklamlar