Tarih: 18 Aralık 2019
Yazan: Renginar GÜLER
Konu:  Geçmişimizden gelen sesler.

Hepimizin, hele Bulgaristan Müslümanlarının 10 Kasım 1989’da zalimlerin başı Todor Jivkov’un parti ve devlet görevlerinden çekilmeye zorlanıp “devrildi” naralarıyla Vitoşa Dağı’nda bir villaya uğurlanmasından sonra, adamın politik olarak öldüğüne inanmaları için, daha bedeni nefes alıp verirken birkaç yere boy heykeli ve büstü dikildi.

Bir diktatörün ardından evlatları (torunları) çeker diye bir söz vardır. Bu işlerin “üst aklı-şeytani akıl” torun V. Jivkov’un Sofya Belediye Başkanlığı seçiminde aday olmasını yorumlarken içkiden, kumardan borçlarının artık 250 bin levayı aştığını yazdı. Kanımca siyasi imaj yaratmak hakikatten de zor bir iş!

Üstüne üstelik devrilen DİKTATÖR daha hayattayken, 12 Temmuz 1991’de  VII. Bulgaristan Büyük Halk Meclisi’nde eski adları komünist olan yeni sosyalistlerin oylarıyla onaylanan 4. Anayasa’da maddelerden birinde, “Bulgaristan azınlıklarına ve demokratik güçlerine 35 yıl zulmeden BKP ve BHC Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un adı bundan sonra hiçbir konuda, hiçbir yerde geçmeyecek, ölümünden sonra anma törenleri yapılmayacak, anıttı dikilmeyecek, kitapları ve diğer onu hatırlatan ne varsa her şey yakılacak ve Bulgaristan tarihinde ve geleceğinde Todor Jivkov sayfası kapanacak” denmedi. “Totalitarizm” demeden Başsavcılığa sınırsız haklar ve denetimsizlik tanınarak yeni bir diktatörlük biçimi olan Savcılık Diktatörlüğüne kapı aralık bırakıldı. O zaman Bulgaristan’da anayasa yazacak kafalı demokrat birileri yoktu. Oltaya takılmaktan kaçanlar arasından da aklı bütün birileri ortaya çıkmadı. Aslında komünist rejim polisi yakaladıklarından herkesin beynini süzme değirmeninde akıtmamıştı. Örneğin “Podkrepa” (Dayanışma) sendikası Başkanı Dr. Konstantin Trençev de tutuklandı, Stara Zagora (Eski Zağra) hapishanesinde idamlıklar bölümüne kapandı ama kılına dokunmadı. Fakat bu gibi anti-komünist kafalarda da anayasa yazacak kadar ateş yoktu.

Kuşkusuz olmayan olmamıştır ve her kişi her şeyi yapamaz ve  biz olmamış bir şey için kimseyi suçlayamayız. Ancak T.Jivkov’un ölümünden sonra da “dokunulmazlığını” sürdüren bu yazılmayan anayasa maddeleri hala yürürlükte ki, bizde totaliter-komünizm bir beden ve ruh olarak mumlandı.

Bu olaylar oluşurken Bulgar Bayan, ünlü kâhin “Baba Vanga” (Vanga nine-KGB ajanı olduğu da ortaya çıkmış oldu) “gün gelecek canlanacak” demişti.  O aman Bulgaristan’ı reform yaparak yenilemeye iştahlanan Başbakan İvan Kostov (1997-2001), Jivkov dirilir yolumu keser ve sen bana “ihanet ettin” deyip hesap sorar korkusuyla 1998’de Bulgar komünizminin babalarından en irisi olan Georgi Dimitrov’un Sofya merkezindeki ANIT KABRİ (mozolesini) 500 kilo patlayıcı ile havaya uçurttu.
Bu işte yetki sahibi Başbakan yardımcısı Bakırciev, ilk patlamada mozoleyi yıkamadı. Ardından 2 patlama daha ateşledi. Şöyle ki, Bulgaristan küçük bombalarla sökülemedi. Ufak bir ülke olsa da, komünizm öyle derin köklerle betonlaşmış ki, Dimitrov’un mumyasını kimsenin bilmediği, bulamayacağı bir yerlere defnettiler. Mezar taşı ve üzerinde adı yazılı bir haç ya da yıldız da olmadığından, doğum gününde, isim gününde ve ölüm gününde kabrine çiçek götüren, ateist olduğundan dolayı Hıristiyan adetlerine uyan ve “özür dileme gününde” bir bohça yiyecek ve bir şişe rakıcık veya kırmızı şarabı başının kenarına koyan da yok. Mezarlıklardan geçinen Sofya Romenlerine “Georgi Dimitrov’un mezarı nerede?” diye sorsalar Bulgaristan’da cevap verebilecek bir kişi yok.

Gelişmeler bu yöndedir. Bu gelişmeleri izlerken biz, mezarı olmadığından nerede hortladığını da bilemediğimizden,  totalitarizm zulmü hayaletinin ülkede gece gündüz dolaştığını ama vatandaşların gerçekleri görmek istemediğini, ejderha ile yüzleşmektense korku içinde, yarı ölü yarı canlı yaşamayı seçtiğini görebildik. Gerçekler böyle olsa da, Bulgaristan’da çocuklar kendi deyimimizle “Donak Dedeyi” (Noel Babayı) beklerken hafta sonu Sofya’da G.Dimitrov Anıt Kebiri’nin dümdüz yapılan yerinde şu günlerde kurulan Noel Pazarı’nın tam ortasında 3 metre yüksek “Totalitarizm Mumyası” belirdi. Evet yanlış okumadınız Sofya’da mumya. Balmumundan yapılmış simsiyah, ağır bir kazadan sonra eli kolu, kaburgaları ve omurgası kırılmış dev birinin hastanede hemşireler tarafından sımsıkı bantlandığı gibi bantlanmış, aman kafa tası da sımsıkı paketlenmiş ve gözleri içine cep feneri yerleştirilmiş olacak ki gözleri şakıyan uzun burunlu dev bir mumya geleni geçeni yerine mıhladı. Haberi alan Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı  Bayan Fındıkova, hemen emir dikte etti ve belediye ekiplerinden biri orta büyüklükte vinç ve büyük kasalı bir çöp kamyonunu girmek  yasak olan sarı pavelerin üzerinde gönderdi. “Totalitarizm mumyasını” bir hamlede kamyona yüklediler. Seçim belgelerde adı “Filipovtsi” ya da “Fakülte” olarak geçen Romen Mahallesi yakınındaki çöplüğe götürdüler. Havanın sertliği nedeniyle son günlerde kargalardan ve köpeklerden başka kimsenin uğramadığı çöplüğü attılar.

Totalitarizm mumyasından kurtulma olayı bununla bitti mi dersiniz?
Düşünürlerin fikirlerine dikkatle bakıldığında “bizde komünizm ve özellikle totalitarizm ölmüş olsaydı, onun yerine gelen sosyal bünye naşı çürütüp çözmeli ve buharlaşır gibi toprağa karışıp yok olmasını sağlardı. Anlaşılan bizim haşarat hele solucanlar her cesedin etini kanını temizleyip toprağa karıştırırken totaliter mumyaya dokunmadılar.  Upuzun yatmış, ortada kalmış.

Sofya merkezine “Totalitarizm Mumyası” diken heykeltıraşın adı Andrey Vrapçev.  “Vatandaşı korkutarak uyandırmak için mumyamı siyah naylona sardım, bantlar sökülse ve naylon açılsa göğsünde orak ve çekiş vardı” diyor ve şöyle devam ediyor:
Siyasetten uzak kalmaya çalışsam da mümkün değil. Mumyam bir politik semboldür. Karanlıkta insanların önüne çıkınca ruhlarını uyandıracağını düşündüm. Fikrimde, halkımı uyandırmak vardı. Bizde totalitarizm çözülmedi. Uyarıda bulundum. Belediyeler, devletin bir aracı oldu. Devlet adamları ve siyasetçilerimiz totalitarizmden arınamadılar. Çöplüğe atılması gereken, mumya değil, onların beyinlerindeki totalitarizm sıvısıdır.

30 yıldan beri Geçiş Dönemindeyiz. Bizdeki s.o. “Geçiş Dönemi” totalitarizmin kılıfıdır. İnsan doğar, yaşar, ölür, hayat değişir gidenin yerine genci gelir. “Totalitarizme kılıf olan Geçiş Dönemi zamanı, uzamı, istatistiği olmayan bir şeymiş gibi anlatılıyor.  Ortada kaldık. 30 yıldan beri ülkemizde hiçbir yeni süreç başlamadı. Yani eski hayat mumyalanmış ki, yeni bir şey mayalanamıyor, istesek de olmuyor. Geçen asrın 90’lı yılları için bir korkuluk – “dehşet dünyası” dendi. “Demokrasi ucubesi”– ahlaksızlık yılları olarak anlatılıyor.  Oysa 90’lı yıllarda yaşayan Bulgaristan vatandaşları totaliter komünizmin en üstün –elit – evlatlarıydı. Onların hepsi komünist okullarda, üniversitelerde eğitilmiş, biçimlenmiş, öğrenimli kişilerdi.

Satıhsal değişikliklerden tam 30 yıl sonra, Stalin tipi bir Başsavcı tarafından yönetilen tek ülke Bulgaristan kaldı. Bu mumyalaşmış bir durum değil de nedir? İnsanlar, iş çevreleri, günlük yaşam “sizin adam” – “bizim adam” tabanına veya  “yasalardaki yenikler” üzerine kurulmuş, paralel devlet kurmuşlar ve bizi çevreleyen taşlaşmış bir kültür haline gelmiş. Gerçek komünizm olsaydı her şey paralel yönetilecekti, şimdi de öyle! Kişisel sorumluluk, kişisel bilinç, kişinin toplumdaki rolü rafa kaldırıldı, demokrasi gömüldü. Komünist dün ile yaşadığımız bugün arasındaki fark kalktı. Sofya merkezine dikilen MUMYA işte bunun simgesidir. Bir uyarı işaretidir. Şu da var, mumyalaştırılan bizim bilincimiz ve kültürümüzdür. İnsanların dilsiz, dinsiz, okulsuz, işsiz, kültürsüz, geleceksiz bırakmak, sürünmemizde, mumyanın kara katran rengi var….

Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in çalışma odası penceresinden bakınca mumya göründü. O daha önceki demeçlerinde Bulgaristan’a “bataklık” demişti. Şimdi artık bu sıfatı kullanmıyor. Danışmanları ona, “Sayın başkanım 5 farklı mumyalama çeşidi var. Bunlardan birisinin adı “Bataklık Mumyaları” dır. İnsanlarımız korkuyor. Gördüğünüz gibi “Pomakların isimleri değiştirilirken öldürülenlerin cesetleri Pernik şehri yakınlarındaki “Studena Barajına” atılmıştı. Şimdi baraj gizlice boşaltılmış ve dibinde çamur yığınından başka bir şey bulamayanlar çok korkmuşlar. Danimarka’da bir bataklığa da ölü atılıyormuş ve 5 bin sene sonra bir araştırma için bataklık dibine atılanların canlı gibi üst üste yatmış durduğunu görünce çok korkmuş. Ne solucanlar, ne yılan balıkları ne de yengeçler hiçbir kimsenin saçına bile dokunmamış bataklığın kendisi mumyalama işiniz becermiş ve cesetler suyun içinde öylece duruyormuş.

Bunları yeni öğrenen Cumhurbaşkanı Radev, anayasayı değiştirip totalitarizme nefes almayı yasaklayan ve mumyaların beynini sıvı tıp akıtacak yeni yasa maddeleri geliştirmek için görüşmelere başlamış. İlk görüşmeye gelen profesörlerden bazılarının yıllardan beri evlerinde yeni bir anayasa üzerinde çalıştıkları ortaya çıktı. Fakat yeterli değil, çünkü R.Radev hele şu “Başsavcılığın ve Başsavcının işi, misyonu, denetlenebilirliği, kendinden hesap sorulabilirliği ve yoldan çıktığında kulağından tutulup koltuğundan kaldırılabilirliği gibi konularını daha geniş danışıp tartışmak amacıyla yeni görüşmeler ve Büyük Millet Meclisi toplama konularını daha geniş ele alıyor.

Cumhurbaşkanı Radev işi aklan giden bir kişi olduğundan, Büyük Millet Meclisi toplama konusunda zorlanmayacak gibi duruyor, çünkü mumya arayanların Pernik barajını boşaltmasıyla 80 bin kişi, bir sanayi şehri ve etraf tatil köyleri, sayfiye tesisleri, hastane ve okullar susuz kalınca millet ayaklanmaya hazırlanıyor.

Tollund Adamı olarak bilinen bu ölü Danimarka’da bir bataklıkta bulundu. Bataklığa 500 yıl önce atılmıştır.

Konumuza devam edeceğiz.
Bizi okuyanlar lütfen paylaşsınlar.
Teşekkür ederim.

Reklamlar