Yazan: Rafet ULUTÜRK
Bugün tarih yazıldı. PKK, silahlarını bıraktı. Hem de kendi güvenli gördüğü bölgelerde, hem de üçüncü bir ülke olmadan, hem de Türk Devleti’nin gölgesinde. Üstelik bu teslimiyet sadece bir terör örgütüne ait silahların bırakılması değil; aynı zamanda 41 yıllık bir oyunun, vekâlet savaşlarının, kanlı pazarlıkların, emperyal dizaynların da çöküşüdür.
Ama ne gariptir ki…
Dünya inandı. Bölge ülkeleri kabul etti. Hatta Türkiye’ye düşmanlık eden bazı devletler bile sessizliğe gömülerek bu başarının büyüklüğünü içten içe kabul etti.
Ama…
İçimizde bazıları hâlâ inanmıyor.
İnanamıyor!
Çünkü zihinleri yıllarca “ABD isterse olur”, “NATO onaylamazsa gerçekleşmez”, “CIA arkasında değilse başarı mümkün değildir” diye kodlandı.
Ve şimdi bu zihin yapısı darmadağın oluyor.
PKK’nın silah bırakmasını dahi “Amerika istemiştir” diyerek açıklamaya çalışanlar var. Neden mi?
Çünkü Türkiye’nin kendi başına bu denli stratejik bir adımı, askeri ve diplomatik bir operasyonu, derin akılla yürütüp tamamlamasına hâlâ inanamıyorlar.
Hayatları boyunca ABD’nin yazdığı senaryoları, AB’nin sunduğu projeleri, NATO’nun çizdiği sınırları gerçek zannettiler.
O yüzden Türkiye’nin kendi senaryosunu yazmasını; kendi çıkarını savunmasını, kendi göbeğini kendi kesmesini kabullenemiyorlar.
Halbuki tablo çok net.
Bu operasyonun arkasında ne Pentagon var, ne CIA.
Ne Brüksel var, ne de Londra.
Bu kez sadece Türkiye vardı.
Sadece Türk aklı, Türk iradesi, Türk cesareti vardı.
Bu teslimiyet, bir devletin diz çöküşü değil; Türk devlet aklının bir çağ açışı, bir dönemi kapatışıdır.
PKK silah bırakırken aslında bazı ezberler de çöktü:
– “Türkiye bölgesel oyuncu olamaz” diyenler sustu.
– “Türk devleti içindeki derin yapı dağılmıştır” yalanı çöktü.
– “Bu coğrafyada Türkiye ancak izinle hareket eder” algısı yıkıldı.
Ama ne yazık ki…
Yine de bazıları gözünü kapatmaya devam ediyor.
İnanmıyor, çünkü inanmak demek, yıllardır savunduğu Batı merkezli ezberlerin çöp olduğunu kabul etmek demek.
Ve bu da büyük bir zihinsel devrim gerektiriyor.
Türkiye artık başka bir ligde.
Bu teslimiyet, sadece dağdaki birkaç silahın toplanması değil; bir devletin iradesini dünyaya kabul ettirmesidir.
Bu teslimiyet, 100 yıl sonra yeniden yazılan bir bağımsızlık deklarasyonudur.
Ve bu teslimiyet, Türk milletine ait bir zaferdir.
Şimdi bir seçim var önümüzde:
Ya bu yeni Türkiye’ye inanacağız, ya da eski efendilerin kalemlerinden medet umarak her başarıya “dış güçler yaptı” yaftası yapıştırıp gerçeği inkâr edeceğiz.
İnanan kazandı.
Türkiye kazandı.
Ve bir kez daha tarih yazıldı.
Ama bazıları hâlâ, hangi çağda yaşadıklarını fark edemedi.
Ne diyelim?
Uyumayana sabah olmaz.
İnanmayana zafer görünmez.
Not:
Dünya değişiyor.
Türkiye yürüyor.
İnananlar iz bırakıyor.
İnanmayanlar da hâlâ Amerika’nın gölgesinde gölge arıyor…